Trump dönemi: Çin-Amerika ilişkileri nasıl görünüyor?
Trump Yönetimi’nde Çin’e yönelik “Şahinler” ve “Sempatizanlar” arası şimdilik bir denge var. Ama son kertede, son karar alıcı Trump’ın kendisi olacak

22.02.2025
ABD Başkanı Donald Trump’ın başkanlığının ilk haftaları, ülke içindeki radikal revizyonun yoğunluğu ile gerçekten de baş döndürücüydü. İkinci Trump döneminin ilk dış ilişkiler gündemi, komşuları Kanada ve Meksika ile yaşanan gümrük vergileri ve diğer konulardaki polemiklerden oluştu. Ardından da, Trump’ın “Gazze’nin boşaltılmasına” yönelik üst üste açıklamaları, Ortadoğu’yu şoke etti. Gazze’ye yönelik tartışmaların ardından, ABD’nin Rusya ile perde arkasındaki görüşmeleri kamuoyuna yansıdı ve Trump Yönetimi’nin Ukrayna Savaşı’na yönelik Moskova ile görüştüğü geçtiğimiz hafta, ABD’nin Transatlantik ittifakının belkemiğini oluşturan garantilerle ilgili Varupa’yı sarsan açıklamaları geldi. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da, dış ilk seyahatlerini Güney Amerika ve ardından da Avrupa ve Ortadoğu’ya gerçekleştirdi.
Şimdiye kadar, Trump döneminde Çin, beklendiği derecede ön plana çıkmadı. Elbette, çok da vakit geçmeden ABD’nin dış politika odağını Çin’e yönlendirmesi bekleniyor. Peki, şu geçtiğimiz bir aylık süreçte, görev süresi başladığından beri, Trump Yönetimi’nin Çin’e yönelik tavrı nasıl gözüküyor?
Önce geçmişi anımsayalım…
“Dünyanın en önemli ikili ilişkisi” olarak adlandırılan Çin-ABD ilişkisi, Trump’ın ilk döneminde önemli ölçüde kötüleşti. ABD ve Çin arasında “Angajman/Engagement” olarak bilinen ve on yıllar süren dönem, Trump’ın ilk başkanlığı döneminde yerini, “ticaret”, “Tayvan”, “teknoloji” ve “Güney Çin Denizi” gibi her konu başlığında artan gerginliğe ve hatta düşmanlığa yol açtı. Amerikan kamuoyunda, Çin’e yönelik kanaat önemli ölçüde bozuldu. Ve bu durum, bugüne kadar da yansıdı: birçok anket, Amerikalıların %70-80’inden fazlasının artık Çin hakkında olumsuz görüşe sahip olduğunu gösteriyor. Çin kamuoyunda da benzer bir durum söz konusu: Çin’deki birçok ankete göre de Çin halkının %70-80’inden fazlası ABD hakkında olumsuz kanaate sahipler. Oysa, Trump’ın ilk başkanlığı öncesi, her iki ülkede de, ağırlıklı olarak birbirleri hakkında olumlu görüşler hâkimdi.
Trump’ın “Şahin” Atamaları
Trump’ın Çin’e yönelik konular ve genel olarak atamalarında tercih ettiği isimler, iki ülke arasındaki ilişkileri de nasıl yöneteceği konusunda bazı ipuçları verdi.
Öncelikli olarak Trump, ABD Dışişleri Bakanı olarak üzere, ülkesinde Çin’e karşı en şahin politikacılardan biri olan Florida Senatörü Marco Rubio’yu seçti. Rubio, Sincan, Hong Kong ve Tayvan gibi “netameli” konular başta olmak üzere, Çin hakkındaki açık sözlüydü.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio
Rubio, 2020’de Çin hükümeti tarafından iki kez yaptırıma uğradı ve Çin’i ziyaret etmesi de yasaklandı. Başlangıçta, Çin’in bu yaptırımlar nedeniyle Rubio ile etkileşime girip girmeyeceği konusunda bile soru işaretleri vardı; ancak, 21 Ocak’ta Dışişleri Bakanı olarak göreve başladıktan sonra Çin Dışişleri Bakanı ve Merkez Dışişleri Komisyonu Ofisi Müdürü Wang Yi ile bir telefon görüşmesi yaptı. Özellikle Wang, Rubio’ya “haozi weizhi” demişti, bu da çeşitli şekillerde “uygun şekilde davran” veya “kendine göre davran” olarak çevrilebilir.
Trump ayrıca, bir diğer Floridalıyı, Temsilciler Meclisi Üyesi Mike Waltz’u Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atadı. Rubio gibi Waltz da, Çin’e karşı son derece sert tutumlar takınmıştı: örneğin, Çin’in çok önem verdiği 2022 Pekin Olimpiyatları’nın boykot edilmesini desteklemişti.
Öte yandan, daha önce Fox News’da TV sunucusu olarak çalışan ve hükümet deneyimi olmayan Savunma Bakanı Pete Hegseth’in Çin hakkında çok derinlikli bir görüşü yok gibi görünüyor. Ancak Hegseth, American Crusade (Amerikan Haçlı Seferi/Mücadelesi) adlı kitabında Çin’in “Demokratlar, solcular, laiklik, feminizm ve İslâm” ile birlikte ABD için en büyük tehdit olduğunu yazdı. Daha da önemlisi, Hegseth göreve geldiği ilk gün “Komünist Çin’in, Hint-Pasifik’teki saldırganlığını caydıracağını” söyledi. Hegseth’in açıklamalarında Çin’den, “Komünist Çinliler” olarak bahsettiğine dikkat çekelim.
Trump Yönetimi’ndeki bir diğer “Çin Şahini”, Çin’i “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünya çapında demokrasi ve özgürlük için en büyük tehdit” olarak nitelendiren CIA Direktörü John Ratcliffe. İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem de, Güney Dakota Valisiyken Çin’i defalarca “düşman” olarak adlandırdı. Noem, bir keresinde Çin’in en önde gelen teknoloji şirketi Tencent’in uygulamaların (Çin’in WhatsApp’ı olan WeChat gibi uygulamaları da içerecek şekilde) Güney Dakota’nın hükümet çalışanlarınca kullanılmasını da yasaklayan bir kararname imzaladı.
Trump’ın Birleşmiş Milletler’deki ABD büyükelçisi Elise Stefanik de bir başka “Çin Şahini”. ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick de, Trump’ın Çin’e daha yüksek gümrük vergileri koyması için baskı yapan önde gelen isimlerden. Lutnick gibi, ABD’nin Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer de benzer görüşte…
Trump yönetiminin Çin’e yönelik politikasında en etkili seslerden biri, uzun zamandır gümrük vergilerinin koyu bir destekçisi (bu vergileri destekleyen birkaç ekonomistten biri) olan Harvard ekonomisti, Trump’ın Ticaret ve Üretim Kıdemli Danışmanı Peter Navarro. Navarro, Çin’e karşı özellikle radikal görüşlere sahip ve Çin’in “kötü” bir ülke olduğunu öne sürüyor. Ve Amerika ile dünyaya karşı ekonomik savaş yürüten varoluşsal bir tehdit olduğunu da ileri sürüyor. Navarro, Death by China (Çin Yüzünden Ölüm) adlı bir kitap bile yazdı.
Temelde, tüm dünyaya yüksek gümrük vergileri uygulanmasını destekleyen Navarro, Trump’ın ilk döneminde, 2018’de Amerika’yı Çin ile bir ticaret savaşı başlatmaya zorlayan önde gelen isimlerdendi.
Bir diğer “Şahin” isim de, Trump’ın en önemli politika danışmanı ve Beyaz Saray’daki en güçlü insanlardan biri olan Beyaz Saray Genelkurmay Başkan Yardımcısı Stephen Miller. Göçmen karşıtı görüşleriyle bilinen Miller’ın, ABD’nin önde gelen ticaret ortaklarına gümrük vergileri uygulanmasını desteklediği bildiriliyor. Miller, ayrıca 2018’de Çinli öğrencilerin Amerikan vizesi almasını tamamen yasaklamaya çalıştı. Miller’ın görüşleri o zamandan beri daha da radikalleşti. 2020’den itibaren sosyal medyada birkaç kez Çinli vatandaşların Amerikan vizesi alması ve ABD’ye girişlerinin tamamen yasaklanması çağrısında bulundu. Miller’ın bu görüşü Navarro tarafından da desteklendi.
Trump Yönetimi’nin Çin Sempatizanları
Trump Yönetimi’nde sadece Çin’e karşı sert ve hasmane tutumları olanlar yok. Çin’e gayet sempatiyle yaklaşanlar da var. Örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bünyesindeki düşünce kuruluşu “Politika Planlama” (Political Planning) biriminin direktörlüğüne atadığı Michael Anton… Anton, daha önce Çin ile Tayvan konusunda savaşa girmenin Amerika’nın çıkarına olmadığını yazan ve ABD’nin adaya askeri olarak taahhütte bulunmaması gerektiğini söyleyen bir isim.
Trump ayrıca Elbridge Colby’yi Savunma ve Politika Müsteşarı olarak atadı. Colby, bir yandan Çin’e yönelik “şahince yaklaşımlara sahip çünkü, Ukrayna ve Orta Doğu’ya yardımları keserek ABD’nin askeri kaynaklarının çoğunun Çin’e karşı güç toplamaya odaklanması çağrısında bulunuyor. Colby ayrıca, ABD Ordusu’nun özellikle Tayvan konusunda Çin’e meydan okumasını istiyor. Colby’nin duruşunun farkı, Çin ile rekabetin ideolojik değil; ABD’nin gücünü koruması için olduğunu öngörmesinde. Buna ek olarak, Çin’in saygıyla karşılanması gereken “yükselen bir güç” olduğunu da vurguluyor ve Çin’in siyasi sistemine müdahale etmeyi desteklemiyor. Colby, Tayvan’ın Demokratik Halk Partisi’ni (DPP) Çin’i “kızdırmakla” da suçlamıştı.
Şu anda Ulusal İstihbarat direktörü olan Tulsi Gabbard da geçmişte Çin ve Rusya ile daha yakın ilişkiler kurulmasını savunan yorumlarda bulunmuştu. Daha da önemlisi, Trump, “ABD’deki en iyi 10 diplomattan biri” olarak gösterilen Darren Beattie’yi Dışişleri Bakanlığında “Diplomasi ve Kamu işleri Müsteşarı” olarak atadı. Açık sözlü ve son derece aykırı görüşleriyle bilinen Beattie, Çin’i destekleyen çok sayıda Tweet paylaşmıştı. Beattie, bir keresinde “NATO, Amerikan özgürlüğü için Çin Komünist Partisi’nden daha büyük bir tehdittir” diye de yazmıştı.
Beattie’nin diğer “ezber bozan” görüşlerinden biri, Amerika ve İngiltere’nin “Beyaz nüfusa”, Çin’in Uygurlara davrandığından daha kötü davrandığı ve İngiltere’nin Çin yönetimi altında daha iyi durumda olacağı idi! Hatta, “Tayvan kaçınılmaz olarak Çin’e ait olacak, bu sadece zaman meselesi. Bunu engellemek için herhangi bir sermaye harcamaya değmez” de demişti. Beattie, Tayvan ile uğraşmak yerine; ABD’nin Çin ile, Afrika ve Antarktika’da alacağı tavizler karşılığında bir anlaşma yapması gerektiğini de önerdi. Normalde Beattie’nin görüşlerinin, onu neredeyse tüm ABD hükümet işlerinden men edeceği düşünülürdü. Aksine, şu anda ABD’deki en yüksek rütbeli diplomatlardan biri oldu.
En büyük “Joker”: Musk
Ancak, bugün ABD-Çin ilişkisindeki muhtemelen en büyük “joker” ve ilişkilerin seyrini değiştirebilecek kişi ise, Elon Musk. 450 milyar dolarlık net serveti neredeyse Londra’nın yıllık ekonomisi kadar olan milyarder iş adamı, Çin ile derin iş bağları olan Tesla da dahil olmak üzere birçok şirketin sahibi. Tesla, 2019’da Şanghay’da bir devasa bir üretim merkezi, yani bir “Gigafactory” açtı ve böylece, Tesla fabrikasının tamamına sahip; yani, bir Çinli şirketle ortak girişimde bulunmayan ilk yabancı otomobil üreticisi oldu. Musk’ın fabrikayı açmasına yardımcı olan yetkili, Şanghay’daki Komünist Parti Komitesi Sekreteri olan Li Qiang’dı; Li şu anda Çin Başbakanı ve Başkan Xi’den sonra ülkedeki en yüksek rütbeli ikinci yetkili. Tesla, 2024’te gelirinin beşte birini, ABD’den sonra ikinci büyük pazarı olan Çin’den elde etti.

Elon Musk
Musk’ın kendisi bugün ABD’deki en Çin yanlılarından biri. Çin’i açıkça birçok kez övdü. Amerikan halkını Çin halkına kıyasla “tembel” olarak nitelendirdi ve Çin hükümetini, ABD hükümetine nazaran “insanların mutluluğuna daha duyarlı” olduğu için övdü. Çeşitli vesilelerle de, kendisini “bir nevi Çin yanlısı” olarak adlandırdı ve “Çin’in büyük bir hayranı” olduğunu söyledi.
Siyasi açıdan da, Musk’ın Çin’in çizgisini onaylayan görüşleri var: Tayvan’ın Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünüyor ve Tayvan’ın Çin ile ilişkisini Hawaii’nin ABD ile olan ilişkisine bile benzetti. Ayrıca, Tayvan’ın Hong Kong’a benzer şekilde Çin’in “özel idari bölgesi” olması gerektiğini de söyledi. Elon Musk ailede Çin’e ilgi duyan tek kişi değil; annesi Maye Musk Çin’i sık sık ziyaret ediyor. Uzun zamandır modellik yapan annesi, Çin uygulaması Xiaohongshu’da popüler.
Musk’ın ABD’nin Çin’e yönelik politika yapımında ne kadar ve ne kadar etkisi olacağı bilinmiyor. Ancak, ABD hükümetinde Trump’tan sonra ikinci sırada yer aldığını çoktan kanıtladı. ABD’nin Çin’e yönelik politikası üzerinde etkisi olduğuna dair emareler de var.
Trump’ın göreve başlamasından kısa bir süre önce, ABD milletvekilleri muhtemelen Musk’ın etkisine yönelik kaygıları nedeniyle, Çin’den yatırımları kısıtlayan bir maddeyi bütçe tasarısından çıkarmıştı.
Musk, ABD hükümetinin dış yardım vermekle görevli devlet birimi olan Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı’na (USAID) karşı büyük bir kısıtlama harekâtı başlattı ve bu da kurumun neredeyse kapanma noktasına gelmesine neden oldu. USAID projelerinin bir parçası olarak, Çin’le ilişkili birçok sivil toplum grubu, genellikle Çin’in çıkarlarına veya siyasi sistemine (özellikle Sincan veya Hong Kong gibi bölgelerle ilgili olarak) meydan okuyarak USAID’den fon alıyordu. USAID’in faaliyetleri durma noktasına gelince, bu yardımlar da noktalandı. Musk ayrıca, Çin hükümetinin özellikle Hong Kong’da Çin siyasetine müdahale ettiği için sert bir şekilde eleştirdiği ABD hükümeti tarafından finanse edilen bir kuruluş olan Ulusal Demokrasi Vakfı’nı hedef alıyor.
Bu atamalar sonucunda Trump Yönetimi’nde Çin’e yönelik “Şahinler” ve “Sempatizanlar” arası şimdilik bir denge var. Ama son kertede, son karar alıcı Trump’ın kendisi olacak. Rusya konusunda da, son derece “Şahin” davrananlar, Kremlin ve Beyaz Saray arasında temaslar başladığından beri, “Başkanlık” politikasına sadık davranıyor. Trump’ın Çin’e yönelik politikalarının nasıl olabileceğine yönelik analizimize, bu serideki başka yazılarla devam edeceğiz.