#xkişisiyalnızdeğildir
İnsan siyasal edimlerini yalnızlaşarak yerine getirebilmektedir. Ya da yerine getirebildiği yanılsaması yaratılmaktadır
02.10.2016
Sosyal medya geleneksel etik, kurum ve kuramların işlevsizliğinin ilanıdır. Takip edilmek ve hattâ daha fazla takip edilmek arzusu orada haberdar olmak için bulunmanın yerini almıştır. Bunun bedeli ise özel hayatın ve özel alanların kaba bilgi olarak kodlanmaya başlanmasıdır. Yalnızca herhangi bir olaya ilişkin veriler ya da düşünceler değil, duygular da bir veri olarak kodlanmaya ve kaba birer bilgiye dönüştürülmeye başlanmıştır. Artık yeni bir etik (eğer mümkünse) işletilmeye başlanmalıdır ancak yeni dünyanın buna izin vereceği gibi bir emare ortada henüz görünmemektedir.
David Lyon bu noktada iki temel sorunumuz olduğunu tespit ediyor. İlki Bauman’ın “kayıtsızlaştırma” olarak adlandırdığı ve sistem ve süreçlerin her türlü ahlaki değerlendirmelerden ayrılması, ikincisi ise sosyal medyanın uzaktan bir şeyler yapmayı mümkün kılarak insan ve eylemi arasında bir yarılma yaratmasıdır. #xkişisiyalnızdeğildir üzerinden gerçekleştirilen faaliyetin bir eylem olarak nitelenmesi ve bizzat tam da bu faaliyetle birlikte gerçekleşen A kişisinin –sorunu her neyse- sorununun çözülmesi insanların eylemlilik anlayışını derin bir değişikliğe uğratmaktadır. David Lyon’un söylemiyle iktidarla kitleler arasındaki karşılıklı bağımlılık devri sona ermeye başlamıştır. İnsan siyasal edimlerini yalnızlaşarak yerine getirebilmektedir. Ya da –ve daha doğrusu- yerine getirebildiği yanılsaması yaratılmaktadır.
Daha önce dediğim gibi bu durum farklı bir etiğin inşasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü etiğin varlığı için temas gerekmese de her temas bir etiğin varlığını gerektirir.
Karşılaştığımız bir başka mesele de haberin ve haberin “sunulduğu” kitlenin durumudur. Sosyal medya güçlenmektedir ve bundan sonraki süreçte de insanlığın geleneksel bütün tavır, davranış ve alışkanlıklarını da değiştirecek gibi durmaktadır. Burada geleneksel okur-yazar, izleyici-yapımcı ilişkileri de değişmiştir ya da değişmek zorundadır. Eskiden okurun ya da izleyicinin haberi almak için yazılanı okuduğu ya da ekranı seyrettiği sanılırdı. Daha doğrusu, öyleydi. Şimdi ise hâlâ öyle olduğu sanılıyor. Okur yazıyı değerlendiren, ekranda gördüğüne inanan ya da inanmayandı. Haber izleyiciye ya da okura sunulurdu. Bakan göz okurun ya da izleyicinin gözü, bakılan şey yazı, resim, fotoğraf ya da ekrandaki görüntüydü. Hepsi buydu. Oysa artık bizzat yazı okura, görüntüler izleyiciye bakmaktadır. Habere bakılmıyor, haber okura bakıyor, onu gözlemliyor, değiştirmeye çalışıyor, tepkilerini ölçüyor ve bir sonraki haberi tam da bu yolla yeniliyor, yolunu çiziyor.
Bir Türk filminde sorulan ve dillere pelesenk olan “Zeki Müren de bizi görecek mi” sorusu artık daha da anlam kazanmıştır. Üstelik bu soru artık komik olmadığı gibi, yeni bir çağın gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Evet, aslında artık Zeki Müren bizi görmeye başlamıştır. Bizim gördüğümüzse Zeki Müren sandığımız bir görüntüden ibarettir. Artık ekran ya da yazı birer “görüntü”, ona bakanlar ise “gerçektir”. Ve her yerde, her zaman olduğu gibi hedef gerçek olandır.
Not: Yazıda ele alınan konu Zygmunt Bauman ve David Lyon’un ortaklaşa yazdığı “Akışkan Gözetim (Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2016)” adlı kitapta geniş olarak tartışılmaktadır.