Türkiye’de Internet gazeteciliği: Xn’den bugüne ne değişti?
Kopyala-yapıştır haberciliği ekonomik etkisi kadar, haberlerin yeniden üretim sürecinin etik ve politik etkileri açısından da eleştirilmeli
06.09.2015
SARPHAN UZUNOĞLU *
Türkiye’de Internet’in miladı olarak kabul edilen tarih 2 Nisan 1993. Bu tarihte ODTÜ üzerinden ilk Internet bağlantısı gerçekleşmişti. Matbu yayınlar söz konusu olduğunda ise Internet açısından milat olarak kayda geçen tarih MEB kaynaklarına göre 1995 yılına denk düşüyor. Aktüel dergisi 1995’in Temmuz ayında Boğaziçi Üniversitesi’nin sunumcu bilgisayarları üzerinden, yine bu üniversitenin öğrencileri tarafından güncellenip dünyaya açılıyordu. Bu “dünyaya açılma” ifadesinin gerçekçiliği tartışılabilir olsa da Internet yayıncılığının geleceği konusunda Türkiye söz konusu olduğunda iyimser bir tablo çizmekten uzaktayız.
MEB verilerine göre 20. yılındayız diye tanımladığım Internet gazeteciliği elbette Web’in evrimine paralel olarak önemli badireler atlattı. Atlatılan onca badirenin arasında unuttuğumuz bir yayın olabilir. 1996 tarihinde kurulan ve 1999 tarihinde kapatılan Xn’den bahsediyorum. Henüz birçok gazete dijital ortama taşınmamışken bugünkü Internet’ten haber alma alışkanlığımıza benzer bir ihtiyacı doyuruyordu Xn (eksen). Günlük gazeteleri tarayarak günün önemli köşe yazarlarını ve haberlerini derleyerek okura sunuyordu. Xn’in bu noktadaki işlevini yabana atmamak gerekiyor, zira 1996’dan 1999’a kadar süren bu yayın politikası bugün Türkiye’deki Internet gazeteciliğinin genel yayın politikalarına fazlasıyla uyuyor ve hatta onu tamamen tanımlama konusunda hiç gecikmiyor. Tabii 1996’da sadece Xn değil Milliyet Gazetesi de tüm içeriğini Internet ortamına taşıyarak bu yeni yayıncılık pratiğine adım atmıştı; ama içerik kürasyonu ve yeniden yayınlama bakımından bizim ele alacağımız örnek Xn. Çünkü bu deneyim Türkiye için bir model teşkil ediyor.
Türkiye’de Internet gazeteciliği bugün, ki bu kavramı da artık yeni medya normlarında yayıncılık olarak ele almakta fayda var, Xn’in belirlediği genel standartlar etrafında tıkanmış durumda. Farklı içerik yönetim sistemleri (CMS) etrafında kurgulanmış olan web sitelerine her geçen gün talep artıyor. Başlıca kullanılan içerik yönetim sistemleri WordPress, Drupal ve Joomla. Bunlar açık kaynak kodlu özgür yazılımlar genel olarak. Bazı ücretli eklenti ve temalarla desteklenerek bir hosting programı etrafında günlük 5-10 bin ziyaretçili bir site yıllık masrafı 1000 TL’yi aşmayacak şekilde rahatlıkla barındırılabiliyor. Bir de lisanslı ve yerli firmalar tarafından üretilen sistemler var. Ortak adı “haber sistemi” olan bu sistemler bir paket olarak satılıyor. Bu paketler 69 TL’lik yalın yazılımdan 1000 hatta 2000 TL’lik paketlere kadar ulaşabiliyor. Ortalama bir haber yazılımı belirli modüllerden oluşuyor, bu modüller sırasıyla haber modülü, yazar modülü, yorum desteği, arama, anket, özel sayfalar, künye, döviz, piyasalar, son dakika haberleri gibi görevlere sahip. Bu teknik iş bölümü konusunda bir şey söylemeden evvel buradaki modüllerin işlevlerinin devletin ideolojik aygıtı olarak işlev görebilen medyanın Bourdieu’nün daha önce K24’e yazdığım yazıda değindiğim anlamına bakmak gerekiyor, tarihe dayalı yayıncılık anlayışından gündem belirleyen işlevlerine dek bir üniforma ile karşı karşıyayız. Aynı şekilde Ulus Baker’in de bu konuyla ilgili ifadelerini anımsayalım:
Gazete adını verdiğimiz nesnenin bir yapısı, görsel-işitsel malzemenin bir sunuluş biçimi vardır. Sözgelimi günün önemli haberleri, ekonomi-maliye sayfası, kültür sayfası, spor vb. sayfası gibi. Üstelik bu sayfalar hiyerarşisinin, sözgelimi devletin, hükümetin bakanlıklar ve müdürlükler hiyerarşisiyle ne kadar koşut olduğuna dikkat edin. Kısaca söylemek gerekirse, belli konulara hasredilmiş özel basınla bulvar gazeteleri dışında gazete formu açıkça bir devlet formunu yankılamaktadır
Kaldığımız yerden devam edecek olursak tüm bu modüller belirgin bir standardı teşkil ediyor. O standart bugün web sitelerinin tasarımına da yansıyor. Özellikle Türkiyeli okurun tüketim alışkanlıklarına göre tasarlanmış haber yazılımları bu formu fazlasıyla yineliyor. Yani gazete dediğimiz nesne içeriğine gelmeden daha evvel bir nesne olarak daha “demokratik” olduğunu varsaydığımız Internet ortamında dahi hızla devletçi bir form alıyor. Bununla mücadele etmenin yöntemleri elbette var; başta WordPress olmak üzere birçok içerik yönetim sistemiyle form bağlamında daha özgür şeyler oluşturmak mümkün. Yine de form konusunda temalara dayalı bir değişiklik aslına bakarsanız yeni yayıncılık pratiklerinin gittiği yeri anlatmak bakımından oldukça yetersiz. Zaten benim de Xn’den bugüne Türkiye’deki gazeteciliğin yolculuğuna bakarken eleştirmek istediğim şey bu formdaki görünür zaaflar değil.
Kopyalamanın zararı var mı?
Türkiye’deki asıl problem içeriğin üretimi ve yeniden üretimi ile ilgili. Türkiye’deki haber sitelerine baktığımızda genel olarak en büyük problemin içerik özgünlüğü olduğunu görüyoruz. Google’da kopyala yapıştır içeriklerle ilgili bir sorgulama yaptığınızda en çok Türkiyelilerce sorulmuş sorulardan biri, Adsense (Google’ın yayıncılar için reklam koordinasyon programı) gelirlerine bunun nasıl yansıdığı oluyor. Bunun tipik bir örneği şu forum sohbetinde görülebilir. Kopyala yapıştır haberciliği olarak artık İletişim Fakülteleri’nin ders konularına kadar sızmış habercilikle ilgili kaygılar genel olarak ekonomik çerçeveye sıkışmış durumda. Kimse etik ve politik olarak bu haberlerin yeniden üretim sürecinin üstünde durmuyor, hatta muhtemelen bunu gerekli de görmüyorlar. Xn’in başlattığı gelenek bir şekilde sürdürülüyor, hatta bu gelenek üstünden ciddi gelir elde eden sitelerin olduğu bilgisine de sahibiz. Hatta bir Düzce Yerel Haber örneği var ki Taraf Gazetesi’nin en parlak yıllarında Taraf’ın internet şifresini bilmeyen ya da hesabı olmayan herkesin kendini Düzce Yerel Haber sitesinde bulduğunu anımsıyoruz. Kocaman bir ülkenin, dönemin en etkili gazetesini bir kopyala yapıştır sitesinden okuması vahim olduğu kadar farklı içeriğe ne kadar aç olduğumuzu da gösteren bir durumdu. Ama copy paste içerik her zaman kaliteli içeriğe erişimi sağlamıyor, hatta ortaya anlamsız bir gürültü çıkarıyor. Twitter Timeline’ınızda ardarda ajanslardan gelen haberin nokta ve virgülüne dokunulmadan eş zamanlı yeniden aktarımıyla karşılaşmanız size tek bir şey söylüyor: Rutin haber dediğiniz şeyin mutfağı artık oligopolleşti. Özel haber ise bir lüks haline geldi. Günde birkaç tane özel, güzel haber tüketebiliyoruz, bunların da kaynakları ya yeni türeyen Diken.com.tr, T24.com.tr veya köklü bir geleneğe dönüşen Bianet.org gibi kanallar oluyor ya da indie medya tiplerinden gelen olağandışı içerikler. Bu içerikler de hızlı bir şekilde içeriklerin üretildikleri kanallar da dahil olmak üzere her yerde yeniden üretime tabi tutulmaya başlanıyor. Örneğin biz Jiyan.org’da bazen çok rutin bir haberi Jiyan’da olmasının herhangi bir anlamı olmamasına ve sitenin kuruluş amacına çok da hizmet etmemesine rağmen girebiliyoruz. Çünkü önemli olan içeriği güncel tutmak ya da biz bu yalana kendimizi fena halde inandırmış durumdayız. Geçerli seçenek çoğu zaman ikincisi oluyor. Güncel içeriğin aynı anda her yerde güncellenmesi, aslına bakarsanız TV izleyen birinin izlediği bir haber bandını 5 ayrı kanalda aynı metinde izlemesi gibi oluyor. Havuz medya eleştirisini sık sık yaparken aslında biz de kendi havuzlarımızda boğulur hale geliyoruz. Üstelik her ideolojik mahallenin de kendine göre bir havuzu var. Mesele havuzları nehirlerin aktığı ortak bir denize dönüştürmekken havuzun konforuna alışmışlığımız ve hatta belki de okumama alışkanlığımızdan ötürü benzer içeriklerin havuzunda yoğuruluyoruz. Hatta her işin olduğu gibi bu işin de arkadan dolaşma yöntemlerini buluyoruz. Bazı siteler var ki “syndication” adını verdiğimiz yöntemle RSS aracılığıyla içerikleri çekip herhangi bir editoryal emeğe gerek kalmadan (copy paste zahmetine son vererek!) yayınlıyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi’ne yakın veya sol taraftaki haber alanlarında da bu sık sık yaşanan bir durum. Yani sistemden ve merkezden uzaklaştıkça bir şeylerin daha etik ve düzgün ilerlediğini düşünmek çok da doğru değil.
Tek sorun copy-paste değil
Seçki ya da alıntılar ve hatta ajansın aynen aktarımı üzerine kurulu Internet yayıncılığı pratiğimiz şu haliyle sürdürülemez durumda. 20 yıllık yayıncılık hikâyemizin son 19 yılında içeriğin üretimi konusunda kaydettiğimiz bir ilerleme yok mu diye sorarsak elbette verebileceğimiz doyurucu bir yanıt var. Tüketicinin emeğinden faydalanmaya başladık. Vaktiyle Dallas Smythe’in izleyici emeği olarak tanımladığı emek bugün “prosumer” emeği (üretketici emeği) adıyla hayatımızda. Radikal Blog’dan Twitter’a birçok yeni medya projesi bilişsel emek verip haber ya da yazı üretenlerin mecra karşılığında Google reklamlarına kurban edildiği bir hâl alıyor. Örneğin Radikal’in “para ödenen” bir yazarıyla fotoğrafınızın aynı sayfada olması ama sizin para almıyor olmanız bunun en güzel örneği. Hele ki köşe yazarlarının her geçen gün daha da tembelleştiği gerçeğini göz önüne aldığımızda. Onedio.com ve benzeri kullanıcı emeği temelli diğer projeler de emeğin karşılığını almasından çok ismin kamusal alanda sahne almasının daha büyük bir ekonomik değer olduğuna dair bir yanılgıyı besliyorlar. Yani ideolojik olarak hiçbir uyumunuz olmayan ve hatta birçok politikasına itiraz ettiğiniz bir mecrada görünür olmak için yayınladığınız yazı sizin için etik problemlere yol açarken, yayıncı için ekonomik gelir kaynağı oluyor. Ortada düpedüz bir sömürü var ve copy-paste’in yanına bu durum da eklenince içeriğin kalitesi konusunda ciddi bir problemle karşılaşıyoruz.
Burada firmaların ve kurumların halkla ilişkiler konusundaki eforlarının da altını çizmek gerekiyor. Mail kutularına bir bombardıman halinde gelen haberleştirilmeye hazır basın bültenlerinin üstünde oynanmadan hızla yayına alınması gazeteciliğin temel sorularına (5n1k) dahi yanıt vermeyen bir sonuç ortaya çıkarıyor. Bir de tabii ki buna görsel sorunları eşlik ediyor. Görsellerde kaynakların belirsizliği, foto-muhabir emeğinin tamamıyla hiçe sayılması şeklinde son buluyor. Telifsizce kullanılan fotoğraflar zamanla “anonimleşirken” emek sömürüsünde farklı bir boyutla karşılaşılıyor. Özellikle sol medya bunu sıklıkla yapıyor. Etik tartışma açıldığında ise bir şekilde politik ajanda öne sürülerek farklı bahanelerle kapatılabiliyor.
Kotalı habercilik
Bu kopyala-yapıştır habercilik ürünleri ve benzeşen site formları sadece logoları ayrışan, özgün içerik üretimi sıfıra yakın binlerce Internet portalı olarak bir boşlukta geziniyorlar. Çok sayıda editör eş zamanlı olarak toplumun zaten aldığı bir haberi sırf “eksik olmasın” ya da “günlük haber girme kotası dolsun” diye girmek zorunda kalıyor. Internet gazeteciliği yapan arkadaşlarımızın en büyük şikayeti de bu “kotalar”. Zira bu içerik girme kotaları editörlerin performanslarının önemli birer göstergesi olarak ele alınıyor. Oysa bu Internet’in değer biçicisi haline gelen Adsense değeri bağlamında bile çok belirleyici bir durum değil ve tıklanma oranlarına böyle mühim yansımaları yok.
Xn’den bugüne gelinen yolda sürekli olarak dışarıdaki formları taklit ve içeriğin yeniden üretimi şeklinde gelinen nokta sürekli, bitmek bilmez bir döngü yaratıyor. Bu döngü iyi haberle kötü haberin ayrışmasını imkansızlaştırıyor. Google başta olmak üzere birçok arama motoru ve Internet oligopolü ise iyi içerikle kötü içeriği, özgün ve kopya içeriği ayırt edecek yeni algoritmaların peşinde koşuyorlar. Yani kısa bir dönem içerisinde Adsense ve diğer bağımsız ilanlara dayanan Internet ekonomisi bir çöküş ile karşı karşıya kalabilir. Mevcut ekonomik kriz şartları ile birlikte düşünüldüğünde zaten bir statüsü bulunmayan, çoğu büro emekçisi olarak statülendirilmiş gazetecilerin de büyük işsizler ordusuna katılımı kaçınılmaz görünüyor. Böylece içerik konusundaki özgünleşememe ve ekonomik değer üretememe sorunumuz preker çalışma rejimimizle birleşerek gazeteciliğe ve iletişim fakültesi mezunlarına yeni bir sürpriz yapmış olacak. Tam da bu yüzden start-up’lar üstünden yürüyen yeni fikirlere, gazeteciliğin “yönetim” aşamalarını öne alan bir gazetecilik anlayışına ihtiyaç oldukça büyük.
—-
(*) Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi