Uzaylı Yazılar 8: Tabiat ve biz mi?

Araba kullanırken lastikler eriyor. Eriyen lastiklerin minüskül partikülleri havaya karışınca dünyadaki en büyük kirliliği yapıyorlarmış.

LEVENT YILMAZ

15.12.2021

Bir tanıdığım var, Andrew Dobson. Diyor ki, “Parazit solucanlar, bakteriler ve virüsler, hayvan ve bitki türlerinin çoğu 'sağlıklı' popülasyonunun günlük yaşamının değişmez bir özelliği. Araştırmam bulaşıcı hastalıkların ekolojisi ve nesli tükenmekte olan ve tehdit altındaki türlerin korunması ile ilgili.” 

Çok garip ama nedense böyle insanları buluyorum ve bu insanlar bana hayatta bilmediğim, aklıma bile gelmeyecek şeyler öğretiyorlar: “Araştırmam, nesli tükenmekte olan ve kırılgan çeşitli ekosistemlerdeki bulaşıcı hastalıkların popülasyonu ve topluluk ekolojisine odaklanıyor: Doğu Afrika'daki Serengeti, Kaliforniya'nın kıyısındaki tuzlu bataklıklar ve otlaklar; Malezya ve Bangladeş'in ormanları ve New England'ın arka bahçelerindeki ispinozların gözleri. Ayrıca Hindistan ve Bangladeş'te iklim değişkenliği ile sıtma ve kolera bulaşması arasındaki etkileşim üzerinde çalışıyorum. Her çalışma, bulaşıcı hastalıkların doğal popülasyonlardaki ve topluluklardaki rolüyle ilgilenen daha geniş bir teori gövdesinin bölümlerini geliştirmeme izin veren patojenler ve konakçıları arasındaki etkileşimlerin farklı bir yönüne odaklanır. Teorik çalışmam ve gelişimi, tümü, çeşitli kurumlardaki öğrenciler, doktora sonrası doktorlar ve meslektaşlarla iş birliği içinde yürütülen ampirik  çalışmaya yakından bağlı. Koruma çalışmalarım Tanzanya'nın Serengeti bölgesine odaklanıyor. Hem yaban hayatını hem de evcil türleri enfekte edebilen patojenlerin kontrolüne önemli bir vurgu yaptık: Kuduz, sığır vebası, bruselloz. Ayrıca arazi kullanımı değişiminin ekolojisi ve ekonomisi, vahşi yaşam-insan etkileşimleri ve ekoturizm ile de ilgileniyorum. Serengeti Biyo Karmaşıklık Projesi'nin aktif bir ortağıyım, bu, Serengeti'de çalışan herkesin Doğu Afrika otlaklarının korunmasına daha geniş çapta uygulanabilecek fikirler geliştirmesi ve etkileşim kurması için bir alan sağlıyor.”

Bu noktada durdum tabii, ve içimden çıkan canavar, nasıl ama nasıl yapıyorsun, dedi. Bu dediğimi, dünyada en çok sevdiğim bir arkadaşım için de demiştim, Melis Ece, bir gün gelip Afrika’daki doğal parklar üzerine çalışıyorum dediğinde. 

Nasıl yani? İşte öyle. 

Sen Ankara’dan çık, New York’ta doktora yap ve Afrika’daki doğal parklar uzmanı ol. Yok artık.

Andrew’dan şunu da öğrendim o gün: Dünyayı aslında biz kirletiyoruz. Totoloji, tabii. Dünyayı kim kirletebilir ki? Bizden başka. Nasıl mı? Aklıma bile gelmemişti…

Dünyadaki çevre kirliliğinin en büyük nedeni, arabaların lastiklerinden havaya saçılan küçük yıpranma parçalarıymış. Dünya araba kullanırken, aslında, lastikler eriyor asfaltta, o eriyen lastiklerin küçük, minüskül partikülleri havaya karışıyor ve onlar da dünyada yaşanan en büyük kirliliği yapıyorlarmış. Aklında pet şişeler, naylon torbalarla dolu okyanus, denizler olan biri için ne büyük bir şaşkınlık olabileceğini bu bilginin hayal edin. Şaşkınlıktan ve “hakikaten yahu” demekten küçük dilimi yutuyordum.

Doğa. Tabiat. Hep aklımın aldığınca anlamaya çalıştım.

İki sözcük de, üretilişleri açısından, doğru, anlamlı. Doğa: doğmak fiilinden. Tabiat: Tab etmek, basmaktan (bunu söylediğimde, büyük Hint dünyası uzmanı Charles Malamoud’un da şaşkın gözlerle aynı şeyin Sanskritçede de olduğunu, kitap basmakla mesela, Allah’ın fıtrat’ının aynı şey olduğunu söylediğini hatırlıyorum).

Andrew bunu anlatınca ama, araba kullanmayı bırakmadım, taksiye de biniyorum. Dünyanın kirlenmesinin bir nedeni de benim. Niye diye de düşündüm, tabii.

Şöyle: Doğa, Tabiat, bizden bağımsız, bizim dışımızda bir şey değil. Biz, her ne kadar kendimizi ondan ayırdık sansak da, hâlâ onun bir parçasıyız. Plastik de, lastik de, soykırımlar da, eğer varlarsa, mümkünmüşler, yani doğa onları mümkün kılmış diye düşündüm. Bu  gerçeklik de beni ister istemez iyi ne kötü ne sorusuna götürdü. Ama açıkçası, bunun içinden hâlâ çıkamıyorum. Hayattaki her edimimizin bir iman edimi olduğunu düşününce canım sıkılıyor. Öyle işte.

Elimden geldiğince arabaya binmeyeceğim, ama gemi, tren, uçak ne yapıyor acaba dünyamıza? Plastiği sevsem daha mı mutlu olurum?