Tenler
Bir insanı diğerinden farklı ve hafızada kalıcı kılan hep küçük ayrıntılardır. Yoksa seks de nihayetinde dünya yüzünde her gün her an yaşanır.
17.08.2020
André Aciman’ın Adınla Çağır Beni ve Bul Beni kitaplarını birlikte okuma yolculuğuna Mâbetler durağından başlamıştım. Tenler’le devam ediyorum. Tam da ‘Âşık olduğun insan mâbedindir’ tezinden hareketle. Ne de olsa cinselliğini ve benliğini keşfine Oliver’la geçirdiği o ömre bedel yaz mevsiminde başlayan on yedi yaşındaki Elio, “Benden bu kadar mı hoşlanıyorsun Elio?” sorusuna yanıt verirken ta o zaman demişti: “Senden hoşlanıyor muyum? Kulaklarına inanamayan biri gibi görünmek istemiştim, böyle bir şeyden nasıl kuşkulanabildiğini soruyormuşum gibi. Ama sonra bir daha düşününce yanıtımın tonunu, Kesinlikle anlamına gelecek, kaçamak bir belki ile yumuşatma noktasında olduğumu görüp dilimi serbest bıraktım: Senden hoşlanıyor muyum Oliver? Sana tapıyorum ben.”
Ten başlı başına bir ülkedir. Verili haritalarda yer almaz. Kendi tarihi ve coğrafyası vardır. Her seferinde sil baştan yazmanız ve yeniden keşfetmeniz gerekir. İz bırakmanın yolu sadece duygudan geçer. Geri kalan her şey anlık zevkle sınırlı kalır ve bir süre sonra unutuluşa terk edilir.
Kızarmanın hatrı
Aciman, döngüleri seven bir yazar. O yüzden bu durağa da ayrıca uğrayacağım. Şimdilik cinsellik içindeki döngülerinden bahsetmekle yetineyim. Oliver’ın Adınla Çağır Beni romanında Elio’nun duygularını ilk ne zaman fark ettiği sorusuna verdiği yanıt kısalığı içinde çarpıcı ve katmanlı: “ ‘Benim böyle olduğumu ne zaman anladın?’ diye sordum ona bir gün. Omzunu sıktığım ve kolumun altında neredeyse yığılıp kalacağın gün demesini bekliyordum. Ya da, Bir gün öğleden sonra, senin odanda konuşurken mayonun içinin ıslanmasından demesini. Bu türden bir şey yani. ‘Yüzün kızardığında,’ dedi.” Birlikte Leopardi okuyup çevirdikleri ve kahkahalarla güldükleri o sabah bir an sessizlik olmuş ve Oliver’ın bakışını üzerinde hisseden Elio bocalayarak kızarmıştır. Bu ânın ondaki karşılığı şudur: “Sonunda yüzümün kızarmasına yol açan şey, onun bakışına karşılık vermek isteyip de sonra bakışlarımı güvenli bir yere kaçırdığımı yakalamış olduğunu fark ettiğim anın doğal mahcubiyeti değildi; yüzümün kızarmasına yol açan şey, onun benden tıpkı benim ondan hoşlandığım gibi hoşlandığı yolunda, heyecan veren, hep kalsın istememe karşın inanılmaz olasılıktı.”
Yıllar sonra, Elio araya aldığı ve bize sadece kısa paragraflarda değinmekle yetindiği kendi deyimiyle “ara sıralar”ın ardından kendisinden yaşça büyük avukat sevgilisi Michel’le “Oliversiz geçen yılları telafi edecek günler” bulduğunda, başlangıç ânı bir döngüyü tamamlarcasına yine Elio’nun kızarmasına dayanır. Bir kilise konserinde karşılaşan ve o tanımlanamaz yakınlığı hisseden iki insanın o his dışındaki her şeyden konuştuğu akşamda Michel’in “Peki ya yaşımın seninkinin iki katı olduğunun farkında mısın?” sorusu üzerine gelir kızarma:
“İşte bu noktada kızarmıştım. Gergin ve huzursuz bir andı, kısmen tamamen vakitsiz gelen, özenle kaçınmaya çalıştığımız konuya fazla yaklaştığından; henüz mevzubahis olmamış, en azından bir süre daha mevzubahis olmaması gereken bir şeyin teferruatına girdiğinden. Ama aynı zamanda bu yorumu karşısında ne diyeceğimi şaşırmıştım, doğru kelimeleri bulmaya çalışırken yüzümün kızarması rahatsızlığımı ele vermişti herhalde.”
Birbirine yabancı kalmaya razı gelemeyen iki erkek sonunda karşılığı da gelen bu kızarmayı itiraf ederek koyulacaktır ortak yollarına. Elio’nun o kalbe işleyen iç sesiyle tamamlanır döngü: “ ‘Kızardım galiba değil mi?’ Bu kadar kolay anlaşılmaktan nefret edecek kadar gençtim, özellikle de yaşı neredeyse iki katım olan biriyle aramızda oluşan gergin sessizlik esnasında; ama açıklamaya çekindiğim bir şeyi yanaklarımın kızarmasıyla belli etmekten hoşlanacak kadar da yetişkindim. Sonra ona baktım. ‘Sen de kızardın,’ dedim. ‘Biliyorum.’”
Sır kalmasın
Aciman’ın anlatısında cinselliğin, insanın en saf, en çıplak hâliyle kalması öne çıkan bir özellik. Bu da fiziksel çıplaklığı fersah fersah aşan, mutlak bir teslimiyet hâli. Teslimiyet esasen karşındakine değil, onun aracılığıyla kendine dair. Bul Beni’de Elio’nun babası Samuel’in yıllar önce oğluna nasihat ettiği kaçırılmaması gereken aşkı en beklenmedik anda bir tren yolculuğunda karşısındaki genç kadında, Miranda’da bulması, sözüne sadakatinin bir sınavına dönüşüyor. Aşka geç kalınır mı, vazgeçilmesi gereken bir yaş var mıdır? Aciman bu sorulara Samuel aracılığıyla koca bir hayır diyor. Dahası hem Elio hem Miranda’nın şahsında genç olanın da pek çok çekince biriktirebileceğinin altını çiziyor. Hem Miranda hem de Elio Bul Beni’de âşıklarına “başlangıçta pek de iyi olmadıklarını” söylüyor. Tek gecelik maceralarda hiç dert edilmeyecek bir ayrıntı bu. Ne de olsa birine başlamak demek, onunla devam etmeyi istemenin bir ifadesi ve sevişme zamanla, güvenle güzelleşen bir eylem.
Elio ve Miranda’nın birbirinden bağımsız vurguladığı bir diğer ortak talep de iki kişi arasında sır ve duvarın kalmaması. Aciman aşkın ve cinselliğin esrik halini iki varlık arasındaki fiziksel ve ruhsal sınırların tamamen kalkmasıyla ve sevgililerin sevişme sonrası da birbirinde kalma arzusuyla ifade ediyor. Miranda sevişmeden önce en tabu sırrını paylaşıyor Samuel’le, aynısını ondan da talep ederek. Gerekçesi çok sahici ve kalp ısıtıcı: “Aslında söylememem gerek ama bir yandan da sana başka kimseye söylemediğim bir şeyi söylemeliyim çünkü daha önce beni hiç olduğum gibi isteyen ya da dönüştüğüm kişi olarak isteyen biriyle tanışmadım. Bunu da hemen öğrenmeni istiyorum çünkü eğer şimdi paylaşmazsam sonra senden bile saklamak zorunda kalacağım. Bu sırdan sonra senden saklayacak hiçbir şeyim olmayacak. Senin de böyle bir sırın yok mu, gitgide ağırlaşıp bir duvara dönüşen, yıkılması imkânsızlaşan bir sır? Ben benimkini seninle sevişmeden önce yıkmak istiyorum.” Seviştikten sonraysa o hemhal hâlini hiç sakınmadan paylaşıyor: “Vücudunu açıp, içine girip seni içeriden geri dikebilseydim yapardım, böylece senin sessiz rüyalarını kucağımda sallayıp sana benimkileri verebilirdim.”
Elio için “kendisini adıyla çağırmış olan” her şeyin ilki Oliver bu anlamda zaten mihenk taşı. Elio’nun cinsel uyanışı ve dünya üzerinde ait olduğu yeri buluşu, Oliver’ın son günlerinde birlikte çıktıkları Roma gezine denk gelmişti. Otelde Elio’nun parmağını Oliver’ın içine soktuğu ama birbirilerini sonuna kadar asla boşaltmadıkları için “elektrik yüklü iki çıplak tel” gibi hissettikleri âna götürüp bütün Roma’yı bize bu esriklik içinde yaşatmıştı. Hatrı olan ve mahremi bütünleyen son parmaksa, içip içip sarhoş olan Elio’yu küçük diline değip kusturan Oliver’ın parmağıydı. Sır kalmamış, sınır kalkmıştı. Elio Oliver’dı, Oliver da Elio. Bir insanı adınla çağırmak buydu zaten. Daha azı değil.
Aynı otelde tıpkı Miranda gibi Elio da sır kalmasın istemişti. Bu anlamda Adınla Çağır Beni ve Bul Beni kitapları birbirine konuşup, birbirini çağırıyor usulca: “Hiç birlikte yıkanmamıştık. Birlikte hiç aynı banyoda bulunmamıştık hattâ. ‘Suyu açma’ dedim, ‘Bakmak istiyorum.’ Gördüğüm şey, birdenbire çok narin ve savunmasız görünen ona, vücuduna, yaşamına karşı birtakım acıma duyguları uyandırdı bende. ‘Vücutlarımızın hiçbir sırrı yok artık,’ dedim yıkanma sıramı bitirip otururken. Banyo küvetinin içine sıçramış ve duşu açmak üzereydi. ‘Vücudumu görmeni istiyorum,’ dedim. Daha da fazlasını yaptı. Dışarı çıktı, beni dudaklarımdan öptü ve avucunu karnıma bastırıp masaj yaparak, her şeyin olup bitişini seyretti. Aramızda hiçbir sır, hiçbir perde, hiçbir şey olmasın istiyordum. Vücudum senin vücudundur diye yemin ettiğimiz her seferinde bizi birbirimize daha sıkı bir şekilde bağlayan utanmazlık rüzgârından hoşlanıp hoşlanmayacağımı pek bilmiyordum ve bunun bir nedeni de, hiç beklenmeyen mahcubiyetin küçük lambasını yeniden yakmanın hoşuma gitmesiydi. Bu lamba, bir parçamın karanlık kalmasını yeğlediğim yere küçük bir ışık düşürüyordu. Ansızın utanmazlığın ardından mahcubiyet geliyordu. Utanmazlık bitip de vücutlarımızın hiçbir gizli numarası kalmadığında teklifsiz yakınlık varlığını sürdürebilir miydi?.. Tek bildiğim, ondan gizleyecek hiçbir şeyimin kalmadığıydı. Hayatımda kendimi hiç bu kadar özgür ya da güvende hissetmemiştim.”
Mahremin özgürleştirici duygusu her iki kitaba da hâkim. Oliver’la ilk sevişmelerinin yarattığı o kendi bedeniyle ne edeceğini bilememe hâlini üzerinden atan ve tutkuya, içinde uyanan heyecanlara teslim olan Elio, Oliver’ı hayal ederek şeftaliyle mastürbasyon yaptığında aslında bilerek âşığına yakalanmak ister. Şeftaliyi neredeyse bilerek orada bırakmış, “haylazca, utanmış gibi yapmıştır”. Ne beklediğini bilemez, artık her şey yeni bir maceradır. Oliver şeftalinin tamamını Elio’dan bakışını bir an bile ayırmadan yerken, aşkın hayat kadar esrik kapsayıcılığına gönderme yapar: “Senden önceki insanların sayısını bir düşün…. Gerilere giden bütün Elio kuşakları ve çok uzaklardakiler, bunların hepsi, seni sen yapan şu damlanın içine sıkışmış. Şimdi, tadına bakabilir miyim?” Sarsılan Elio’nun bir anda akan gözyaşları eşliğinde teslim olmaktan öte çaresi yoktur: “…buna karşı mücadele etmek yerine, orgazmda olduğu gibi bıraktım kendimi, sırf ben de ona aynı şekilde özel bir şeyimi gösterebilmek için. Ağlamamın nedeni, hayatımda hiç bu kadar minnettarlık hissetmemem ve bunu göstermenin başka bir yolunun olmamasıydı.”
Bul Beni’de bu duyguyu geri çağıran ve bu anlamda Oliver dışında anlatılmaya değer olan tek kişi Michel olur. Bir insanı diğerinden farklı ve hafızada kalıcı kılan hep küçük ayrıntılardır. Yoksa seks de nihayetinde dünya yüzünde her gün her an yaşanır. Elio’nun birkaç cümle haricinde anlatmaya dahi değer bulmadığı o “ara sıra”ların aksine Oliver’dan sonra bizimle paylaşmak istediği Michel, Elio’ya kaybettiğini bile fark etmediği ruhunu geri verir. İlk kez yine kayda geçmeye değer bir şimdi vardır:
“ ‘Canımı yakmıyorsun,’ dedim içtenlikle, ‘canımı yakmıyorsun, canımı yakmıyorsun, yakmıyorsun, yakmıyorsun,’ dedim, sonra, bu sözleri istemediği kadar çok tekrarlarken onun aynı zamanda o gece yanımda taşıdığım her şeyi geride bırakmama yardımcı olduğunu fark ettim; düşüncelerimi, müziğimi, hayallerimi, adımı, aşklarımı, tereddütlerimi, bisikletimi; geri kalan her şey salondaki ceketimle çantamın ceplerindeydi ya da sokaktaki bisikletimin, asansöre binmeden önce ta aşağıda bir işaret levhasına kilitlediğimiz bisikletimin çantasını tıkıştırılmıştı.”
Elio, küçük ayrıntıları fark eden bunları özenle depolayan bir hafızaya sahiptir: “Seksin sıradışı bir yanı yoktu ama bana havluları uzattığı andan itibaren her şeye dikkat etmesi çok hoşuma gitmişti, vücudumla ilgilenişi, zevk almamı istemesi, her şeye özen göstermesi, hep nazik ve ince davranması, onun yarı yaşındaki genç bedene adeta hürmet etmesi. Önce elimi sonra da bileğimi ovup okşaması bile, gözlerim kapalıyken benden ona güvenmemi istemesi, başka da hiçbir şey istememesi, sadece bilekleri ovup elimi nazikçe yatağa koyması; insanı görüp görebileceği en nazik davranış…”
Korku da arzuya dahil
Cinselliğin doğallığı kahramanların korkularını da en az arzuları kadar anlatıya içkin kılar. Mükemmel sanatsal anlar yoktur, aksine Aciman’ın yaratıcı gücü hayatı olduğu gibi aksettirme kararlılığında ve insana dair her şeyi anlatılır kılma ustalığındadır. Bul Beni’nin tam yirmi yılın sonunda Elio ve Oliver nihayet yan yana geldiğinde yatakta şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemez halde kalakalır. Aciman, tutkulu kavuşmalarla yetinmez, öncesini, o afallatan ama bir o kadar da doğal olan tereddütü gösterir önce. Yine kahramanlarını önümüzde çırılçıplak bırakarak ve bizden de aynı çıplaklığı talep ederek usulca:
“Aynı evdeydik, her şeyin başladığı yerde; ama biz aynı kişiler miydik? Jet lag’i bahane etmeye çalıştı, ben de inanmış gibi yaptım, o sırada bana sırtını döndü, bense soyunmadan önce ışığı söndürdüm. Hayal kırıklığına uğrama korkumu, çok daha feci olan onu hayal kırıklığına uğratma korkusuyla karıştırdım. Sonunda dönüp konuştuğunda onun da benzer şeyler düşündüğünü biliyordum. ‘Elio, bir erkekle sevişmeyeli yıllar oldu,’ dedi ve gülerek ekledi, ‘nasıl yapılacağını unutmuş olabilirim.’ Arzunun çekingenliğimizi yenebileceğini düşünmüştük ama tuhaflık hissi bir türlü gitmiyordu. Karanlıktayken bir noktada aramızdaki gerilimi hissederek, belki de bizi geri tutan şeyi dağıtabileceği düşüncesiyle konuşmayı bile teklif ettim. İstemeden mesafeli bir davranıyorum, diye sordum. Yo, hiç mesafeli değildim. Zorluk mu çıkarıyordum? Zorluk çıkarmak mı? Hayır. O zaman sorun neydi? ‘Zaman’ diye yanıt verdi. Her zamanki gibi tek söylediği bu oldu. Zamana mı ihtiyacı vardı, diye sordum, yatağımızda ondan uzaklaşmaya yeltenerek. Hayır, diye yanıt verdi. Çok fazla zaman geçtiğini söylemek istediğini anlamam biraz vaktimi aldı.”
Elio o mesafe hissini kaldırmak ve korkularla savaşmak için sadece sarılmayı önerir. “Sonrasına bakar mıyız?” diye takılır Oliver. Ne de olsa, şu meşhur “daha sonra” (later) kalıbı, hani bir zamanlar her işittiğinde Elio’nun kâbusu olan o söz, paylaşılan yakınlığın ifadesidir. Elio ve Oliver’ın gücü biraz da kendileri ve birbirileriyle alay edebilmelerinde, ironiyi hiç elden bırakmamalarında saklıdır. Nefesi ve sıcaklığı paylaşarak, daha da önemlisi tıpkı aşkta olduğu gibi cinsellikte de sadece birbirlerine sakladıkları ayrıntıları itiraf ederek sabaha karşı sevişirler. Ten de ruh gibi birbirini hatırlar.
Bu hatırlayış, yıllara ve yollara meydan okuyan, emekle ve güvenle örülmüş ortak bir hafızanın ürünü. Elbette iki sevgili de birbirinde ve yaşadıklarında ayrı şeylere takılıyor ama bu farklı ayrıntılar birbirini tamamlıyor. Elio’nun haftalara yayılan o yakıcı gözlemleri daha dün gibi: “Sicilya’da bir arkeolojik kazıya gitmiştin, kolların iyice yanmıştı, onları ilk odasında fark etmiştim; ama iç kısımları bembeyazdı, damarlıydı, mermer gibiydi, öyle narin görünüyorlardı ki. Her iki kolunu da öpmek, her iki kolunu da yalamak istedim.” Oliver da konuk akademisyen olarak geçirdiği yılın sonunda boşalttığı evindeki davet sırasında ona tuhaf biçimde tutkuyu ve dolayısıyla Elio’yu hatırlatan yeni tanıdıkları Erica ve Paul’le kâh hatıralara kâh hayallere dalarken Paul’un “İstersen senin için bir daha çalabilirim” diye eklediği Bach’tan ‘Sevgili Kardeşinin Gidişi Üzerine’ parçasını çalmasıyla sarsıldığında kendi hafıza ağına takılmış ayrıntılarla yüzleşiyor bir anda: “[Paul] belki de şunu demek istemişti: Müzik hayatını değiştirmezse, sevgili dostum, en azından tamamıyla sana ait bir şeyleri hatırlatabilir sana; belki gözden yitirdiğin ama aslında hiçbir zaman yitmeyen, doğru notalarla çağrıldığında hâlâ yanıt veren bir şeyleri, tıpkı bir parmağın doğru dokunuşu ve notalar arasındaki doğru es sayesinde uzun uykusundan nazikçe uyandırılmış bir ruh gibi. Senin için bir daha çalabilirim. Yirmi yıl önce biri bana benzer bir şey söylemişti: Bu da benim Bach yorumum…Benim, değil mi, aradığın benim, bu akşam müziğin çağırdığı benim… Bul beni Oliver. Bul beni.”
Böylece iki sevgili, o zamana değil yaşanmış, yaşanıyor olan ve yaşanacak tüm aşkları içeren bir bağla buluşur. Adınla çağırdığını bulmak tam da budur zaten. Ya da Elio’ya bırakırsam sözü, çember zamanı kapatan bir şimdidir. Hayali kurulmuş bir anı, hatırlanan bir hayal: “…O, hiç olamadığım kadar bendi, çünkü yıllarca önce yatakta o ben olduğunda ve ben o olduğumda, o benim kardeşim, arkadaşım, babam, oğlum, kocam, sevgilim, kendimdi ve sonsuza dek, yaşamın çatallanan tüm yolları yapacaklarını yaptıktan çok sonra da hep öyle kalacaktı.”