Twitter: Bir mecrayı sorguya çekmek

Twitter’da sorulması gereken soruların başında mevcut hukuk pratiği kapsamında istenmeyen hesapların bu kadar sık engellenmesi var

SARPHAN UZUNOĞLU

16.09.2018

Son yıllarda dijital platformlar sıklıkla ABD’de siyasetçilerin karşısına geçip, çoğunlukla fazlasıyla demode olan ve fayda üretmekten uzak kimi soruları yanıtlar hâle geldiler. Twitter, Facebook, Google gibi platformlar farklı skandallar ve politikalar üstünden “siyasi otoritelerle” yüz yüze geliyorlar.

Kullanıcı düzeyinde ise olaylar pek de böyle gerçekleşmiyor. Tüm bu platformların, kullanıcılarla iletişim kurma süreçleri çoğunlukla büyük veri analizlerine ya da yapıyorlarsa arada karşınıza çıkabilmesi olası memnuniyet anketlerine dayanıyor. Elbette kimi odak grup çalışmaları vs. de yapılıyor; ancak “şikayetim var” diyenler için kampanya başlatmadıkları ya da şansları yaver gitmediği sürece fikirlerini belirtmek çok güç.

Bunların arasında Twitter CEO’su Jack Dorsey ise farklı kesimlerle konuşup Twitter’a yönelik ihtiyaçları anlamaya görece en açık olanı.

Geçtiğimiz günlerde Recode’da yayınlanan bir diyalog ise, akademik bir elit diyebileceğimiz Jay Rosen ile Twitter’ın eş kurucusu ve CEO’su Jack Dorsey arasında geçmiş olsa da, Twitter’la ilgili klasik medya algısından (kârlı mı değil mi, Trump vs. gibi konular) uzaklaşarak mecranın doğasına ve bununla ilgili değişikliklere odaklanıyordu.

Mecrayla ilgili sorulan sorulara gelen yanıtları teker teker ele almak gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu koca bir yazının çevirisi anlamına gelir. Buna bağlı olarak öne çıkan birkaç soruyu ve yanıtlarını değerlendirecek; ardından da Türkiye’deki ifade özgürlüğü savunucuları adına Twitter’dan sorabileceğimiz soruların neler olabileceği konusundaki önerilerimi ortaya koyacağım.

Dorsey, özellikle ABD’de şu an büyük bir tartışma konusu olan Twitter’ın muhafazakârlar ve Cumhuriyetçiler’e ilişkin politikalarına ilişkin çok soru aldığını ve çoğunlukla algoritmaları açıklamaya çalıştığını belirtiyor. Ona göre, şirketin muhafazakâr karşıtı görüşleri politikalarını etkilemiyor. Tabii bu konu ABD’deki en tartışmalı konulardan. Hattâ, özellikle son dönemde oldukça tartışmalı görüşlerin dile getirildiği bir şovu olan ve mecrayı da aktif olarak kullanan Alex Jones’un mecradan sürgün edilmesiyle birlikte olaylar oldukça gerginleşmişti. Twitter’da özellikle GAB isimli ve kendini “ifade özgürlüğü network’ü” olarak tanımlayan ve kendisi de bir Twitter alternatifi olan hesap ABD’liler arasında fırtına koparmıştı. Bu arada bu tür hesabın çoğunlukla ABD’deki ırkçı propagandayı ve beyaz üstünlüğü hareketini besleyen bir hesap olduğunu belirteyim, böylece merak eseri kendilerini takip edecekseniz önceden politik doğrucu olmayan şeyler duymaya hazır olabilirsiniz.

Diyalogda ilgi çeken kısımlardan biri de Twitter’ın kendi odak noktası hâline gelen habere ve haber olmaya değer bilginin yayılmasına ilişkin misyonuna nasıl ulaştığıydı. Dorsey, bunun toplumsal ihtiyaç karşısında bu hâle geldiğini söylüyor. Gerçekten, nasıl ki Türkiye’de toplum, kamusal tartışmanın (Facebook ve Twitter gibi alanlardaki) güvensiz olduğunu anladıktan sonra şifrelenmiş mesajlaşma sistemlerine (Whatsapp, Signal vs. gibi) yöneldiyse, Twitter da özellikle medyanın atıllığı gibi problemlerin sonucuydu. Özellikle de Dorsey’in Twitter’ın haberi yalnızca tüketilen değil üstüne tartışılan bir mecra olarak gördüğünü söylemesi bana kalırsa Türkiye ve dünyadaki habercilik krizindeki okurun pasif bir alıcı olarak algılanması durumuna karşı açılmış bir bayrak.

Her ne kadar mecranın mevcut algoritmasından ben de pek memnun olmasam da — birçok ayrıntıyı kaçırmama neden olabiliyor ve bu hâliyle bence yankı odaları problemini besliyor — Twitter’ın okurun haberle açıktan en kuvvetli şekilde “etkileştiği” mecra olduğu bir gerçek. Türkiye’de 2009-2013 arası Twitter kullananlar, bu dönemi çok daha yoğun şekilde yaşadılar. Hattâ, söz konusu diyalogda Jay Rosen’in Dorsey’e sorduğu, “açık tartışmayı neden haberden daha önemli görüyorsunuz” sorusu, birçok açıdan haberin muhafazakâr ve tek taraflı bir ürün olduğuna ilişkin algıyı da besler vaziyette. Gerçekten de Stuart Hall’ın kendi iletişim modelini geliştirip, okuru aktive etmesinin üzerinden yıllar geçmişken bir ürün olarak haberden çok Twitter’ın haberin tartışılması üzerine kurgulandığını kabul etmemiz şart. Elbette Twitter’daki rt sayısından daha düşük okunma alan içerikler vs. de burada gözardı edilmemeli.

Zaten, Twitter’ın en önemli özelliği haberi bu “geleneksel” formundan çıkarması. Örneğin çoğunlukla bir haber/yorum diyebileceğimiz Ünsal Ünlü’nün ya da Cüneyt Özdemir’in Periscope ve Youtube canlı yayınlarını izlerseniz, “enformatif” yönden ziyade o tartışmanın her iki yayıncıyı da formda ve bu işin zirvesinde tuttuğunu görürsünüz. Tabii ki Medyascope ve Artı TV’nin yorumlara dayanmayan ama daha çok “gazeteciliğin geleneklerine dönen” formatları da burada ayrıca incelenmeli. Ancak, özellikle de Twitter’ın timeline’ın mobil uygulamasında yaptığı değişiklikle takip ettiğiniz hesapların video yayınlarını öne çıkarmış olması, bu tür yayıncılar için çok büyük bir ayrıcalık, yeter ki onu Dorsey’in de tarif ettiği biçimde kullanmayı bilsinler.

Şimdi bu söyleşiden uzaklaşıp Türkiye’ye dönelim. Türkiye adına Twitter’da sorulması gereken soruların başında Türkiye’deki mevcut hukuk pratiği kapsamında engellenmesi istenen hesaplara bu kadar sık engelleme kararı gelmesi var. Bu tür sorulara Twitter’ın jenerik yanıtı çoğunlukla Twitter’ın ifade özgürlüğü yanlısı bir platform olduğu ve birkaç kullanıcı için Twitter’daki kalan tüm kullanıcıların o ülkedeki Twitter erişimini riske atmayacağı yönünde. Ancak, Twitter günün sonunda kapıyı az da olsa araladığında, işler yoldan çıkabilir.

İkinci olası soru, Twitter’ın Scope üzerinden Türkiye’de yarattığı ifade özgürlüğü alanı ve özellikle de maç yayınları vesilesiyle Scope yayınlarının engellenmesi olacaktır elbette. Bu, birçok açıdan Scope odaklı medya platformlarının da işini zorlaştıran bir pratik ve ifade özgürlüğü bayraktarlığı yapan şirketin bu tür bir “yavaşlatma” ya da “engelleme” karşısında “kullanıcıları kontrol edemeyiz” demek dışında bir sözü olmalı. Telif ihlali bahaneli örtük sansürle nasıl mücadele edilebileceği çok mühim bir mesele zira.

Bir diğer konu ise şikayetler. Türkiye’de ne yazık ki ırkçı ve ötekileştirici içerik çok yüksek seviyede. Twitter’ın bu tür işlere bakan Türkiye odaklı bir bölümü yok ve bir tür crowdsourcing’le zarar verici hesapları buluyorlar. Bu elbette kişi haklarını ihlâl eden içeriklerin hızla yok olmasına aracı olmuyor; hatta çoğu zaman “şu kullanıcıyı rapor edelim bakın ne yapıyor” derken o söylem ve içerik de yaygınlaştırılmış oluyor.

Dördüncü soru, Türkiye’de haber odaları ve Twitter arasında yeterince işbirliği olmamasıyla ilgili. Twitter elbette haber odalarına doğrudan destek sağlamak zorunda değil; ancak sürekli tehdit altındaki haber odalarına eğitim ve daha fazla partnerlik sağlamak Twitter gibi kendine ifade özgürlüğü ve serbest tartışmayı iş edinmiş ve ekmeğinin çoğunu da haberden ya da haber değerli içeriklerden alan bir mecra için çok mühim.

Beşinci ve en temel soru, bot kullanımının hâlâ nasıl tespit edilemediği ve bot kullanıcılarla mücadelede hâlâ neden yeterince güçlü olunamadığı. Zira örneğin 14 Eylül Cuma akşamı eylem yapan hava alanı işçilerini hedef alan hashtag tamamen botların ürünüydü.

Soruları artırabiliriz; ancak Twitter üzerine, akademisyenler ve gazeteciler olarak açık bir forum düzenleyerek mecrayı biz de sorguya çekebiliriz. Kim bilir, belki Jack Dorsey bir farklılık yapar ve ülkemizde özgürlük cephelerinden biri olarak görülen bu mecra için bizle konuşur.