Umur’un kasabaya dönüşü vesilesiyle Türk basınına dair
Umur’la Cumhuriyet haber merkezinde çekilmiş bir fotoğrafımızı iliştiriyorum… Fotoğrafın çekildiği yıllarda bünyemizde dolaşan bir şeyi arıyorum.
09.12.2021
Ne zaman, nasıl konu edebileceğimi kestiremediğim hayatî mevzudur, AKP tamamen rezil etmeden önceki haliyle, medya olmuş memleket basını.
Yalnız AKP’yi zikrediyorum, çünkü esas iktidar partisi bu suçu işlemeye MHP+devlet koalisyonuyla birleştikten sonra değil, kendi başınayken girişmiş ve belirleyici mesafeyi kat etmişti. Kısaca, AKP ana akım medya diye bir şey bırakmadı, belli başlı haber organizasyonlarını kendine bağladı, gazetecilik yapıyormuş gibi davranmasına bile gerek bulunmayan, çıplak, çirkin, ahlâksız, dizginsiz, müdanasız bir propaganda aygıtı kurdu. Devletin “basın ve halkla ilişkiler”den, yani temiziyle kirlisiyle propagandadan sorumlu birimleri, zaten AKP öncesinde iş başındaydı, yeni iktidar tarzı onlara hayal bile edemeyecekleri enginlikte oyun alanı açtı. MHP “kafası” ise sözle yapılacak işlere basmaz, o konu dışı. Eski basın âleminde, başta Hürriyet, birçok gazete, yeri geldiğinde Genelkurmay bülteni rolü oynuyordu. Televizyon kanalları da öyle. Ama bu işlevi inandırıcı, ikna edici şekilde yerine getirebilmeleri için bir yandan da gazetecilik yapmaları gerekiyordu. Hele doğrudan siyasetten uzaklaşıldıkça, mesleğin gerektirdiği nesnel-uluslararası özen ve kalite ölçülerinin çoğunlukla gerisinde kalsa da, hamaratça gazetecilik yapılıyordu.
Nasıl Turgut Özal döneminin hunhar neoliberalizmi vicdanı, sorumluluğu, işçileri, yoksulluğu, yalnız basının da değil, bütün “cemiyet hayatı”nın dışına itmeye kalktı ve bunda azımsanmayacak ölçüde başarılı olduysa, AKP de haberciliği, gerçeğe en azından olgusal düzeyde bağlılığı, gazeteciliğin, asgarî gerekleri falan da değil, ayağını bastığı zemini ortadan kaldırdı, bu zemin olmaksızın da yayın kuruluşlarının ürünlerine haber, gazete vs. diyebilmelerine imkân verdi. Önceki döneme göre hem mesleğe ve gerçeğe ihanet, hem çapsızlık, beceriksizlik, kalitesizlik kulvarlarında büyük adımlar atıldı.
Gerçeklik algımız ve haysiyetimiz..?
AKP’nin basın dünyasına ettikleri öylesine ölçüsüz kötülük mahiyetinde ki, Türk basınının, hele basbayağı kötü yola düşüp “medya” haline geldikten sonra ne vaziyette olduğu, bizzat kendisine hayat veren insanlara ne muamele ettiği, memleketteki savaş ve insan hakları ihlallerinin dolu dizgin sürebilmesi için ne uğursuz hizmetleri yerine getirdiği unutulmaya yüz tuttu. Bunlar gibi, basının kendi içinde dönenler de hatırlanmıyor. Gazeteciler ülke ortalamasına göre yüksek ücretler, ama esas olarak “sosyal” ayrıcalıklarla caka satmalarına imkân verilen, buna karşılık herhangi bir sebeple tek hamlede kapının önüne konuveren, kovulduklarından ancak sabah giriş kartları turnikeleri çalıştırmadığında haberdar olabilen, özel eşyalarını bile güvenlik nezaretinde almalarına izin verilerek aşağılanan bir cins beyaz yakalı modern köleler değildi ki ezelden beri. Zamanında binbir uğraşla kabul ettirilmiş sendikayı basın alanından süpürüp atan patron, “yeni dönem”de AKP’nin basın özgürlüğünü nasıl yok ettiğinin işlendiği belgeselde mağdur sıfatıyla konuşturulabiliyorsa, gerçeklik algımız çarpılmış da çarpılmış demek.
“Türk basını”, öyle şanlı şerefli, haysiyetli bir bünye değildir. Bütün kritik hallerde askeriye ve istihbarata hizmete hasrettiği mesaisine, gazeteciliği başka girişim ve yatırımları için buzkıran, kar küreyici, kanal açıcı, delici vs. iş makineleri yerine veya düpedüz şantaj aracı olarak kullanan patronlara hizmeti de katmış, nazar boncuklu Sabah ve her daim dışkısı boncuklu Hürriyet öncülüğünde, haysiyetini gömmüştü. Bugün mangalda kül bırakmayan pek çok “muhalif” şahsiyet, gazeteler “düşük yoğunluklu savaş”ın propaganda bültenleri, tv kanalları büyük şirketlerin reklam panoları haline geldiğinde hoşnutsuzluk duymamışlardı. Patronların hükümet kurma-indirme hesaplarına vasıta olmak kaç kişiyi rahatsız etmişti? Ayrıcalıklı gazeteci camiasından dışlanabilecek olmayı pek az huzursuz insan göze alabilmişti.
Velhâsıl, anlatılacak o kadar çok şey var ki, bugünün hayatını yapan insanların gözünü açacak, memlekete ve basınına başka türlü yaklaşmasına yolaçacak…
(Ne demek bugünün hayatını “yapan”? İlle etkili yetkili kimselerden sözetmiyorum. Hayat kimlere göre kuruluyor ve yürütülüyorsa, hayatî ihtiyaç maddeleri dışında kalan mallar kimler için üretiliyor, kimler hedef alınarak pazarlanıyorsa, kimler çok basamaklı merdivenlere, uzun tünel ve koridorlara aldırış etmeden oradan oraya koşturabiliyorsa onları kastediyorum. Yani yaşı küçük diye henüz hesaba katılmayan ya da yaşı geçmiş diye dışlananlar haricindekiler. Gündelik kararlarını bile özgürce veremeyecek, hayata katılamayacak kadar yoksul olanlar da dahil değil elbette bu gruba.)
Tarih ve hayat bilgisi
Umur’un (Talu) Duvar’da yazmaya başlaması, Türk basınına dair tarih ve hayat bilgisi alanına kapı açacak gibi duruyor. Hazmı zor, okkalı yazılarıyla Umur’un aramıza dönmüş oluşuna seviniyorum, o ayrı. “12 Eylül öncesi”nden arkadaşımdır (evet, “Umur arkadaş”taki arkadaş:). 12 Eylül ertesinde gazetecilik dünyasında birkaç yıl sürdürdüğümüz ortak çalışma benim için değerlidir. Hasan Cemal-Okay Gönensin’li Cumhuriyet’te, o yazıişlerinde, ben haber merkezinde, anlamlı işler yaptığımızı sanıyorum.
Yollarımızın ayrılması, benim yerleşik basın dünyasının kıyısına kaymamla oldu. İletişim Yayınları’nın on beş günlük YeniGündem dergisini haftalık haber dergisi haline getirme projesine katıldım, oraya geçtim. (Yerleşik basınla ilişkim, ancak on yıl kadar sonra, Radikal çıkarken bana yazarlık teklif ettiklerinde yeniden kuruldu. Yine epey mesafeli olarak.) Umur devam etti. Bizim kafadaki insanların, meslekî vasıflarının çapı ve kalitesiyle, her şeye rağmen basında söz sahibi olabileceğini düşünüyor olmalıydı. Ben, bunu aklımdan bile geçiremiyordum. Ancak “onlar”ın istediklerini onların normal koşullarda becerebileceğinden daha güzel yapabildiğimiz sürece bizim oralarda barındırılacağımıza, kendi kafamıza göre davranmaya kalktığımız anda dışlanacağımıza inanıyordum. Umur, kaçınılmaz mücadeleleri yürüttükten ve bir kısmını kazanıp ilerlemeyi başardıktan sonra, günün birinde, artık “medya” olmuş basın âleminin mutfağından –Duvar’daki [ https://cutt.ly/hYnlaQm ] ilk yazısında kullandığı tâbirle- dışarı “fırlatıldı”. Yönetici konumların getirdiği mecburî kısıtlamalardan kurtulup da içinden geleni yazmaya başladığında, okurlar kendine has yaklaşımı ve üslûbuyla, bağımlılık yaratacak türden bir yazar buldular karşılarında.
Umur’un yazılarında hep yatıştırılamamış o kaygı sezilir. Benim de hep taşıdığım, hâlâ tamamen yok olmamış, ama umudu daha önce kestiğim için daha güdükleşmiş kaygıdır bu: gazetecilik aslında ne müthiş, ne hayırlı iş olabilirdi. Bugün, bin türlü imkânsızlık içerisinde ve kimi zaman can tehlikesiyle yüzyüze, ucundan kıyısından ürünlerini görebildiğimiz, yararlanabildiğimiz şu meslek, yoksulların, yoksunların hayatını iyileştirmeleri için kudretlileri zorlamada, yeryüzünden zulmün, çıkar hesaplarına bağlı gaddarlığın kalkması için insanları elbirliğine, dayanışmaya çağırmada, çünkü gözleri boyayan, kulakları tıkayan, elleri bağlayan yalan dolanın ortaya çıkarılıp buruşturulup çöpe atılmasında ne muazzam hizmetler görebilirdi.
Umur’un ilk yazısında, riyakârca “Anayasa krizi” diye adlandırılan 2001 krizine şöyle bir dokunma ile, “medyanın iktidara sipariş ettiği kanun”a kısacık atıf var. Bugünün rezaletlerine varılan yolu gerçi kimse merak etmiyor, ama keşke bunlar kurcalansa, Sedat Peker’in günlük popüler dile yerleştirdiği “kırk yaş altı” ahali veya benim “bugünün hayatını yapanlar” dediğim, kırk yaş üstüne de uzanan nüfus, şu pespaye vaziyete nerelerden nasıl gelerek ulaştığımızı bilse. Arşiv bilgisi veya tarihten yapraklar değil bunlar. Bugünü yaratan koşullar ve haber-yorum-bilgi kaynağı olması beklenen basınımız, medyamız, buralardaki insan malzememiz hakkında, yarınımızı nasıl kuracağımızı etkileyecek veriler.
Medyanın ortayeri
1980 ertesinin, âdetâ kendi kültürünü yaratan yüzsüzlük, pişkinlik ortamı layıkıyla mevzu edilmediği, unutulmaya terk edildiği için haysiyetsizlik geldi medyanın ortayerine yerleşti. Potansiyel iktidar odaklarının ezelden beri tuttukları elini bırakmayan, en muazzam hak ihlallerinin, planlı zulümlerin lafını etmeyen insanlarla birlikte “özgür basın” yürüyüşleri yapılan zamanlardan geçtik. Birileri unutturmaya çalışabilir, ama unutulmuyor.
Öyle umuyorum ki, Umur zaman zaman şu mâhut “eski Türkiye” medyasından sözedecek. O yaparsa, bir vakit ana akım alanının dışına sürüklenmiş başka insanlar da söz alabilir. Bendeniz şahsen, hemen katılabilirim meselâ.
Umur’la Cumhuriyet haber merkezinde çekilmiş bir fotoğrafımızı yazıya iliştiriyorum. Gördüğünüz üzre, ne ekran var ne klavye! Arkada teleks bölmesi, buradan durmaksızın haberler akıyor, upuzun şeritler halinden, masa kenarında düzgünce yırtılarak ayrı ayrı haberler haline getiriliyor, servislerin kutularına dağıtılıyor, haber merkezinde işlenecek olanlar da ortadaki sepetlerde birikiyor, üçer beşer alınıp birleştirilerek yeniden yazılıyor, kimisi sadece şöyle bir redakte edilip içeri (yazıişlerine) veriliyor. Gazetenin kendi büroları ve şuraya buraya gitmiş muhabirlerinden haberler de -eğer telefonla alınmıyorsa- teleksle geliyor. Kağıtları yırtıp birleştirmek işin sürekli ve vazgeçilmez aşaması olduğundan, Seloteyp tankı, günün “teknoloji”sinin en hayatî araçlarından. Yanda, Celal Başlangıç’ın -ne yazık ki daha önce bu fotoğrafı onunla paylaştığımda da kimliğinden emin olamadığımız- biriyle konuştuğu masada, günün teknolojisinin sahiden en ileri araçlarından Brother daktilo var; sürekli basılınca kendiliğinden ilerleyen otomatik “repeat spacer” tuşlu. (Hâlâ bende, çalışıyor, yalnız bilgisayar klavyesine alışmış parmaklarla iki satır yazdığınızda bitap düşüyorsunuz.)
Şu fotoğrafın çekildiği yıllarda bünyemizde dolaşan bir şeyi arıyorum. Hayır, gençlik değil. Onun eriyişine ve yerini göze pek hoş gelmeyen, pek ferahlatıcı kokmayan başka şeylere bırakışına sükûnetle katlanmak o kadar zor değil. Öbürü, o kaybolan, saklandığı yerden, aslında yok olmadığını, sana ulaşabilse aynı heyecanı yaratabileceğini duyuruyor meçhul yollardan. Yaşadığını hissetmek yoksunluk duygusu yaratıyor. Onun yaklaşmasını engelleyen, ruhsal âlemin yaşlanma işlerinden sorumlu görevlileri değil; süren hayatın riyakârlık, çıkarcılık, nankörlük imalatçıları.
Umur’un kasabaya dönüşünü bahane ederek, kemeri duvardan indirmiş, silahı kılıfından çıkarmış, yağlamaya girişmiş emekli kovboy gibi konuşmuş oldum. Ama eskiyi hatırlatarak o kışkırttı.
Burası, başka işlevlerinin yanısıra, “gazetecilik platformu”dur; ona buradan hoşgeldin demek istedim.