Yapılan yapılınca yapılmış oluyor

Danıştay’a gitmek mi!? Vay canına! Analar ne aslanlar doğuruyor!..

ÜMİT KIVANÇ

21.03.2021

Bir telaştır gidiyor: Efendim, İstanbul Sözleşmesi’ni cumhurbaşkanı tek başına feshedemez! Sözleşmeyi Meclis onaylamış, ancak o fesheder! Olmaz! Anayasa’ya aykırı! Haklılar. Tabiî. Olurdu. Meclis, Anayasa gibi şeyler varolsa, birilerinin birtakım yasalara uyması gerekse, uymayınca bişey olsa falan…

Fakat şu işe bakın ki, bizim içine atılacağımız kocaman kara delik gördüğümüz yerde koca koca partilerin koca koca politikacıları anayasa, yasalar, kurumlar, hukuk, yargı falan görüyormuş gibi davranabiliyorlar!

Yasalar ve bütün yasaların anası Anayasa’ya revâ görülen fena muamele karşısında muhalefetin anası derhal harekete geçti ve Merkez Yönetim Kurulu ile Parti Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağırdı. Yani birilerini kıçlarını kaldırıp bir yerden bir yere gitmek zorunda bırakmak sûretiyle büyük risk aldı. Bu muazzam eylemlilik halinin meyvesi olarak, toplantıda, cevval bir atağa kalkışılması kararı alındı: TC’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi yolundaki iktidar tasarrufu derhal Danıştay’a götürülecek!

Danıştay’a gitmek mi!? Vay canına! Yukarıda bazılarını andığım analar ne aslanlar doğuruyor!..

Bu radikal tutum karşısında, Anayasa’nın A’sından başlayarak, yasayla, hukukla uzaktan yakından ilgili herhangi bir kırıntıyı hayatında -dolayısıyla bizimkinde de- barındırmamaya niyetli iktidarın, “Buyurun, sizin hakkınız,” diyerek koltuğu bırakıp gitmesi beklenirdi. Niyeyse gitmediler. Ama sıkıntı yok. Muhalefet jargonuna bakılırsa nasıl olsa gidecekler. Gidiyorlar. Gitmek üzereler. Az kaldı. Çok az. Na şu kadarcık! Gitmeleri an meselesi, bundan yapıyorlarmış. Çok korkuyorlar, ondan da yapıyorlarmış. Gündem değiştirmek üzere de yapıyorlarmış. Nitekim siyasetin yüz akı, sahici hak mücadelecisi milletvekilinin vekilliğini düşürmeleri de bunlardan biri yüzündenmiş. Bu saçma mantık yüzünden, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun uğraştığı meseleler, teşhir ettiği iktidar uygulamaları, muhalefetin ajandasına da giremiyor.

 

Derin vukuf

 

Bu mantığı izleyince, zihne açıklık, yüreğe ferahlık veren derin vukuf bünyemizi sarıp ışıldatıyor. HDP’yi kapatma davası Meclis itibarının üzerinde tepinilmesini unutturmak için duyurulmuş oluyor. Böylece memleketin batısına da seslenebilen, varlığı bizzat sahici demokrasi zemini oluşturan, çoğunluk desteği için hem günün muktedirlerinin hem ana muhalefetin oylarına muhtaç olduğu kilit partinin siyaset sahası dışına sürülmek istenmesinin hakiki sebeplerini düşünmeye sıra gelmiyor. Gelemiyor. Çünkü hemen üstüne, Gezi Parkı mülkiyetinin gaspı hadisesi geliyor. Bu defa da parkın Sultan Padişah Şevketpenah Han vs. Vakfı’na devrinin muhtemel saikleri üzerine konuşulamıyor, zira gündem değiştirme hamlesi bir defa tesbit edildi miydi başka mevzu açılamıyor. Diyelim açılacak, bu sefer de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme haberi ortaya düşüyor. Yerleşiğiyle, radikaliyle muhalefetin büyük kısmı yapılanların bizzat amaçlanan şeyler olduğu, bunların sersemletici ritmle ardarda gelişinin başlıbaşına dönüşümün kendisi demek olduğu ihtimalinin yakınından geçmiyor. Bunlara göre muktedirler her şeyi korktuklarından, gitti gidiyor olmalarından, gündemi değiştirmek istediklerinden, hattâ buna mecbur olduklarından yapıyorlar! Niye mecburlar? Çünkü korkuyorlar. Niye korkuyorlar? Çünkü gidecekler. Gitmekten niye korkuyorlar? Araba tutuyor. Deniz tutuyor. Uçak korkusu var. Vesaire. Hepsini bu yüzden yapıyorlar.

Türkiye siyasetini, bilhassa muhalefetini, özel olarak muhalefet söylemini izleyen bir gözlemci şu hükme varacaktır: Gidecek olmaktan, korkudan veya gündem değiştirmek maksadıyla yapılanlar Türkiye’de yapılmış sayılmıyor. Meselâ, gündemi değiştirmek için HDP’ye kapatma davasıyla gölgelenen Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi ve hapis cezası aslında yok. Sıkıntı yok yani. Gezi’yi devretme hadisesiyle kenara itilen HDP’ye kapatma davası da aslında açılmamış sayılıyor. Almanlar yenilince bizim de hani şey olması gibi… öyle. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gündeme oturunca, öncekilerin kalkıp gitmesi gerekiyor. Gündem öyle bir yer. Hepsi birden oturamıyor. Gündem üçe ayrılıyor: (1) Gidecekler de ondan olanlar, (2) Korkudan olanlar, (3) Gündem değiştirme maksadıyla olanlar. Her üçü yüzünden yapılanlar yapılmamış sayılıyor. Yapılmadıklarını belgeleyen bir makbuz alınıyor, Danıştay’a götürülüyor.

 

Siyaset mümessilleri

 

Yıllanmış siyaset mümessil ve bayilerinin işlevi bu. Onların yüzlerine bakıp söylediklerine kulak verince, hiçbir şey olmamış gibi yaşantınıza devam edebileceğiniz hissine kapılıyorsunuz. Oysa yapılan, yapılınca gerçekten yapılmış oluyor! Bir bakıyorsunuz, seçilmiş altmış küsur belediye başkanının yerinde yeller esiyor. Yakından kulak kabartınca, bunların kayyımların esnemesinden mütevellit hava cereyanı olduğunu anlıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz, Ayasofya ibadete açılmış, “demokratik muhalefet cephesi”nin cumhurbaşkanı adayı da iktidarla saf tutup namaza durmuş. Bir bakıyorsunuz, muhalefetin aldığı büyükşehir belediyelerinin başkanları masalarındaki fiyakalı isimlikleri bile yerinden oynatamasınlar diye yetkileri türlü numaralarla kırpılıyor. Bir bakıyorsunuz, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, hepsi yürütme ile ilişkileri bakımından bakanlıklara dönmüşler. Mahkemeler yönetimin icraat müesseseleri, yargıçlar savcılar müsteşar, özel kalem vs. gibi. Kural fasarya, yasa fantezi, anayasa gazoz. 

İşte bu şartlarda, CHP bize Andımız’ı getiriyor, potansiyel maktûl kadınları Danıştay’a götürüyor! Hazır dosyayı kucaklamışken Yargıtay’a da, Anayasa Mahkemesi’ne de uğrasınlar. Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusu falan..? İmzaydı, damgaydı, onaydı, nüshaydı derken mesai biter, evli evine köylü köyüne.

Ezcümle militan bürokrasi, vazifeli yargı, muhalefetin gözüne devlet kurumu olarak gözüküyor. Oysa, kurumsallık -varolabildiği kadarıyla- çoktan öldürülüp -varolabildiği kadarıyla- yasallıkla birlikte gömüldü.

Ve biz başka evredeyiz artık. İktidar koalisyonu çoğunluk desteği aramıyor, öncelikli hedefi manipülasyonlarla, kara propagandalarla, çıkar vaatleriyle çoğunluk elde edip seçim kazanmak değil. Gayet radikal, militanca saiklerle hareket ediyor. Demokrasi nâmına, hukuk, yasa, yargı, adalet nâmına ne varsa yok ettikten, seçilmiş bazı muhaliflere yönelik hapiste çürütme uygulamasını yerleştirdikten sonra, bizzat muhalif oluşumları yok etmeye geçtiler -ki, “muhalif” tanımına özellikle insan hakları ve sivil toplum örgütleri giriyor. Siyasî çıbanbaşı HDP, bölücüler-teröristler kontenjanından yeralıyor imha listesinde. İktidar koalisyonunun bütünlüklü programı yok. Programları, çok yönlü ve geniş cepheli atak stratejisini ete kemiğe büründürecek, totaliter iktidar mekanizmalarını garanti altına alacak ve toplumu boyunduruğa alıştıracak adımların peşpeşe atılmasından ibaret. Bunlar atıldıkça devlet-toplum ilişkisi ve kabaca, topluca, öz olarak, “ülkede hayat” değişiyor. Yani yapılan yapılmış oluyor.

 

Sübap, gaz musluğu, sigorta vs.

 

Yerleşik muhalefetin belirleyici iki unsuru, CHP ile İYİP, nasıl bir haksızlık ve zulme uğratıldığını en az bizim kadar bildikleri Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu Meclis’te bırakıp sahadan kaçtılar. O “geçmiş olsun” telefonları, açanın suratına kapatılması gereken riyakârlık ve korkaklık ilanlarından başka şey değil. Kimi kandırıyorlar? Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi tertemiz insan hakları mücadelecisine sahip çıkamayan muhalefet, risk almayı, cesur olmayı gerektiren hangi meselede, kabul ve rıza uğruna didinmek gereken hangi siyasî dönüşüm için neye sahip çıkabilir? Şayet siyasî başarı kazanıp iktidar elde etse neye sahip çıkacak? Yasallık-kurumsallıksa, bugünkü şartlarda elde dosya Danıştay’a koşarak sonuç alacağını uman siyasî partiye kim inanır, güvenir?

Gergerlioğlu, sözkonusu partilerin kendi siyasetleri, teamülleri, bilumum geleneksel kirleri pasları, tortuları, hezeyanları bakımından da açıkça tukaka edemeyecekleri bir şahsiyet. CHP’nin gıkını çıkarabileceği ne olabilir, Gergerlioğlu’nun mücadelesinde? Bunu geçtim, İYİP bile nasıl açıklayabilir Meclis’in -kimbilir kaçıncı defa- aşağılandığı, itibarının yerle bir edildiği mâhut vekillik düşürme ayini ertesinde tabana kuvvet tüymeyi? Nesine yakın gözükmekten korktular Gergerlioğlu’nun mücadelesinin? Çıplak aramayı mı savunuyorlar? İşkenceyi mi? Hak-adalet kavramlarına mı kökten karşılar? Nedir sıkıntıları? Muhalefet milletvekillerinin Gergerlioğlu’nu “orada öyle” bırakmaları bugünün ana akım muhalifliğinin cibiliyeti hakkında öyle çok veri barındırıyor ki…

Bu verilere göre, ana akım muhalefet partilerimiz, melez bir Ortadoğu diktatörlüğünün yerleşik muhalefeti, yani sübap, gaz musluğu, sigorta vs. işlevlerini üstlenmiş bir tür sözde-muhalefet olmaya razıdırlar. Oynayacakları müstakbel rolün kostümü buradan başlayan çizgilerle biçilecek giysidir. İYİP’in, faşizan iktidara her an fırsatını bulup kapağı atabileceğini varsaydığı, bu bakımdan, saray muhalifliğine CHP’den daha az razı geleceği, daha fazlasını isteyeceği öngörülebilir. CHP üst kademesinin saflarında esen havanın ise en ufak huzursuzluk içermediği, oralarda endişeye, paniğe mahal bulunmadığı anlaşılıyor.

CHP’nin demokrasi için, hukuk devleti için, adalet için sahiden birşeyler yapmaya çabalayan birkaç milletvekilini dışarıda tutarak serinkanlı konuşalım: Zaman zaman çıkıp yaptıkları işgüzarlıklar ve münasebetsizliklerle demokrasi ve adalet özlemi duyan herkesin tepesini attıran CHP demirbaşları mevcut durumdan veya daha beter olması mukadder müstakbel vaziyetten nasıl bir rahatsızlık duyarlar? Duyarlar mı yani? Milletvekili statüsü, yaşam sürdürmek için hiç fena statü değil. Ömürboyu garantili ayrıcalıklar, şunlar bunlar. Arada “televizyona çıkıp” muhalif muhalif poz kesme şansı da var; başka türlü hiçbir halt olamayacak politikacı daha ne ister? Demokrasi yoksa, adalet yoksa daha iyi ya! Savcılığa suç duyurusunda bulunur, Danıştay’a gider, kınar, “Bu böyle gitmez!” çıkışları yapar. Atatürk bahsinde eksikleri tesbit eder. İktidarla milliyetçilik güreşine tutuşur. Hayatî tehlike olmadığı sürece, andımız andımız yaşar gider bu politikacı türü. 

Bu türün yaşama ortamı iki ana unsurdan oluşur: (1) amaçsızlık, (2) inançsızlık. Geleneksel-yerleşik CHP bürokrat-politikacısının sahiden siyasî hedef denmeye değer siyasî hedefi var mıdır? Yoktur. İktidara geleceğine ve bambaşka işler yapıp memlekete bugün sahip olmadığı herhangi bir şey katacağına inanır mı? İnanmaz. E, yüzde 20-25 oyla her zaman ana muhalefet olunacağı da garanti…

Ana akım muhalefetin, alacağını almamış, vereceğini vermemiş, bu nedenle  nesnel olarak daha dinamik unsuru İYİP’in siyasî hedefi nedir peki? Tek başına iktidar olsa neler yapar? Hangi kesimi kayırır, kimleri düşman beller? MHP ile ayrı parti olmalarını gerektirecek farklar nerelerde? Türkiye’nin hangi köklü yapısal sorununun hangi çözümünde kimden nasıl ayrışıyor? 

Her iki parti için de soracak olursak: Seçmenlerinin hangi önyargılarını nasıl giderecek ve toplumumuzu saplanıp kaldığı bataklıktan kurtarmak için kıpırdanmayı sağlayacaklar?

Ana muhalefet kimliğiyle karşımıza çıkan partiler ve politikacılar nezdinde bu soruların hiçbirinin cevabı yok. Onlardan bahsederken “siyasî” dememiz bile şaibeli. Kimse, etrafındaki hiçbir şeyi değiştirmeyi öngörmeyen, yalnız kendi konumunu esas alan faaliyete siyaset diyemez.