Yağan bilgi bizi yiyip bitirecek
2018’de, bir dakikada 473.400 tweet atıldı, Snapchat’e 2 milyon, Insta’ya 49.830 fotoğraf yüklendi, Google’da günde 3,5 milyar arama yapıldı
28.03.2022
Zevklerini paylaşma, hayatımıza kattıklarından faydalanma imkânlarına sahip olanlar için, günümüzün ortalama büyükşehir yaşantısı pek şahane ve eğlenceli. (Şu andaki meşakkate takılmayalım; bu yaşantı onun da gelip geçici olduğu varsayımını haliyle barındırır.) Bütün dünyanın bu yaşantıya -gelişmiş ülke büyükşehir orta sınıf yaşantısı- ulaşmak için çaba harcadığı, ezici çoğunlukça ötesi berisi kurcalanmaksızın kabullenilen iddia. Nitekim insanların hallerinin vakitlerinin azıcık yerine geldiği her durumda yönelinen hedefler Batılı orta sınıf yaşantısının unsurları olduğundan bu iddiayı kenara itmek kolay değil. Peki insan denen akıllı hayvan, beyniyle yarattığı fark kendisini yeryüzünün egemeni yapmış bu yaratık, bugünkü gibi bir yaşantıdan ve hızla bunun uzantısı karakterindeki bir geleceğe sürüklenmekten ötürü ne hale geliyor? “Akıllı” cihazlar kullananların aklına ne olacak?
“Bugünkü gibi”nin içini doldurmalıyız. P24’teki geçen yazımda, enformasyon bombardımanı ve çok-işlevlilik yanılsaması yüzünden idrak kapasitemizin nasıl daraldığını gösteren bilim insanlarının bulgularını ve görüşlerini aktarmıştım. Yokmuş gibi davrandığımız büyük sorunu konuşmaya devam ediyoruz. Kaynağımız, 2009 Kasım’ında Der Spiegel’de çıkmış bir yazı. Yazarı, artık aramızda olmayan bir Alman gazeteci-araştırmacı-yayıncı, fikir adamı Frank Schirrmacher. Heidelberg ve Cambridge üniversitelerinde Alman ve İngiliz dili-edebiyatı okuyup diplomaları aldıktan sonra Frankfurter Allgemeine Zeitung’da (FAZ) kültür-sanat editörü olarak çalışmaya başladı. Siegen Üniversitesi’nde Franz Kafka üzerine doktora yaptı. FAZ’ın yayıncıları arasına katıldıktan sonra gazetenin bilim ve popüler kültüre ayırdığı yeri genişletti. Yazdığı bazı kitaplar çok-satanlar arasına girdi. Özgün bir fikir insanı olarak Almanya dışında da itibar gördü, birçok ödül aldı. Toplumun en ufak hücresi olarak ailenin dağılmakta olduğu tesbitinden hareketle söyledikleri epey tartışmaya yolaçtı. Genetik mühendisliği ve beyin araştırmalarına özel ilgi gösterdi. Schirrmacher’in bilgiler aktaracağım yazısının başlığı, “Zekâ: Kafam artık bana eşlik etmiyor” (“Intelligenz: mein Kopf kommt nicht mehr mit”).
Ödediğimiz bedel
Schirrmacher, şahsen “zamanımızın manevî dayatmaları”nı karşılayabilecek durumda olmadığını söyleyerek başlıyor. “Veri trafiğimi tıpkı kuledeki kontrolörün hava trafiğini idare ettiği gibi idare edebiliyorum: muhtemel bir çarpışmayı önlemek için her an çaba harcayarak, ya asıl önemli olanı fark edemezsem diye her an korku duyarak.” Schirrmacher, bunların ardına, Google olmasa ne araştırma yapabileceğini ne de tamirci bulabileceğini ekliyor. Internet çağı cahili de olsak, teknolojinin dibine vurmuş da olsak birşeylerin yolunda gitmediği ortada, yazarımıza göre. Dünyaya dair kavrayışım eskisinden kıt olmadığı halde zihnimin pek çok durumda yetersiz kaldığını hissediyorum, diyor.
Akıllı telefonların pek becerikli olmayanları da fazla oyuncaklı internet sayfalarını kabul edilebilir kalitede gösterebilsinler diye bulunan yönteme getiriyor sözü: graceful degradation = onurlu alçalma. Site kendini olduğundan daha basit gösteriyor ki akıllı telefon “onurunu” kaybetmesin. Yazarımız da, onurunu kaybetmemek için, herkesin kendisiyle aynı sıkıntı içerisinde olduğunu düşünüyormuş. Şöyle diyor: “Galiba (…) bir geri-besleme sözkonusu: Dikkatimizin eskiden kendimize ayırdığımız kısmı bizden koparılıyor ve yerinde boşluk kalıyor. Buna geri-besleme deniyor. Fakat bizim dikkatimizin bir kısmını alıp da beslenen kim?”
Cevap şöyle: “Hiçbir SMS, hiçbir blog [yazısı], hiçbir e-posta havaya savrulup gitmiyor. Hiçbir anket sorusu, hiçbir tweet, hiçbir tık yok olmuyor. Hiçbir şey kaybolmuyor, her şey veri bankalarını besliyor. Fikirlerimizle, kelimelerimizle ve e-postalarımızla dev bir sentetik beynin büyümesine katkıda bulunuyoruz.”
Schirrmacher, “Ödediğimiz bedeli birçok insan şimdilerde kavrıyor gibi görünüyor bana,” diye devam ediyor ve yakındığı zihin yetersizliğini tarif ediyor: “Konsantre olamıyorum, unutkanlaştım, beynim yoldan çıkarılmanın her türlüsüne kapılıveriyor. Hep, bir bilgiyi kaçırıyorum veya unutuyorum duygusuyla yaşıyorum. Ve en kötüsü: Bildiklerim mi önemli, unuttuklarım mı önemsiz, bunu bile bilemiyorum.”
Sanırım bütün bunlar, genç-yaşlı çoğumuzun “valla bende de böyle” diye söylenerek okuyacağı sözler. Yazıldıkları tarih 2009, on üç yıl önce.
İkiz kardeşler
Gerisini okuyalım: “Bu çok tatsız ve acı verici bir deneyim. Ekranı kapatarak da kaçamıyorsunuz bundan. Mütemadiyen, her durumda cep telefonlarına mesaj yazan, e-postalarına bakan, dizüstü bilgisayarlarıyla yaklaşan insanlara rastlıyorsunuz; ve telefonlarda böcek sesini andıran klik-klikleri giderek daha çok duyar oldum, çünkü karşımdaki insan benimle konuşurken bir yandan da klavyesiyle birşeyler yazıyor.”
Schirrmacher, her an üzerimize yağan bilgi parçacıklarının karakteristik özelliğine işaret ediyor. Bunların bazı süreçlerin varılmış sonuçlarını bildirmekten -neden-sonuç ilişkilerine bağlı akış içerisinde kavranabilir olmaktan- çok, eş-zamanlı birçok olguya dair bildirimleri yanyana dizdiklerine dikkat çekiyor. Böylece günümüzün gözde kavramı -geçen yazımda da baş kahramanlardan biri olan- “çok-işlevlilik”in -ya da “çoklu-işlev”in- bilgilerin bu eş-zamanlı yanyana dizilişiyle “ikiz kardeş” olduğunu fark edebiliyoruz.
Yazarın işaret ettiği büyük yapısal çelişki, günümüzün insanlık durumuna ilişkin bir anahtar aslında: Her şeyin kolayca gelip geçici ve kolayca unutulabilir –uçucu, “buharlaşıcı”- olduğu hissini yaratan bilgi yığılması, onca bilginin son zerresine kadar kaydedilip sistematik şekilde depolanması ve kullanılabilir kılınması gibi bir istifçilikle çelişmiyor. Aksine, onun sonucu zaten!
Bu, insanlığın şimdiye kadar hiç karşılaşmadığı bir durum. Schirrmacher’in de işaret ettiği üzre, yığılan bilginin içinde epeyce çöp olabilir; ancak birçok sorunumuzu çözecek, hayatımıza çok şey katacak yığınla bilgi ve fikrin orada biryerlerde bulunduğu da belli. Gelin görün ki, “Fikir nüfusundaki patlamayla baş edebilecek kadar beyin artık yok,” filozof Daniel Dennett’in ifadesiyle. 2002’de (yirmi yıl önce) Berkeley Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, yeryüzündeki bilinen bütün veri taşıyıcılara, yani yazılı, basılı veya elektronik kayıt araç gerecine bir yıl içinde kaydedilen yeni bilgi beş exabyte (beş milyar gigabayt) ediyordu. Yirmi yıl önceki bu miktar, konuşmaya başladığından beri insan denen yaratığın sarf ettiği bütün sözlerden fazla idi. 2011’de dünyada, harddiskler, optik depolama cihazları, bantlar ve dijital veri kaydedilebilir başka aygıtların üzerinde kayıtlı veri 600 exabayta ulaşmıştı. 2021’de toplam veri 79 zettabayttı (1 trilyon gigabayt).
(Bütün bu veri sağanağının kaynakları hakkında kısacık hatırlatma – 2018’de, bir dakika içinde: 473.400 tweet atıldı, Snapchat’e 2 milyon, Instagram’a 49.830 fotoğraf yüklendi, LinkedIn’e 120 yeni kullanıcı üye oldu. Google’da saniyede 40.000, günde 3,5 milyar arama yapılıyordu; Facebook’ta aktif kullanıcı sayısı her gün 1,5 milyarı geçiyordu; dünya nüfusunun üçte ikisi cep telefonu kullanıyordu.)
Düşüncenin iç âlemimizi terk etmesi
Akan bilgiler dikkatimizi hırpalıyor. “Dikkatimiz onların gıdası,” diyor Schirrmacher. Fakat bütün yeni bilgilere yetecek gıda yok. Zihinlerimizde bilgi parçaları ve fikirler birbirlerini alt ederek var kalma mücadelesi veriyor. “Ve biz kendi fikirlerimizi o ağa ne kadar katarsak,” diye yazıyor Schirrmacher, “bu mücadelenin içine daha çok çekiliyoruz.” Olgu yalnız kişisel manevî âlemimizle sınırlı değil. Bu yüzden yazar, “Önce yayınevlerini, gazeteleri, televizyonu ve müzik sanayiini vurdu,” diye anlatıyor.
Schirrmacher’in buradan hareketle Darwinist teoriyi, canlıların var kalma mücadelesini hatırlatması şüphesiz korkutucu. Ona göre acımasız doğal seçilim kuralı, tek tek kişilerin bireysel ve sosyal hayatına, başkalarıyla iletişimine, yeni bilginin en büyük düşmanı olan hatırlama kapasitesine, çoktan dijital evrenin parçası haline gelmiş olan meslek yaşantısına sıçramış bulunuyor.
İnsanın kapsamlı fiziksel değişimin eşiğinde bulunduğu sonucuna varıyor yazarımız. Enformasyon patlamasının hafızamızı, dikkat kapasitemizi ve zihinsel yeteneklerimizi dönüştürmekle kalmayıp beynimizi fiziksel olarak da değiştireceğini ileri sürüyor. Bunun “Sanayi Devrimi döneminde insanların kaslarında bedenlerinde meydana gelen değişiklikler”le kıyaslanabileceğini söylüyor. “Hiçbir insan kendini bu değişimden sakınamaz,” gibi bir hükümle de yetinmiyor, “Ama bunlar,” diye ısrar ediyor, “daha büyük ve emsalsiz bir değişimin sadece hazırlık adımları.”
Schirrmacher’in şimdi aktaracağım sözleri bilimsel tesbitten ziyade edebî anlatım gibi görülebilir. Ancak bunlar zaman zaman rağbet bulan felaket magazininden çok farklı, derin bir içeriğe uzanan yolu gösteriyor:
“Dijital toplum, içsel hayatını değişik şekilde programlamaya geçti. Bütün dünyada bilgisayarlar zekâlarını biraraya getirmeye ve içsel durumlarını değiş tokuş etmeye başladılar; ve birkaç senedir insanlar bu yolda onları takip ediyor. İnsanlar bilgisayarların peşinden gittiği sürece çaresizce yenilecekler. Birşeyler kaçırıyor olma korkusu ve her enformasyonu tüketme zorlaması bizi yiyip bitirecek. Artık neyin önemli neyin önemsiz olduğunu bilemeyeceğimizden, bağımsız düşünebilmeyi unutacağız. Ve neredeyse bütün alanlarda makinelerin otoriter egemenliğine boyun eğeceğiz. Çünkü düşünme, kelimenin tam anlamıyla, dışa kayıyor; bizim içsel âlemimizi terk ediyor ve dijital platformlarda yaşıyor. Hayatın matematik olarak önceden belirlendiği ve insanın kaderine dair hiçbir şeyi değiştiremeyeceği fikri, enformasyon selinin belgelenmiş ilk etkilerinden biri” (vurgu benim; daha sonra ayrıca ele almayı umarak o ifadeye dikkatinizi çekmek istedim – ük).
Düşüncenin “içsel âlemimizi terk edip dışa kayması” ve “dijital platformlarda yaşamını sürdürmesi” gibi bir tasviri açıkçası başka yerde okumamıştım. Bazen gözlemlerin sonuçları, tesbitler, çıkarsamalar, fikirler serpintili yağıp tutmayan kar gibi gelirler insanın aklına. Şurada üç beş karış yer beyazlaşmıştır, başınızı çevirdiğinizde kardan eser yoktur, öyle. Biri çıkıp, sizin avucunuzda erimeye yüz tutmuş taneleri biraraya getirip gözle görülür, elle tutulur şekil oluşturduğunda utangaç bir “hah!” nidâsı çıkar gönlünüzden. Sessiz ve yumuşaktır. Hernekadar bölük pörçük sezebildiğini yetkin bir ağızdan derlenip toparlanmış, mânâsına kavuşmuş halde duymak insana iyi bir his verirse de, şu örnekte bahsettiğimiz gerçekliğin kendisine döner dönmez iyi hislerimiz uçuşarak kayboluyor. Açıkçası, ürküntüm bundan değil. İlkin, kudret müthiş çıkar düşkünü ve umursamaz, acımasız egemenlerin elinde. Sonra, insan toplumunun harekete geçtiğinde her şeyi değiştirebilecek kısmı onurundan vazgeçmeye nasıl giderek alıştırıldığını ve süslü püslü oyuncaklarla nasıl aptallaştırıldığını umursamıyor. Değiştirilmesi pekâlâ elimizde olan gidişat bunlar yüzünden mutlaklaşıyor.
İyimser olunabilecek yegâne husus, bu musibetlere karşılık, geleceğin imtiyazlı köleler toplumunun temelleri niteliğindeki gelişmelerin bize de dünya çapında örgütlenme ve bambaşka hedefler peşinde koşma imkânları yaratması. Ancak böyle bir yola girebilmek için önce itiraz etmezsek nereye götürüleceğimizi bir zahmet anlamak lazım. Bu nedenle, Schirrmacher’in birçok düşünürden önce hepimizi üzerine düşünmeye davet ettiği gerçeklerimiz hakkında konuşsak iyi ederiz.