Uzaylı Yazılar 14: Deve nerde?

Eğer konu sadakatle ve tam olarak işlenecek olsaydı ne eksik ne fazla tam on deve çizmek gerekirdi, bu da biraz fazla olmaz mıydı?

LEVENT YILMAZ

26.01.2022

Lévi-Strauss Poussin’i sever. Eliezer ve Rebekka adlı esrarlı tabloyu antropolojik açıdan okumayı önerir. 1648 yılında (en geç 1649’da) Jean Pointel için yapılmış olan ve bugün Louvre’da bulunan bu tablo, tarihsel tasavvur ile Eskiler ve Modernler Kavgası’nı yönetip yönlendiren geçmiş-şimdi ilişkisini konu alır. Poussin burada Tekvin’deki anlatıyı yeniden yorumlar (24, 15-27). İbrahim, oğlu İshak’ı kendi memleketinden, Kalde’den bir kızla evlendirmeye karar verir. Bu amaçla sadık kölesi Eliezer’i on develik bir kervanla Nahor’a gönderir. Eliezer yolda Tanrı’dan yardım ister: Yarabbim, İshak’ın evleneceği genç kızı anlamam için bir işaret ver; bu işaret şu olsun: Bana ve develerime su veren kız, gelin olsun. Poussin’in söz konusu resmi bu su verme sahnesine ilişkindir ama küçük bir ayrıntıyı atlamıştır Poussin: Resimde Rebekka’nın su verdiği develer ortalıkta yoktur. 

Poussin’in aynı konuyu işleyen üç tablosu vardır. 1620’li tarihlerde yapılan (1627’den önce) ilki, Roma’daki hamisi Cassiano del Pozzo’ya aittir. 1660’lı tarihleri taşıyan son tablo ise bilinmeyen bir koleksiyoncu için yapılmıştır. Belirtmeye gerek bile yok, ilk ve son tabloda develer, vardır. Aynı sahne mesela Sicilya’daki Monreale kilisesindeki mozaiklerde de temsil edilir. Orada da develer vardır. Ama Poussin’in iki tablosunda olduğu gibi temsil simgeseldir, yani on yerine sadece iki deve vardır.

14. Louis döneminin Janseniusçu ressamı Philippe de Champaigne bu tabloya pek kızar. On yerine bir-iki deve çizilmesi tamamdır da Poussin’in Eski Ahit metnini özgürce yorumlayıp develeri resmin dışına atması büyük bir hatadır, der. Eğer bir ressam İncil’den bir sahneyi konu ediniyorsa, metne harfiyen uymalıdır. Nedir bu kepazelik? Pointel için çizilmiş, 1660’ta onun ölümünden sonra Richelieu tarafından satın alınıp beş yıl sonra 14. Louis’ye hediye edilmiş Eliezer ve Rebekka metne zerre kadar sadık değildir: Nerededir develer? Olay büyür: Konu hakkında gensoru veren Champaigne tartışmayı Akademi’ye taşır ve oturum 10 Ekim 1682’de Colbert’in huzurunda açılır; Champaigne’in konferansı ve sunduğu kanıtlar bir bakıma benim de sorduğum şu soruları özetler: Geçmiş ile şimdi arasındaki mesafe XVII. yüzyılda nasıl oluşur? Geçmiş, şimdiki zamanı ne dereceye kadar etkiler?

Poussin, Antikçağ’ı ve doğayı taklit eden, tam anlamıyla klasikçi bir ressamdır. Modelleri Antikçağ resimleri, heykelleri, mitleri ve Kutsal Kitaplar’dır. Ama çalışırken önünde yeni kitaplar, eski eserler, kalıntılar ve manzara vardır. Geçmişteki gerçeklik nasıldı, bilmez ki… Hatta, kimbilir, belki hayatında tek bir deve bile görmemiştir. 

Akademi’deki tartışmada hazır bulunan saray ressamı Le Brun bu laflara karşı çıkar: Eğer konu sadakatle ve tam olarak işlenecek olsaydı ne eksik ne fazla tam on deve çizmek gerekirdi, bu da biraz fazla olmaz mıydı? Bu ayrıntıları safdışı eden Poussin’in tarihe kesinlikle zarar vermiş olmadığını da ekler. Böylece Akademi’de tarihin ya da mitin sunduğu tuhaf ve can sıkıcı ayrıntıların anlatıdan çıkarılıp çıkarılamayacağı konusunda bir tartışma başlar. Soruya noktayı vezir-i azam Colbert koyacaktır: Ressam sağduyusuna güvenmeli ve bazı ayrıntıları çıkarma serbestliğine sahip olmalıdır.

Bu nedenbilgisi (casuistique) o zamanın insanları için önemliydi. Ama bizler, bugünün insanları, Lévi-Strauss’a göre “İncil zamanı ya da Antikçağ zamanı ile şimdiki zaman arasına, Rönesans’ın yarattığı yakınlaşmanın hala etkisinde olan XVII. yüzyıl insanlarının iyi ölçemedikleri bir tarihsel derinlik yerleştirmekle kalmıyoruz, bir de eleştirel bir mesafe koyuyoruz”. Bu aynı eleştirel mesafe Eskiler ve Modernler Kavgası’ndan itibaren gittikçe derinleşir. O zamandan beri bu kültürde kodlanmış ya da kanon haline getirilmiş geçmişin alanı gittikçe daralır. Buna karşılık yeniden yoruma açılan, yeni toplumsal-kültürel işlevler yüklenmiş aynı geçmiş “bir deneyim alanı” haline gelir: Şimdi’nin insanları “beklenti ufuklarını” belirlemek için geçmişe başvururlar. Bu durumda da, hayatın en hakiki mürşidi olan tarih (historia magistra vitae) anlamını yitirmiştir.

Bu değişiklikler şimdi’ye ait akıl ile geçmişten gelen otorite arasındaki çatışma aracılığıyla oluşur. Geçmiş artık ne mutlak iyidir ne de aşkındır; şimdi’nin yavaşça değer kazanışı geçmişin değerini düşürür: Otoriteye karşı akıl, hatta aklın otoritesi geçer akçe hâline gelmeye başlar. Geçmişle araya mesafe koyma iki tavra yolaçacaktır: Tarihsel araştırma ve geçmişin yadsınması (geçmişi silip atalım). Gibbon’un tarihyazımı ilk tavra bir örnekse Fransız Devrimi sırasındaki takvim tartışması da ikinci tavrın örneğidir (bilindiği gibi, bir süreliğine, Devrim Milat yerine geçmiştir, ve yıllar yeniden 1’den başlamıştır).

Model, taklit, tasavvur ve Antikçağ’ı ele alma biçimi üzerindeki tartışmalarda bir kayma ortaya çıkar Kavga’yla. Artık otoritenin statüsü eskilik ilkesine dayanmaz. Hakikat rejiminde bir değişiklik olur: Hakikat artık önceden verili değildir, ama zaman içinde eylemle ortaya konur. Bu süreç, bilimleri ve sanatları ilerleme adı altında etkiler, ama din ve siyaset alanına da bir olasılık olarak sızar.

Tekrar artık sıkıcıdır, yenilik değer kazanmaya, aranmaya, hayranlık uyandırmaya başlamıştır. Daha önce olan tekrar edilmek istenmez artık. Yenilik arayışı bilgilerin yığılmasını, birikmesini, keşfi, araştırmayı, yorumlamayı, değişmeyi ve devrimi kışkırtır. “Başka” ile ilgili tahayyül yapıları değişir: Bilinmeyen ve başka olan, insanlar için bir ufuktur, ulaşılması gereken. Böylelikle şu önermeden: “Eskiden ne oldu? Gelecekte olacak olan. Ne yapıldı? Yine yapılacak olan”, şu sözceye geçilir: Yeni, bir moda değil bir değerdir, eleştirinin temelidir. “Dünyayı değerlendirme biçimimiz artık en azından doğrudan, Nietzsche’de olduğu gibi, soylu ile değersiz karşıtlığına değil Eski ve Yeni karşıtlığına dayalıdır.”