Yap-İşlet-Devret modeli bir soygun modeli mi?
1915 Çanakkale Köprüsü ihalesi bu gerçeği ispatlıyor. Sözleşmeye göre “geçiş garantisi” verilen araç sayısı 45.000. Geçen araç sayısı ortalama 12.000.
30.09.2020
Bu hay huy ve sûnî gündem oluşturma çabası içinde, hiç değişmeyen bir gerçek ise soyulup durduğumuz anlatan “yap-işlet-devlet” modelinin bir soygun terörü hâline dönüştüğü…
“Yap-İşlet -Devret” modeli, AKP döneminde meşhur GDO modeli gereği genetiği değişmiş ürüne dönüştürüldü.
Model doğduğunda amaç iyi niyetliydi, derinleşmeden hemen Wikipedia’dan okuyalım:
“Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli, geniş anlamda (İngilizce: Build-Operate-Transfer (BOT)) bir kamu altyapı yatırım veya hizmetinin finansmanı özel bir şirket tarafından karşılanarak gerçekleştirilmesi ve kamu tarafından belirlenen bir süre için işletilmesi ve yine bu süre içinde ürettiği mal veya hizmeti, tarafların karşılıklı saptadıkları bir tarife uyarınca kamu kuruluşlarına satması ve sürenin sonunda işletmekte olduğu tesisleri bakımı yapılmış, eksiksiz ve işler durumda ilgili kamu kuruluşuna devretmesidir”
“İkinci dünya savaşından sonra, hızlı bir büyüme gereksinimi duyan ülkelerde kamu sektörü ekonomiyi yönlendirmek ve yeterli sermaye birikimi olmayan özel sektöre öncülük etmek amacıyla ekonominin birçok sektöründe yer alması” bir mânâ taşıyabilir ama şimdi durum öyle mi ?
Sadece hemen önünüze çıkan eleştiriye kulak verelim :
– devleti daha çok kazıklamanın bir yöntemi olarak görülen model… zira devlet zaten işletmeyi kuracak firmaya gerekli desteği ve oldukça sağlam bir "satın alma garantisini" vermektedir… özel enerji santralleri bunlara en iyi örnektir…
– ayrıca bu işletmelerin devlete devri milatlarını doldurduktan sonra, kısacası hurdaya atılmadan hemen önce yapılmaktadır… devlete düşen ise bu işletmeyi devraldıktan sonra bir kaç sene daha, o da sürekli tamir ederek, ayakta tutmaya çalışmak olacaktır…”
Bu eleştiriler ortaya çıkan rakamlar tarafından doğrulanıyor, haberi okuyalım :
Türkiye Cumhuriyeti son yıllarda Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Avrasya Tüneli'ni yap-işlet-devret modeliyle özel firmalara yaptırdı.
Projeler için vaat edilen araç geçiş sayısına ulaşılamaması nedeniyle devletin kasasından 2017 yılında 2 milyar 125 milyon lirayı işletmeci firmalara ödendi.
Sade bunlar mı, en son da aynı kara delik Çanakkale Köprüsü için gündem oldu…
Aldım süresi 16 yıl 2 ay 12 gün olan ihalenin sözleşmesini okudum.
1915 Çanakkale Köprüsü ihalesi bilgileri de sahiden bu gerçeği ispatlıyor.
Bu sözleşmeye göre “geçiş garantisi” verilen araç sayısı 45.000. Ancak geçen yıl verilerine göre günlük geçen araç sayısı ortalama hesaba göre 12.000.
33.000 gibi bir açık daha ilk elde.
Bu kadar ciddi bir fark ile bu araç sayısını kim nasıl tespit eder acaba?
Vatandaşın cebine kim göz diker?
Devletin kalkınması yerine müteahhit ve bireysel kalkınma partisini kim, neden destekler acaba?
Dönelim 1915 Çanakkale Köprüsü sözleşmesine; sözleşmeye göre her bir araç için 15 EURO+KDV’yi MKP’ye (müteahhit ve bireysel kalkınma partisi) ödeyeceğiz.
45.000 araç için MKP (müteahhit ve bireysel kalkınma partisi) bir günde 675.000 EURO ödeme alacak.
Otoyol için de km başına 0.05 EURO+KDV alınacak. Bonus…
Yuvarlak rakamlar ile 16 yıl süreli sözleşmenin 5 yılı inşaat ile geçecek. 11 yıl boyunca toplam yapacağımız ödeme 2.710.125.000 EURO.
Sözleşmeye göre sözleşme bedeli ise 10.354.576.201 TÜRK LİRASI
Sözleşme bedeli TÜRK LİRASI, ödeme EURO.
Bu bir cep terörü değil mi sizce?
Yap-İşlet-Devret hepimizin üzerinde durması gereken bir soygun mekanizmasına dönüştü.
Bir nevî ekonomik terör… Cebimizden zorla para çalınıyor…
Bu paraları kim çalıyor, ne yapmak lazım, soru bu ?
Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır çok taze yayınladığı Hikâyesini Arayan Gelecek başlıklı son kitabı ile ilgili verdiği röportajda şöyle diyor :
AKP’nin bugün geldiği tıkanıklık da budur. Sokaktan beslenen, sokaktaki ihtiyaca politika üreten bir parti yerine bir liderin iktidarını sürdürmesi uğruna her şeyi yukarıdan aşağı tasarladıkları ve gerçek hayattan koptukları bir noktadalar. Onun için maharetleri sınırlı, çünkü ne yapacaklarını da bilmiyorlar, ne yapılması gerektiğine dair ihtiyacı da duymuyorlar.
Duymuyorlar çünkü “duygusal işler” tavan yaptı, mesele o suyun başını bırakmamak.
Bu yazıyı Selin Sayek Böke’nin “yap-işlet-devret” modelindeki soygunu ve bu yapıları kamulaştırmaktan söz etmesi üzerine yazdım.
TÜSİAD ise “hukuksal güvence ve mülkiyet hakkına saygı” istedi.
Ama bir soygun terörü var, çare üretmek ve ülkenin fakirleşmesini önlemek lazım.
Temel hak ve özgürlüklere asla dokunmadan, soygunu önleyecek sözleşme düzenlemesi zaten yeterince çare olur.
Yeter ki başlangıçta çok iyi niyetlerle başlayan ama bizim ülkemizde son dönemde soygun düzenine dönüşen bir mekanizmayı sona erdirmek için el birliği yapalım.