Tutuşan ve yananlara…

Tahir ve Türkan Elçi için bu 14 Şubat, Hrant ve Rakel Dink için bu 14 Şubat, hapisteki tüm gazeteci ve yazarlar ve sevdikleri için…

SEZİN ÖNEY

14.02.2017

Bugün 14 Şubat. Her gün, bir sürü mücadelenin neferi olmak zorunda kalıyoruz; bugün de Aziz Valentin’in veya orucunun zamanı gelen Hızır’ın “askerleri” olalım…

Bugünü, birçok çift ayrı geçirmek zorunda kalacak. Gazeteci çiftler, siyasetçi çiftler, yazar çiftler, düşünen çiftler ve daha niceleri… Neden mi? Çünkü, Türkiye’nin akla seza halleri, bazı çiftleri bugün ayrı koyuyor… Ama onlar, muhakkak buluşacak.

Bilmiyorum; şanssız mıyız, şanslı mı?

Hayattan kayıp gidiyorum; yolda yürüyorum, gideceğim yerlere gidiyorum, yapacaklarımı yapıyorum.

Bir hayalet geçip gidiyorum.

Sokaklarda bir gölge…

İnsanlara bakıyorum; kavgalar ediyorlar, dertler ediyorlar, yüzleri asık, kaşları çatık…

Hiçbir şey bilmiyorlar…

Ben de bilmiyordum…

Sonra bir gün…

Yolum sana çıkıverdi… Hızır gibi yetiştin; gözlerimi seninle açtım dünyaya…

Hesapta yoktu, kimse tahmin etmedi, planlamadı; hiçbir “üst akıl” öngöremezdi…

Bu hayatta zamanla herkes külleşiyor da, yanan az…

Yanıyoruz diye, sen ve ben, sevinmeli miyiz?

Hiç kolay değil açıkçası…

Sabah sürgün, akşam sürgün… Evde sürgün, uzakta sürgün…

Sabah akıl sende, akşam sende…

Gün sende, gece sende…

Nefesin içe çekilişi sende, verirken ki kalp atışı sende…

Bilmiyorum; şanslı mıyız, şansız mı?

Böyle sevmeyi ve beraberinde gelen acıyı bilmeyenler, belki daha kolay göçüp gidiyor bu yaşamdan…

Daha kolay yaşıyorlar; çünkü sevmek, kalbin ortasında ok ile, ince bir kan sızısı ile yaşamak demek.

Öyle mutlu bir iş değil bu…

Ama bir yandan da bir tezat dünyası gerçekten sevmek; bir yandan sızı, bir yandan gülüş…

Bu ölümlü dünyada, birbirimizi bulduk ve hiçbir sarsıntısı olmayan hayatlarda huzursuz yaşayanlardan biri daha olmak yerine, dikenlerin arasına girdik.

Hissetmeyi seçtik.

Gerçek şeyleri dert etmeye başladık…

Sen ve ben gibi…

Kaç yıldır ne çok güldük, tüm bu çapraşıklıkta, çapraz ateşlerde, yanlış kaderlerin çapraz ateşlerinde, kötü siyasetlerin ve geçmişin kara gölgelerinin oynadığı oyunların orta yerinde…

Bazı insanların bir ömür gülmediği kahkahayı, biz bir saatimizde güldük…

Sahi neden, bu cehennemler yaşanıyor ısrarla; neden insanlar birbirlerine cehennemi yaşatıyorlar bu tek şansları olan yaşamda… Kendilerine ve başkalarına…

Neden?

Ve kaç giz var sen ve ben arasında asla bilinemeyecek…

Zira, sevenler, olağanüstü bir şeyleri yaşayanlar demek; bu mucizeyi, her hücresine, her nefesine bu ölümlü ve kusurlu dünyada, ölümsüzce ve kusursuzca işleyenler demek…

Her şey gözlerde mühürlü… İki kişiye mahrem, iki kişiye özgü…

Mesajım, sevenleri ayırmaya çalışanlara:

Farkında değilsiniz ezdiklerinizin güzelliğinin; güzellikleri eze eze, asıl bilfiil kendinizi külleştirek yok ediyorsunuz…

Sizden geriye, boş ve savruk küller kalacak…

Bu da bizim alayımız olsun dünyaya… Bize zalimse, bu hayat yolu bugün; ne gam. Bize, bir ömür 14 Şubat.

Ve bir şekilde beraber yaşlanıyoruz; beyazlar ve kırışıklar başımıza, gözlerimize taç… Ve zaten gözükmüyorlar, çünkü sen hâlâ ilk gördüğüm günkü gibisin. Zaman, sana ve bize asla dokunamaz.

Beraber her nefes, ömre bedeldi, bedel, bedel olacak.

Bunun için şanslıyız…

Yandığımız için şanslıyız, çünkü ışığımız var ve olacak…

Gerisi boş…

——
Hüsnü Arkan’ın, Erkan Oğur’un da katkılarıyla ortaya koyduğu eseri paylaşıyorum tüm kalbi biraz ağırlaşanlara dertlerle…
Tahir Elçi ve Türkan Elçi için bu 14 Şubat…
Hrant Dink ve Rakel Dink için bu 14 Şubat…
Hapisteki tüm gazeteci ve yazarlar, düşünürler ve sevdikleri için… Onlar için mücadele edenler için…
——

Tutuşsun

Hüsnü Arkan; Erkan Oğur’un katkılarıyla:
Tutuşsun…
Bir garip bülbül öter su başında.
Nice gül yansın, nice tutuşsun.
Ne böyle sevda gördüm ne böyle yara.
Adın unutursam Dicle tutuşsun.
Haye haye haye varımsın haye.
Viran bahçelerde narımsın haye.
Haye haye haye zȃrım tutuşsun.
Adın unutursam varım tutuşsun.
Çarşı arasında viran minare.
Minare içinde can pare pare.
Sevdiğim söylensin ol gülizȃre.
Adın unutursam Dicle tutuşsun…