Üç tekerlek çamurda, dördüncü de yok

Çıkınca NATO mu kaybediyor? Burada karanlıklara uzanan bir hayal yolu var. Anti-emperyalizme o karanlıkta gölge düşemez, merak edilmesin

ÜMİT KIVANÇ

14.06.2019

Ankara, 13 Haziran 2019 günü itibarıyla, bir uluslararası ilişkiler ve dış politika, diplomasi rekoru kırdı. Eski müttefiki, yeni dostu ve desteklediği silahlı güçlerin hepsiyle birden papaz olma ihtimaliyle yüzyüze kaldı. Buna “ihtimal” ve “yüzyüze kaldı” demek yalnız nezaket ürünü değil. Suriye savaş sahasının kâh kravat-ceketlerle  kâh kamuflaj kılıklarıyla canlandırıldığı, perdeleri çekilmiş salonlarda hangi ayak oyununun hangi neticeyi doğuracağı ve kimin hangi hesabı beklenmedik şekilde erteleyip başka hesaba girişeceği bugüne kadar hiç belli olmadı.

Washington, Ankara’ya, “Rusya’dan S-400 alırsanız şöyle şöyle yaparız” yollu bir tehdit mektubu yolladı. Mektuptaki yaklaşım, Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanmasını da içeriyor. “Vazgeçerseniz şunları yapabiliriz” gibi bir açık kapı da içeren mektup çok net, çok sert. Ankara’nın buna tepkisi, önce anlamazdan gelmek, sonra “kimse bize posta koyamaz” içerikli karşı posta oldu. Fakat yapılamaz denen yapılmıştı. Tavır “cevap hazırlıyoruz, yanınıza bırakmayız”a döndü. Bırakmayıp da ne yapılacak, tabiî belli değil. Karşı tarafın elinde haddinden fazla koz varken posta atma tutumu, bütün “İslâm âlemi”nin kollarını açmış kurtarıcısı Türkleri beklediği yollu fanteziler içeren Davutoğlu tipi hülyalara yakışıyor, lâkin gerçek hayatta karşılığı yok. Ne yapacak Ankara ABD’ye karşı? “NATO’dan çıkıyorum” diye tehdit mi edecek? Çıkınca NATO mu kaybediyor? Burada karanlıklara uzanan bir hayal yolu var. Yani anti-emperyalizme o karanlıkta gölge düşemez, merak edilmesin.

Rusya, “ateşkes sağlandı” gibi ifadelerle, herkesle dalga geçer bir görüntü verdiği İdlib’te, tabiî ki ateşkes falan dinlemeden harekâtı sürdüren Suriye ordusu ve milisleri destekliyor. Bu bir yana, Moskova şimdiye kadar ilk defa apaçık sergilendiğine tanık olduğumuz bir tutum takındı, kendisinden bombardımanın durdurulmasını isteyen Ankara’yı bizzat eliyle eğitip donattığı cihatçıların önüne attı: “koordinatları Türkiye verdi, teröristleri öyle vurduk” dedi. Rusya yönetimine sözcülük eden birçok kaynak, Türkiye İdlib’te Suriye ordusunun önünü açmazsa neler olabileceğine dair fikir verecek çok sayıda işaret çaktı. Bunlar arasında Moskova’nın Suriye Kürtleriyle tekrar anlaşabileceği doğrultusunda yorumlar da var. Moskova açıkça “çekilin önümüzden” diyor. Topyekûn saldırı ve imha içerecek İdlib harekâtının muhtemel sonucu, sınır kapılarına yığılacak birkaç yüz bin yeni mülteci adayı. Bunun dışında, İdlib’ten başlayarak, Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilme süreci yürürlüğe girebilir.

Üçüncü olarak, Rusya’nın yeni hamlesiyle Ankara, eğittiği, donattığı, kendi komutasında biraraya gelmeleri için ikna ettiği silahlı örgütlerle ilişkisinde pek nâhoş bir konumda kalıyor. Çok kısaca, İdlib’teki örgüt haritasını hatırlamak gerek: esas kuvvet Heyet Tahrir el-Şam’da ve bu örgüt Türkiye ile zaruretten ötürü ilişki içinde. Ankara’nın otoritesi altına girmek veya elindeki toprakları Ankara’dan tayin edilecek yöneticilerin eline vermek gibi bir niyeti yok. Örgüt içinde Ankara ile sıcak ilişkiye kategorik olarak karşı çıkan önderler var, şimdilik mecburen susuyorlar. Ankara’nın denetimindeki Ulusal Kurtuluş Ordusu bünyesinde biraraya gelmiş Ahrar el-Şam ve Nureddin Zengi’ciler, Feylak el-Şam’cılar’ın temel güdüsü, Rusya uçaklarınca bombalanmamak, Suriye ordusunca katledilmemek; bu negatif gaye ile Türkiye denetimine girdiler. Kendilerini bombalanmaktan korumayacaksa Ankara’ya üzerlerinde söz hakkı tanımaları için sebep yok. Üçüncü olarak, önderliğini uzlaşmacı buldukları için HTŞ’den ayrılan, El-Kaide bağlantılı radikal Huras el-Din ve El-Kaide ve Taliban’a biatlı Uygur, Özbek, Çeçen… Kafkaslar ve Orta Asya’dan gelme savaşçılar var. “Ankara cihatçıları satıyor” gibi bir durumda bunların bir bölümünün tutumu da düşmanlığa dönecektir.

Yani izlenen muhteşem politika, bu politikayı geliştiren ve kendini akıllı herkesi aptal sananları, gücünü hesaplamadan güç oyununa dalanları feci bir kıskaca soktu sokacak.
 
Kısacık bir döküm
 
Buraya nasıl gelindiğini görmek, bizi yönetenlerin kapasitesine dair aydınlatıcı fikir verecektir. Size iki yılı aşkın zamandır İdlib’e dair yazdıklarımdan birkaç parça aktarmak istiyorum. Maksat elbette “ben demiştim”cilik değil. Zaten Suriye savaşını izleyen gazeteciler olarak pek çok öngörümüz doğru çıkmadı. İdlib’teki çıkışsızlığa dair tesbitlerimiz hariç.

23 Mart 2017 • “İdlib’te çok can kaybına da mal olacak geniş temizlik harekâtı başladığında Ankara ne yapacak? Halep’te dost ve ahbabımız Putin rica etmişti, Ankara da El-Kaide’den, Ahrar’dan rica etmişti, silahlı cihatçılar Doğu Halep’i terk etmişlerdi. Şimdi İdlib’teki on binlerce cihatçıya, ‘Ahbabımız Putin rica etti, çıksanız şuradan…’ diyebilir mi Ankara? Küçük bir mesele daha var: Nereye çıkacaklar? Çıkabilecekleri tek yer Türkiye! Ne olacak? On binlerce cihatçı, savaş alanında katledilmeyecek ve bir noktada çekileceklerse, tek ihtimal Hatay’da TOKİ’nin inşa edeceği Cihat Sitesi, Usame bin-Ladin blokları falan.”

11 Ekim 2017 • “… mâkûl olanın takipçisi değil tutkularının esiri, ne zaman ne yapacağı belirsiz kimselerce yönetiliyoruz. (…) Rusya+İran+Suriye, İdlib’i elbette ‘temizlemek’ istiyorlar. (…) İmha etmek, silahsızlandırmak, dağıtmak, ezmek, sürmek vs. istedikleri herkesi -DAİŞ hariç- (…) [İdlib’e] toplamaya çalıştılar. (…) Hedef, ilkin, imha etmek istediklerini, kolay bombardıman hedefleri olarak topluca birarada bulmak, ikincisi, bir kısmını Türkiye’ye doğru sürmekti. Her iki hedeften de vazgeçilmiş olduğunu varsaymak için herhangi bir sebep yok.  Değişiklik, Türkiye’yi de işin içine katabilmiş olmalarında. (…) Rusya, eline geçirmişken, Ankara’yı böyle bir operasyona da alet veya en azından ortak edebilir ve böylece mevcut iktidarın (…) Ortadoğu’da etkinlik hayali (…) ebediyen son bulabilir. Ve Erdoğan+AKP iktidarı kendini birden, mümkün yegâne müttefikleri Beşar el-Esad veya başka Baas türevleriyle, kendilerine tahsis edilmiş odada, aynı divanda çekirdek yiyerek Dünya Kupası izlerken bulabilir.”

22 Kasım 2017 (Soçi Zirvesi’nden sonra) • “Üçlü zirvedeki (…) ‘işbirliğinin esasları’ arasında (…) Şam rejiminin sonraki adımlara ‘yapıcı şekilde katılımı’ var. (…) Türkiye’nin güncel ‘Suriye politikası’ hakkında Soçi’den anladığımız şu: Ankara’nın Şam’la derdi yok, Suriye Kürtleriyle var. Mağrip ve Maşrık’ın hükümdarı, Ortadoğu’nun sahibi -ve yersen ‘hizmetkârı’-, Orta Asya’nın ağabeyi, Afrika’nın babası vesaire olunamıyor. ‘O uçağı düşürmeyecektin’ sendromunun tesirleri tedaviye yavaş cevap veriyor. Mecburen dönülmüş gerçekçilik, ‘gücümüz Kürtlere yeter’ seviyesinde bir idrak kapasitesinden ötesine aslında gücün yetmediğini veri alıyor.”

9 Ocak 2018 • “Türkiye’den beklenen, esas olarak, silahlı cihatçı örgütlerin zaptürapt altına alınmasını sağlamasıydı. (…) Ankara, bu örgütleri ‘görüşülebilir muhatap’ haline getirerek masaya oturtacaktı. (…) kimsenin yerine oturtamadığı unsur, İdlib’te elektrik idaresinden su işlerine her şeyi denetleyen, yerel yönetimlere hakim, çekirdeği en azından pek yakın zamana kadar El-Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam’ın ne olacağıydı. Çin’in geri dönmelerine asla izin vermeyeceği on bin kadar Uygur Türkü (El-Kaide’ye yakın Türkistan İslâmî Partisi) ve Rusya’nın mümkünse İdlib sınırına bile yaklaşmadan ortadan kaldırmayı arzuladığı iki-üç bin Kafkasyalı cihatçıya Ankara’nın bir şekilde söz geçirebileceği varsayılıyordu. Lâkin bunlara ne denecekti? (…) Türkiye’ye düşen rol ancak, bunları pasifize etmek, Rusya uçaklarınca bombalanmalarına, üzerlerine gelen Suriye ordusuna direnmemelerine zemin ve ortam hazırlamak veya (…) Türkiye’ye almak olabilirdi. (…) bu çıkışsız denklem, Türkiye’nin İdlib’e HTŞ eskortuyla girmesiyle çok daha ilginç ve bilinmeyen bir renge büründü. Ankara’nın başlıca derdinin Efrin’i işgal etmek, Fırat Kalkanı bölgesiyle birleştirmek, böylece Suriye topraklarından bir bölümünü denetimi altında tutmak olduğu konusunda muhtemelen kimsenin şüphesi kalmadı. Bu da Rusya’nın İdlib’te Türkiye’den oynamasını beklediği rol değil.”

31 Ağustos 2018 • “…İdlib’te bulunan sivil nüfusun en az yarısı, zaten Suriye içinde evini barkını terk edip buraya kaçmış ahali. Bizi (…) acilen ilgilendiren sayı, bu nüfusun ne kadarının Türkiye sınırına yığılacağı. Birleşmiş Milletler ‘yedi yüz bin olabilir’ diyor. Önceki örneklerinden bildiğimiz üzre, herhangi bir insaf etkeniyle sınırlandırılmaksızın sürdürülecek, hastaneydi, okuldu, hiçbir şey dinlemeyecek, kimsenin gözünü yaşına bakmayacak imha savaşı aynı zamanda yoğun ve yaygın süpürme harekâtına dönüşecek. Ve Ankara, ‘bu defa sınırı açmam’ dedi. Mevcut iktidarın, ‘mâkûl cihatçıları az-çok-İslâmcılarla birleştirip Ulusal Kurtuluş Ordusu kuralım, Suriye’nin bazı parçalarına da elkoyalım’ niyetlerinin şimdi yolaçacağı sonuç, ülke sınırında yüz binlerce mültecinin bombalar altında perişan halde kıvrandığı korkunç bir tablo olabilir.”
Rusya’dan S-400’ler almak bağımsızlık bildirisiymiş!? Enteresan, olabilir tabiî…