Trans-ırk, ırk geçişleri ve geçişken ırk: Bir kimlik seçimi olarak ırkın yeniden doğuşu (1)
Irk tarih boyunca sömürgecilik, kölelik ve ayrımcılıkla şekillendiği için, bireysel özgürlük çerçevesinde ele alınan trans-ırk veya RCTA gibi kavramlar, bu tarihsel bağlamla nasıl örtüştürülebilir?
26.09.2024
Hayvan çocukları anlatırken ve anlamaya çalışırken aklımdaki ilk soru insan olma halinin tam olarak ne ifade ettiği ve bu halin özellikle Siborglar ve hayvanlar ile tanımlandığında, böylesi bir kimliğin insanlık durumuna ne kadar dahil edilebileceğiydi. Herhangi bir konuda, özellikle hayatın temel taşı olarak varsaydığımız kavramlarla çalışırken, kendimce vardığım noktalar genellikle cevaplardan değil de sorulardan oluşur. Aklımdaki soru aslında şunun gibi bir şey: Biyolojik gerçekliğin ortaya koyduğu belirleyici etkenler üzerinden bir toplumsal insanlık kimliğine dönüşüyor ve bu kimlik insan olma halini kısıtlıyor, sınırlıyor, doğalından, doğasından ve bağlamından mecburen koparıyor olabilir mi? Peki böyleyse, bu biyolojik sınırların baskın çıktığı yahut tümüyle tanımladığı bir insanlık yerine, bağlamsal bir insan olma halinin mümkün olabileceği fikrini araştırmak için sınırları biraz daha esnetmek gerekiyor. Bu kimlik esnekliğini anlayabilmenin en iyi yollarından biri de Butler’ın izinden giderek sadece cinsiyetin değil tüm kimliklerin performatif olduğunu temel metodoloji olarak kabul etmek. Böyle düşününce, haliyle, bu esneklik, kimliklerin, insan deneyimine uzaktan ya da yakından dokunmuş, insan ile iletişime geçmiş canlı ya da cansız her türlü şey üzerinden tanımlanabilmesini sağlayabilir. Ya da, sağlayabilir mi?
Mutlak doğru olarak kabul ettiğimiz şeylerin en temelinde biyolojik olarak insanlığa özgülenmiş bedenin evleviyetle insanlık sıfatını kazandırması varsa, bir diğer mutlak varsayım da ırk. Bunun politik bir tarafı tabii ki var. Organizmanın gözlemlenebilir fiziksel özellikleri ve buna bağlı hareket sınırları, yani davranışsal özellikleri fenotipi oluşturur, pek tabii. Uzun bir zaman boyunca da bu özellikler, ırk diye bildiğimiz bir kurgunun üzerine oturdu. Irkın kurgusallığı tabii ki bambaşka bir konu. Modern bilim ırkı, toplum tarafından belirlenen kurallara göre atanan ve kimliklerden oluşan bir toplumsal kurgu olduğunu söyler. Bunu biraz daha detaylı anlatacağım, ama şimdilik kenarda bir yerde dursun.
Çünkü bunun diğer tarafında, özgürleşen, sınırları aşan kimlik hareketlerinin tuhaf bir azat tezahürü olarak trans-racialism, yani ‘trans-ırk’ kavramı ortaya çıktı. Bu ikisinin arasındaki zıtlık, hemen fark edilebilecek kadar açık olmasa da, özgürlük-kimlik-jenerasyon ve bedenle ilişkisi ile ilgili tartışmada bence önemli bir yere oturuyor. Halihazırda var olan, yeni yaratılan, yıkılan ve isyan edilen kimlikleri düşünürken, ırk üzerine kurulmuş koskocaman bir politik bağlamın karşısında, ırklar arası geçiş yapmak isteyen bireylerin bu geçişi özgürlüğe özgülemesi, üzerine düşünmemizi gerektiren bir zıtlık oluşturuyor.
Trans-Irk nedir?
Önce trans-ırk tam olarak ne demek, bu akım nereden çıktı, politik ve uluslararası düzlemde nereye oturuyor, ona bakalım. Transracialism, yani trans-ırk, bir bireyin doğuştan sahip olduğu ırksal veya etnik kimliğinden farklı bir kimliği benimseme arzusunu ifade eder. Bu kavram, kişinin kendisini farklı bir etnik kökene ya da ırka ait hissetmesi ya da bu ırkla özdeşleşmesi durumunda ortaya çıkıyor.
Temelde transracialism’in, transgender/trans cinsiyet ile teorik ortaklığı bulunuyor aslında. Her iki durumda da birey, doğuştan sahip olduğu biyolojik ve sosyal kimlikten farklı bir kimliği benimser ve bunu bedensel olarak da tanımlar. Daha çok cinsiyet kimliği konusunda tartışılan transgender, yani doğumda atanmış olan cinsiyetten farklı bir cinsiyet kimliği benimseme literatürüne dayandırılarak bir altyapıyla destekleniyor, anladığım kadarıyla. Transracial bireyler, doğumda atanmış olan ırk kimliklerinden farklı bir ırk kimliği benimsedikleri için, özellikle kişinin kendi kimliğini belirleme ve öyle yaşama özgürlüğü kapsamında, doğumda atanmış kimliğin değiştirilmesiyle sonuçlanıyor. Bu kimlik değişimi, bireyin hissettiği ırksal aidiyeti ve kendini bu ırk ile ifade etme arzusunu yansıtır.
Bu kavramın temeli çok geriye gitmiyor — en azından benim bulabildiğim kadarıyla. Kısa bir not düşeyim: 2000’lerin başında biraz da olsa Michael Jackson’ın estetik ameliyatı ile ilgili konuşulmuş, özellikle Michael Jackson’ın ameliyatının aslında vitiligo değil, “etnik estetik” ameliyatı olduğu ve bir beyaz gibi göründüğü iddialarıyla gündeme gelmişti. Haiken Venus Envy: A History of Cosmetic Surgery kitabındaki ‘The Micheal Jackson Factor’ (Micheal Jackson Etkisi) bölümünde, her ne kadar Jackson’ın estetik operasyonunun etnik amaç taşıyıp taşımadığı tartışmalı da olsa, tüm bu ırk değişikliği kaygısının temel bir ırklar-arası üstünlük-aşağılık politikasının dışavurumu olduğunu söyler.
Bugün ise trans-ırk operasyonlarının sayısı giderek çoğalıyor. Son yıllarda Uzak Doğu’da önemli bir sektör oluşurken, 2015 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle Rachel Dolezal’ın adında bir üniversite öğretim görevlisinin söylemleri üzerinden kitlesel bir tartışma konusu haline geldi.
Dolezal etrafında dönen tartışmadan biraz bahsetmek istiyorum. Dolezal, doğumu itibariyle beyaz bir kadın olmasına rağmen kendisini (özellikle düzenli solaryum kullanarak ve saçlarını Afrika örgüsü yaparak) siyahi bir birey olarak tanıttı, Siyahların haklarını destekleyen ve korumak için örgütlenmiş NAACCP (National Association for the Advancement of Colored People) bünyesinde üst kademelerde yer aldı. Mesela NAACCP’nin Spokane şubesinde (Washington eyaletinin ikinci büyük kenti) başkanlık yapmış ve Afro-Amerikan toplulukların haklarını savunmuş. Oysa Dolezal 1977’de beyaz bir kadın olarak beyaz bir aileden doğmuş ve yine beyaz bir aile tarafından büyütülmüş. Yetişkinlik döneminde kendisini siyah olarak tanımlamaya başlamış ve bu kimlikle hayatını sürdürmüş. Bu süreçte de tenini düzenli olarak bronzlaştırmış ve saçlarını Afro tarzında şekillendirerek siyahi bir kadın kimliğiyle kuruluşta yer almış.
McGreal’ın makalesinden anladığım kadarıyla belli bir zamana kadar kimse Dolezal’ın siyahi kimliğini sorgulamıyordu, ta ki Dolezal’ın biyolojik ebeveynleri televizyonda Rachel’ın aslında beyaz olduğunu açıklayana kadar. Bu açıklama, Dolezal’ın kimlik iddialarını bazıları nezdinde çürüttüğü için kültürel hırsızlıktan sahtekârlığa kadar birçok suçlamayı da doğurdu. Tartışmalar çok yönlüydü: Bunların bir boyutu Dolezal’ın NAACP’de yetkili bir pozisyona gelebilmesindeki en büyük etkenin siyahi bir birey olmasıyla alakalıydı, çünkü ancak doğumda atanan ırkı nedeniyle gördüğü ayrımcılık sayesinde gerçekten diğer dezavantajlı ve ırkçılığa maruz kalmış bireylerle ortaklaşabileceği öne sürüldü. Fakat tartışmanın başka bir boyutu da vardı: Transracial birey nedir ve daha da önemlisi ırk kimliğinin biyolojik ve sosyal boyutları nelerdir? Bu unsurların ne kadarı gerçekten değiştirilemez (veya değiştirilmesi teklif bile edilemez)?
Bunun karşılığında yine McGreal’le The Guardian gazetesinde yayımlanan söyleşisinde Dolezal, siyahi kimliği benimsemesinin bir aldatmaca ya da manipülasyon olmadığını, aksine bunun kendisi olma ve kimliğini ifade etme çabasıyle ilgili olduğunu söylüyordu. Dolezal, siyahi kimliği benimseyerek insanları rahatsız etmeyi yahut bu kimliği kullanarak bir yerlere gelmeyi amaçlamadığını, altta yatan nedenin sadece kendisi olma ihtiyacı olduğunu anlatıyordu. Kendisi olmak, Dolezal için özdeşleştiği kimliğin fiziksel özelliklerini de taşımak anlamına geliyordu.
Tabi bütün bu trans-ırk tartışması Dolezal’la bitmedi. Amerika’da 2015 ile 2019 arasında bu tartışmalar yaşanırken, dünyanın öbür ucunda da RCTA diye yeni bir kavram ortaya çıktı. RCTA, yani Race Change to Another, Türkçe karşılığıyla ‘Başka Bir Irka Geçiş’ demek. RCTA genellikle çevrimiçi topluluklarda ortaya çıkan ve bireylerin kendilerini doğumda atanmış olan ırk kimliklerinden farklı bir ırka ait olarak tanımlamaları sürecini ifade edecek şekilde 2020 civarında Orta Asya ve Uzak Doğu’da ortaya çıkıyor: Aslında tanımı transracialism ile tamamen aynı. Fakat RCTA topluluklarının metodolojileri solaryuma gitmek değil, daha çok meditasyon, estetik ameliyat ve belirli davranış kalıplarını takip etmek. Tüm bunların arasında en çok estetik operasyonlar ilgimi çekti araştırırken. Mesela blefaroplasti, yani göz kapağı ameliyatı en çok olunan ameliyatlardan birisiymiş ve Asya kökenli olmayan RCTA bireyler, Asya göz yapısını elde edebilmek için bu ameliyatı yaptırıyorlarmış, yahut tam tersi. Rinoplasti, yani burun estetiği, cilt renginin açılması ve koyulaştırılması için cilt pigmentasyonunu solaryum dışındaki tekniklerle değiştirme gibi estetik müdahaleler de yaygın.
Agadjanian’ın araştırmasına göre Amerikalıların ırksal kimlik değişim oranları da yükseliyor. Araştırmada kullanılan beş farklı panel anketi sonucunda genel olarak Amerikalıların yüzde 5 ila 12’sinin zamanla ırksal kimliklerini değiştirdiği gözlemlenmiş ve bunun ortalaması da yüzde 8 ediyor — ki bu da her yüz kişiden 8’i ırksal kimliğini değiştiriyor demek. Beyazlar arasında ırksal kimlik değiştirme oranı yüzde 4 olarak saptanmış ve bunun karşılığında diğer etnik gruplardaki değişim oranlarının daha yüksek olduğu görülmüş. Şöyle bir cümle var makalede: “Özellikle karışık ırk (yaklaşık yüzde 52) ve ‘diğer ırk’ kategorisindeki bireylerde (yüzde 73), ırksal kimlik değiştirme oranlarının çok yüksek olduğu” saptanmış. Karışık ırk kategorisi makalede ya birden fazla ırk seçimi yapan bireyleri ya da ‘karışık’ şeklinde tek yanıt veren kişileri içeriyor. Diğer ırk kategorisi ise, panel soruları arasında standart ırk sınıflandırmalarının dışında kalan ve kendilerini bu şekilde tanımlayan kişileri kapsıyor.
Yani sonuçta trans-ırk, bireyin doğuştan sahip olduğu ırksal veya etnik kimliğinden farklı bir kimliği benimseme arzusunu ifade eden, toplumsal kimlik tartışmalarının yeni bir boyutunu oluşturuyor. Rachel Dolezal örneği gibi olaylar bu kavramı geniş kitlelerce tartışılır hale getirmiş, trans-ırk bireylerin kimlik tanımlama özgürlüğü ile toplumsal algıların nasıl çatıştığını ortaya koymuştur. Irkın sosyal bir yapı olduğuna dair bilimsel görüşler güç kazandıkça, kimlik değişimlerine dair bu tarz bireysel tercihler de daha çok gündeme geliyor gibi. Ancak bu tür kimlik geçişlerinin biyolojik ırk ve sosyal aidiyet kavramları üzerinden tartışılması, konunun karmaşıklığına işaret. Irk sadece (varsayılan) biyolojik bir gerçeklik değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve politik bağlamların şekillendirdiği bir kimlik unsuru olarak ortaya çıkıyor burada. Transracialism ve RCTA gibi olgular, bu kimliklerin ne kadar esnek ve değiştirilebilir olduğunu tartışmaya açarken, aynı zamanda bu geçişlerin toplumsal kabul ve tepkilerle nasıl karşılandığını da gösterir aslında.
Irk var mı peki?
Pek tabii ki, ırklar arası geçiş yapmak, çekik gözlü değilken ameliyatla çekik gözlü olan, beyazken siyah olan kişiler varken, ırk kavramının en azından politik bir var oluşa ve duruşa denk gelmediğini söylemek aymazlık olur. Ama bir de, ırk kavramının akademik çevrelerde nasıl tartışıldığına bakmak gerek. Yani sorumuz: Irk var mı gerçekten — ‘gerçekten’, yani biyolojik olarak? Yoksa politik olarak ırk kavramının temeli, hep iddia edildiği gibi bir biyolojik mutlaktan oluşmuyor mu?
Öncelikle araştırmalar, biyolojik olarak ırk kavramının anlamlı bir temele dayamadığını ve daha çok sosyal bir kurgu olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söylüyor. Örneğin, Jian-peng ve arkadaşlarının çalışmalarında ırk olarak adlandırılan genetik farklılıkların insan türünde oldukça sınırlı olduğunu ve insan genetik çeşitliliğinin büyük ölçüde bireysel düzeyde olduğunu göstermişler. Bu nedenle biyolojik anlamda ırk kategorileri aslında geçerli değil, dolayısıyla da ırk, bu şekliyle, daha ziyade sosyal ve tarihsel bağlamlarda kullanılan bir kavram. Yani ırk dediğimiz şey, büyük ölçüde insan türündeki genetik farklılıkların kategorileri arasında değil, bireyler arasında görülüyor. Biyolojik kategorilerin birbirinden, ismine ‘ırk’ denecek kadar farklılaşmadığı artık bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış.
Benim anladığım şu: Bilim insanları uzun yıllar boyunca ırk kavramını biyolojik farklılıklara dayandırmaya çalıştılar. Fenotip, yani gözle görülebilen fiziksel özellikler (örneğin ten rengi, göz şekli), insanlar arasında farklılık gösterir. Bu farklılıklar tarih boyunca ırk kategorilerine dayanak olup durdu. Ancak bugün geldiğimiz yerde genetik bilimindeki ilerlemeler, bu ayrımın bilimsel temellerinin çok zayıf olduğunu ortaya koydu. Örneğin, Human Genome Project gibi büyük çaplı genetik projeler, insanların genetik çeşitliliğinin aslında oldukça sınırlı olduğunu gösterdi. Mesela Jorde ve Wooding’in 2004 tarihli makalesinde genetik varyasyonlar bireyler arasında görülürken, bu varyasyonların coğrafi ya da fenotipik sınırlara dayalı olmadığını ortaya koydu. Genetik olarak farklı ırklar olarak tanımlanan gruplar arasındaki farklar son derece küçük. İnsan genetik yapısı sanıldığından çok daha homojendir ve bu da biyolojik anlamda ırk kavramının geçersiz olduğunu savunur. Aynı zamanda Amerikalı biyolog Lewontin’in 1972 tarihli ünlü çalışması zaten, insanlardaki genetik çeşitliliğin %85’inin, aynı “ırk” içerisindeki bireyler arasında görüldüğünü, ırklar arası farkın ise çok küçük olduğunu gösteriyordu. Bu çalışma halihazırda, ırksal sınıflamaların biyolojik bir temele dayanmadığını anlatıyor.
O zaman ırk biyolojik bir gerçek değilse nedir? Biyolojik temellerin geçersizliği, ırkın sosyal bir yapı olarak varlığını reddetmiyor tabii ki. Aksine bu durumda ırk, sosyal, kültürel ve politik süreçlerle şekillenmiş bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Hepimizin bildiği gibi ırk tarih boyunca farklı amaçlar için kullanılmış, özellikle sömürgecilik, kölelik ve ırksal ayrımcılık gibi süreçlerde güçlü bir ideolojik araç haline gelmiş.
Özgürlük, ırk, ve bir tercih olarak ırk
Özgürlükçülük, bireyin kendini ifade etme hakkını savunurken, “bana ne, sana ne” mantığını benimser ve bu durum, başkalarına doğrudan zarar vermeyen kimlik geçişlerinde meşruiyet kazanır. Yine de burada ırk meselesindeki ikilemi daha net açmak gerekiyor. Biyolojik anlamda ırkın var olmadığını kanıtlayan bilimsel gelişmelere rağmen, ırkın sosyolojik, politik ve psikolojik düzeyde güçlü bir gerçeklik olarak sürmesi, bu kimlik geçişlerinde önemli bir çelişki yaratır. Irk tarih boyunca sömürgecilik, kölelik ve ayrımcılıkla şekillendiği için, bireysel özgürlük çerçevesinde ele alınan trans-ırk veya RCTA gibi kavramlar, bu tarihsel bağlamla nasıl örtüştürülebilir? Buradaki çelişkinin temelinde, ırkın sosyal bir yapı olarak bir noktaya kadara baskı, yıldırma, dışlama, yok sayma ve sömürü aracı olarak kullanılırken, son zamanlarda bir özgürlük söyleminin aracı haline gelmesi yatıyor aslında. Herhangi birinin özgürce farklı bir ırkı benimsemesi, özellikle beyaz birinin siyah kimliğine geçiş yapması gibi örneklerde, tarihsel travmalar ve toplumsal hiyerarşilerle yüzleşmek zorunda kalmadan bunu yapması, bana çok da kabul edilebilir bir şey gibi gelmiyor. Aynı şekilde tüm bu tarihsel ve toplumsal yapılarla ve eşitsizliklerle ilgili olan tarafından bakmadan, Asyalı birinin beyaz ‘Avrupalı’ ırk özelliklerini alabilmek için ameliyat olmasının nedenlerini anlamamız bence mümkün değil.
Birçok yazımda söylediğim gibi düşünme, sorgulama ve bir şeyin özüne inme amacı, cevaplar aramaktan çok soruların rehberliğinde bir yere gidebilmeyi gerektiriyor benim için. Bu yüzden yine, belki de cevabım çok da açık olmayan sorular soracağım. Öncelikle Foucault’yu tekrar ederek kimliğin, toplumsal iktidar yapıları tarafından inşa edildiğini ve bireylerin bu iktidar ilişkileri içinde konumlandırıldığını söyleyerek başlayalım. Yani kimlikler, toplumsal normlar, kurumlar ve söylemler yoluyla şekillendirilir, bu nedenle de bireylerin kimlikleri üzerindeki özgürlük mücadelesi, aynı zamanda bu iktidar yapısına karşı da verilen bir mücadele haline gelir. Foucault’ya göre, özgürlük, bireyin kimlik üzerindeki bu iktidar mekanizmalarını tanıması ve onlara karşı direnmesiyle mümkündür. Yani kimlik tercihleri, bir özgürlük mücadelesi olduğu kadar, bireyin bu iktidar yapılarına meydan okuma biçimi olarak da görülür.
Çok kısaca trans-ırk söylemine döneyim, ve teorik tartışmayı bir sonraki yazıya bırakacak da olsam, altta yatan soruyla bu yazıyı bitireyim. Transracialism’in en temelindeki sav neydi? Kişinin doğduğu değil kendi seçtiği ırka mensup olması, kişisel bir özgürlüktür, çünkü kişi, ırka bağlı kimliğini de seçme hakkına sahiptir.
Yani ırk, bireysel bir kimlik tercihi midir?
(devamı sonraki yazıda.)