Yargıda hâlâ FETÖ’cü hâkim yöntemleri mi geçerli
Hukuk ve demokrasinin sağlığına tekrar kavuşması için çabalayan bir hukukçu olarak bir iddianamede çok çarpıcı bir FETÖ yöntemine rastladım
18.04.2018
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Afyon Barosu’nun düzenlediği toplantıda konuşurken “FETÖ’cü hâkim savcıların ihracıyla birlikte çok yoğun bir şekilde yargıya hâkim savcı alındı. Yaklaşık 4 bin FETÖ’cü hâkim savcı ihraç edildi. 5 binin üzerinde hâkim savcı alındı” dedi.
Mahkemelerin yürüyen işlerinden dolayı, eğitim dahi olmadan kürsüye çıkan hâkim savcıların olduğuna dair açık itiraf.
“Eğitim dahi almadan kürsüye çıkan hâkim savcılar…”
Bu ciddi ve endişe verici sorun nasıl çözülecek?
Cevap gene Adalet Bakanı Gül’den geliyor: “Biz şimdi eğitim almadan kürsüye çıkan hakim savcılarımızın da bir takvim çerçevesinde hızlıca teorik eğitimlerini pratik eğitimlerini alacak düzenlemeyi yapıyoruz.”
Eğitim almadan kürsüye çıkan hâkim savcıların, “hızlıca teorik ve pratik eğitim alarak yargıladıkları dosyalar” ne olacak? Bu soru sorulmamış, e doğaldır ki Bakan da yanıtlamamış.
“Kobaylık sanıklar…”
Teorik ve pratik eğitimlerini insanları yargılarken hızlıca alacak olan hâkim savcıların ne anlama geldiğini, bunca yıllık hukukçu olmama rağmen son dönemlerde kovalayıp durduğum çok farklı ve çeşitli dava ve mahkemelerde gördüm. Korku filmi anlatır gibi çok uzun uzadıya anlatabilirim.
Türk yargı sisteminin kolayca onaramayacağı bu büyük yaranın bu düzeyde itiraf edilmesi de çok önemli ve bundan sonraki tüm zamanlar için kanayan demirbaş bir konu.
Ancak bugün amacım bizleri kan, revan içinde bırakan, insanları katlederek sakat bırakan ve ülkeyi altüst eden FETÖ’cü kâbusun, yargı sistemindeki hukuka taban tabana zıt tiksindiren hilebaz yöntemleri.
Temel hak ve özgürlüklerin ihlalinin önlenmesi, hukuk ve demokrasinin yeniden sağlığına kavuşması için çaba harcayan bir hukukçu olarak geçenlerde bir iddianamede çok çarpıcı bir FETÖ yöntemine rastladım.
Bu iddianameyi yazanın şimdiki İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan olması da ayrıca önemli elbette.
İddianamede Başsavcı bu FETÖ yönteminin dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a da uygulandığını anımsatıyordu.
2008-2010 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı yapan İlker Başbuğ İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5.08.2013 tarihinde “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
Bu dava “Ergenekon Davası” olarak adlandırılmıştı.
Şimdilerde, bu mahkemenin Başbuğ’u yargılayan üyeleri FETÖ’den yargılanıp cezalandırılıyor. Duruşmanın son celsesini yansıtan bir videoyu da geçenlerde izledik. Nasıl bir yargılama sürecinin yaşandığını da bir kez daha, bir kez daha şaşırarak gözlerimizle gördük.
Başsavcı Fidan’ın iddianameye yazdığı, o zamanın mahkemesinin Başbuğ’a da uyguladığı FETÖ yöntemine döneyim tekrar.
İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/223 esas sayılı iddianamesinin 53.sayfasından İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın kaleminden okuyalım:
Yargılamayı yapan ilk derece mahkemesinin, Ergenekon Terör Örgütü’nün varlığını kabul ettikten sonra yargılanan kişilerin önemli bir kısmını, isnat edilen suçları işledikleri kanaatiyle uzun süreli hapis ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları ile cezalandırdığı, uzun süren tutukluluk ve yargılama önemli bir sorun haline geldiğinden yapılan kanun değişikliklerine rağmen, FETÖ/PDY üyesi hâkimlerce tutukluluk durumları devam ettirilen kişilerin ancak bireysel başvuru yolunu kullanarak Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile tahliye edilebildikleri anlaşılmıştır.
FETÖ’cüler yersiz müebbet talebini insanları zorla içeride tutmak için kullanıyormuş.
Gerçekten de FETÖ yöntemiyle müebbet Başbuğ davasında da devreye girmiş, İlker Başbuğ 26 ay cezaevinde yattıktan sonra ancak bireysel başvurusunun kabulü sayesinde Anayasa Mahkemesi’nin 6 Mart 2014 tarihli kararı ile özgürlüğüne kavuşabilmişti.
Bireysel başvurunun Anayasa maddesi olarak düzenlenmesi aşamasında bireysel başvuruyu özgürlük olarak kabul eden ve 12 Eylül yamalı bohça darbe Anayasa’nın değişmesinden yana oldukları için yetmez ama evet diyenler vardı. Bir de tümden hayır diyenler.
Sonuçta o dönemin hukuksuzluk sınırının aşılarak zulme dönüşen davalarını Anayasal Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular çözdü.
FETÖ’cü hâkimler, bugünün İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın iddianamede yer verdiği görüşüne göre, “hiç değilse” Anayasa Mahkemesi kararına uyup demek ki Anayasa’yı yok saymıyorlarmış.
Ya bugünün hâkimleri ne yapıyor dersiniz, yöntemler ne durumda bir bakalım;
Akın Atalay kendisi gelerek teslim oldu, boş bir dosya kapsamı ile ve atılı sevk maddesinde öngörülen cezanın fazlasını peşinen çekmiş oldu. 500 günü aşkın süredir tutuklu. İşte alın size “uzun süreli tutukluluk.” FETÖ’cü hâkimlerin benimsediği yöntemi anımsatmıyor mu?
Daha fazlası da var.
O günlerde, FETÖ’cü hâkimler hiç değilse Anayasa Mahkemesi kararlarına uyuyorlarmış.
Bugün, Başsavcı İrfan Fidan ile aynı adliyede görev yapan hâkimler arasında, FETÖ’cü hâkimlerin benimsediği yöntemlerden olan uzun süreli tutukluluk, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını yöntemlerine ilave olarak daha da ileri gidip, Anayasa Mahkemesi kararlarını dolayısı ile TC Anayasası’nı yok sayanlar da var.
Mehmet Altan hakkında hem Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu hem de AİHM “suç işlediğine dair bir tane dahi kuvvetli delil olmadığını” saptamış olmasına karşın, İstanbul 26 Ağır Ceza Mahkemesi ile itirazın yapıldığı 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin iki hâkimi Anayasa Mahkemesi kararını defalarca yok saydılar ve saymaya da devam ediyorlar.
Anayasa 6. Maddesi der ki, “hiç kimse kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz.”
Devlet Anayasa’yı yok sayan bu hâkimler dahil hiç kimseye “kendi Anayasasını yok say, ihlal et” diye yetki veremez.
Başsavcı İrfan Fidan’ın iddianamesini hazırladığı kamuoyunda Atila Taş, Murat Aksoy davası üzerinden FETÖ’cü hâkim yöntemlerine son bir örnek daha vereyim size.
Hatırlarsınız Atila Taş, Murat Aksoy davasında yargılanan 13 gazeteci 31 Mart 2017 günü tahliye edildiler ancak gün yüzü görmeden cezaevi kapısından polis marifetiyle toplandılar.
Haklarında “hızlıca”, “cebir ve şiddet” kullanarak “Anayasal Düzeni” ve “Hükümeti” ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla iki kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle dava açıldı ve yeniden tutuklandılar.
Bu gelişme hiç rastlanmamış ve hukuku eden bir uygulama olarak hem içeride hem dışarıdaki yargı çevrelerini şok etmişti. Yargının ölümü olarak nitelenmişti.
13 gazetecinin içinde bulunduğu bu grubun davası geçenlerde sonuçlandı. FETÖ örgütü üyeliği suçlaması ile çeşitli cezalara çarptırıldılar ama darbecilikten beraat ettiler.
FETÖ yöntemi olan müebbet talebi devre dışı bırakıldı ancak 13 kişi 1 yıl boyunca bu suçlamadan dolayı tutuklu kaldılar. Müebbet hapis isteği bu amaca hizmet etti. Hiç cezaevinden çıkamadılar. Belli ki amaç da buydu.
25. Ağır Ceza Mahkemesi gazeteciler için beraat kararı verirken yasanın aradığı “cebir ve şiddet” unsurunun bulunmadığına karar verdi.
Ama 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan ve aralarında AYM’nin hakkında karar verdiği Mehmet Altan’ın da bulunduğu gazeteciler için durum aynı olmadı. Onlar “manevî cebir” diye kanunda yeri olmayan bir gerekçeyle hem de “ağırlaştırılmış müebbette” mahkûm edildiler.
FETÖ’cülüğe, FETÖ darbesine lanet okuyoruz.
Adalet Bakanı yargının FETÖ’cü hâkim ve savcılardan arındığını müjdeliyor.
Ama FETÖ’cü yöntemlerden de hızlıca arınmak gerekiyor.
Dün Ergenekon Davasında Orgeneral İlker Başbuğ’a uygulanan FETÖ yöntemi bugün suçsuzluğu Türkiye’nin ve Avrupa’nın em yüksek mahkemelerince karar haline getirilmiş düşün adamlarına uygulanıyorsa bu FETÖ’cü arınmadan ne kadar emin olabilir ne kadar huzur bulabiliriz?
Ülkenin metabolizmasını kezzaplayan FETÖ’cülükten bir an önce topyekûn kurtulmanın tek çaresi var; eğitimli ve deneyimli hukukçulara ve demokrasi ilkelerine sıkı sıkıya sarılmak.
Yoksa FETÖ’cüler gitse de lanet yöntemleri can bulmaya, kimi yerlerde hüküm sürmeye devam ediyor.