Türkiye’ye Sri Lanka modeli?

Çok istese de Sri Lanka olamaz Türkiye. Fıtratında yok. Coğrafyası, değil yalıtılmayı, radikalleşmiş mezhepsel izolasyonu bile izinsiz kılıyor

SEZİN ÖNEY

31.10.2016

  
 
Yaklaşık üç bin üyesi tutuklandı HDP-BDP’nin; bu partilerden nefret etseniz de, bunu okuyun.
 
Türkiye’nin en büyük kentlerinden birinin, Diyarbakır’ın eş belediye başkanları Fırat Anlı ve Gültan Kışanak tutuklandıktan sonra…
 
Türkiye’ye Sri Lanka modeli…
 
Olur mu?
 
Olmaz…
 
Çünkü Türkiye, Güney Asya’da, dört tarafı sularla çevrili bir ada değil.
 
Bütün insanca duyguları, Sri Lanka’da, 2009’da “biten” çatışmanın getirdiği, en az yarım milyon insanın büyük acılar çekmesine yol açan çatışmaların yükünün üzerimde yarattığı insani duyguları bir an kenara koymaya çalışıyorum. 
 
Ne yaptı Sri Lanka devleti? Yaklaşık 20 yıllık bir çatışmada, tüm insan hakları hassasiyetlerini hiçe sayarak, Tamil halkını insan yerine koymayarak, tüm askerî gücünü seferber edip, çatıştığı silahlı örgüt Tamil Kaplanlarına “yenildiklerini itiraf ettirdi.”
 
Bakalım, Sri Lanka’nın çoğunluğunu oluşturan Singala halkı kim, çatışma yaşadıkları Tamil halkı kim… Bir kere, Singala halkı, çoğunluk olarak bir adada yaşıyor; Sri Lanka’da… Yaklaşık 16 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Tamiller ise, 77 milyon kadar; ama bu halkın çoğunluğu Sri Lanka dışında yaşıyor. Sri Lanka’da yaklaşık üç milyonluk bir Tamil nüfusu var. Yani, Türkiye’ye durumu uyarlayacak olursak; farz edelim ki, Anadolu’nun iç, kuzey ve batı kesimleri, sarsıcı bir deprem sonucu, kendilerini çevreleyen halkanın batmasını öngörmüyorsa, Sri Lanka ile Türkiye’yi,  Kürt Sorunu ile Tamil Sorununu benzeştirecek en ufak bir coğrafi ve demografik kesişme noktası yok.
 
Ada ülkesi olmanın getirdiği coğrafi izolasyon, Sri Lanka’yı sadece askerî değil, başta deniz ötesi komşu Hindistan olmak üzere çevredeki Tamillerle ülke içindekileri ayrıştıracak şekilde yalıtmış durumda. Günümüzün internet bağlantılarını geçtik; Sri Lanka’nın Tamil nüfusunu, ağırlıklı olarak bulundukları ülkenin kuzeybatısında askerî olarak sıkıştırmak kolay idi. Zaten de, 2007’den itibaren ve ağırlıklı olarak 2009’da Sri Lanka Ordusu bunu yaptı. Tamil halkı, Türkiye’deki Kürt nüfus örneğinde olduğu gibi, tüm ülkeye yayılmış değildi. Kaldı ki, Tamillerin dini Hindu ve Singallerin dini ağırlıklı olarak Budizm olduğu için, “kız alıp kız verdik” gibi bir durum da söz konusu değildi. Nüfuslar iç içe geçmemişti. Gene kaldı ki, 2009’un o en sert ilk beş ayında, Tamil Kaplanlarına karşı gerçekleşen Sri Lanka Ordusu saldırılarında, yedi bin kişinin öldüğü bir “model”den bahsediyoruz. Türkiye, bir şekilde, Diyarbakır’ın ve Türkiye’nin UNESCO Hazinesi, Sur Mahallesinin “hendek/barikat” hallerine yenik düşüp, tarumar olmasına ortakça rıza gösterdi ama..
 
Türkiye’nin bugünkü hâli; Sri Lanka’dan daha ziyade Kolombiya’nın 1980’lerine benziyor. 1980’lerin başında Kolombiya’da, önce “açılım” süreci yaşandı. Bu sürecin amacı; dünya genelinde, silah yerine barışın konu olmasını, ölüm yerine insan hayatının değerlendirilmesini ön plana alan tüm süreçler gibi, silahsızlanma idi. Silahlı örgüt FARC’ın, siyasallaştığı, politik bir partiye dönüşüp, “insan canını yakmayan konulara odaklandığı”  zamanlar olur diye hedefleniyordu. Türkiye’de, bu gelişme, zaten kendiliğinden oldu. 
 
Kolombiya’da, silahlı örgüt FARC’a alternatif Unión Patriótica’nın (Birleşik Yurtseverler-UP)  kurulmasına gidecek altyapı, bizzat Kolombiya devleti tarafından oluşturuldu. UP üyeleri, sadece silahlı örgüt FARC bünyesinde yeralan kimseler değillerdi; çeşitli sol hareketler, işçi sendikaları, öğrenci gruplarından insanlar da, UP’de ağırlıklı olarak yer alıyordu. Bu temel üzerinden, FARC-EP’nin kendisi, Juntas Patrióticas (Dayanışma Hücreleri) diye yapılanmalar kurarak, sivil politikaya geçiş çabalarını kurumsallaştırdı. 1986’da seçimlere ilk girişinde, UP’nin özellikle yerelde ama aynı zamanda da, ulusal çaptaki sandık başarısı, partiyi, ülke tarihindeki en başarılı sol parti konumuna getirdi.  Ancak, başarıyla beraber, UP’nin üyelerine yönelik şiddet olayları gerçekleşmeye başladı. 1987’de, bir önceki sene Kolombiya Başkanlığına da aday olan ve yüzde beşlik oyla fena da olmayan bir çıkış yapan Jaime Pardo’nun öldürülmesi gibi, üst düzey suikastler de yaşandı. Keza, siyasetçilere tutuklamalar…
 
FARC’ın ilk siyasi çıkışının yaşandığı 1980’lerin başındaki dönemde, örgütün üye sayısı yarıya azaldı; 1982’de altı bin kadar olan örgüt üyeliği 1985-86’da üç bine kadar düştü. Ancak, siyasi kanada yönelik baskı ve şiddet ile politika yolunun kapanması, 1990’lardan 2000’lere kadar olan dönemin silahlı kanat FARC’ın en şahin ve örgüte katılımın tavan yaptığı zamanı olmasına neden oldu.
 
Türkiye de bunu mu istiyor?
 
Sri Lanka, çok istese de olamaz Türkiye. Fıtratında yok. Coğrafyası, değil coğrafi yalıtılmayı, Sünni demografyası üzerinden radikalleşmiş mezhepsel izolasyonu bile izinsiz kılıyor. Hem Müslümanlık kardeşliğini öne sür, hem Alevi, Şii; aynı şemsiyede olabilecek herkese düşman ol; hem Sünni liderliği olarak iddia koy, hem aynı şemsiyede olabilecek etnik Kürtler baştaki grupları çıkara tahvil edilebilecek piyoncuklar gibi gör… Tüm bu yanlış politikaların sonucu, büyük ihtimalle, kendini ruhen “adacık” kılmış bir Türkiye olacak.
 
Ama, bugün sahiplenilmeyen tarafları Türkiye’nin; haklarına sahip çıkılmayan yarısı, yarın öbür gün de sınırlarında kalabilir mi? Siz, yanıt verin.
 
Sahiplenmiyorsanız kalbinizin bir yanını; o yan, sizin midir?