Yaşasın hayat

Dünyadaki herkes savaşlara karşı olsa dünya nasıl bir yer olurdu?

H. BERKAY TOSUNLU

30.01.2018

Sinekler vızıldarken bu çürümüş karında, 
oradan çıkan siyah kurt taburları, 
Koyu bir sıvı gibi kaplıyordu boyuna 
bu canlı paçavraları. 

 
Baudelaire “Une Charogne”  şiirinde ölümün, artık hayatta olmamanın betimlemesini yapar soğuk ve aslında kırılgan kalemiyle.

Ölüm, insanın en büyük lanetlerinden biri olarak, insan edinimine aslında çok fazla dokunmadan ama illâ ısrarla benlikte varolmayı sürdürür. Onu çok fazla anmadan, gündelik hayatın pratiklerinde aklımıza getirmemeye çalışarak yaşarız. Ama ölüm oradadır.
Ölümün estetize edilmesini de, bütün o kahramanlık menkıbelerine rağmen yapay ve kalpsizce bulmuşumdur oldum olası. Hayat bitmiş, aklımıza getirmekten çekindiğimiz lanet, birileri için kesin bir hakikat olmuştur. Sevdiklerinin perişanlığı, cesedin tahayyüller ötesi ürperticiliğiyle tamamlanmış, bir dünya yok olmuştur. Bütün bunların nihayetinde, ölünün aslında boşuna ölmediği, yukarıda bir yerler varsa orada rahat edeceği, mükafatlandırılacağı, ölmesi sayesinde aslında bizim rahat ettiğimiz palavralarına “aslında ölmedi”, bu ‘’kutsal’’ uğurda ölenlerin aslında ölmemiş olacağına dair  şizofrenik çıkarımlarla tiyatro devam eder. Kurda benzer koyu bir sıvı akarken henüz belki de…

Kant’ın ahlak anlayışı zihin açan bir soruyla başlar, yaptığımız eylemi dünyada geriye kalan insanlar da yapsa dünya nasıl bir yer olurdu diye sorar Kant. Eğer cevabınız “daha iyi bir yer olurdu” ise eyleminiz ahlaklı, aksi durumda o eylemi ahlaksız olarak nitelendirir.

“Savaşa hayır” diyen akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların ‘’vatan haini’’ ilan edildiği bir yerde aklıma bu soru düştü. Dünyadaki herkes savaşlara karşı olsa dünya nasıl bir yer olurdu?

Cevaplamaya ar ederek şunu sormalıyım, eğer dünyadaki herkes birbirinin fikrine katılmadığında ‘’hainler, edepsizler’’ diye haykırsaydı dünya nasıl bir yer olurdu? Kimin hayatı savunarak “ahlaklı” olduğu kimin kıymeti kendinden menkul kahramanlık menkıbeleriyle “ahlaksız” olduğu gün gibi ortada. Savaşlara karşı olmak, diyaloğu savunmak, barış istemek suç olamaz.

Ülkemiz bir savaşın içinde, iktidarın söylediklerinden anladığım kadarıyla sınırlarımızda bir ‘’terör hattı’’ istemiyoruz. Terör hattı dediklerinin başında sanırım daha önce  Ankara’da resmî protokolle ağırlanmış Salih Müslim var.

Zannediyorum Suriye sınırımızda kurulması muhtemel bir Kürt devleti kast ediliyor terör hattından bahisle. Bir an için hükümetimizin silah yoluyla engellemeye çalıştığı duruma muvaffak olduğunu düşünelim. Galip geldiğimizi! Ezip geçtiğimizi! Hepimizin birer asker doğduğunu unutmamış yıldırımlar yaratan bir ırkın ahvadı olduğumuzu, kimsenin barış diyerek  münafıklık etmediğini düşünelim. Bu ülkede Kürt sorunu bitecek mi böyle olursa? Bir Kürt kendini o zaman daha mı eşit hissedecek? Toplumsal huzur  “ezip geçerek” mi sağlanacak? İktidarın sorunu çözme yolu olarak gördüğü savaş, kadiri mutlak mı? Eleştirilemez mi? Başka bir yol öneremez miyiz?
 
Savaşa karşı olmanın izaha muhtaç olmadığını söylüyordu Ümit Kıvanç. Ölümün destanlaştırılmasına karnı tok olanlar için, gözü ölümde değil hayatta olanlar için öyle elbette. İzaha muhtaç değil. Fakat içinde yaşadığımız cehennem, en basit hukuk kurallarına atıf yapmamızı, en temel insan haklarını dahi savunmak zorunda olmamızı gerektiriyor.

Ben ölümü de ölümün kalpsizce estetize edilmesini de reddediyorum, herhangi sorun diyalogla çözülür, ölerek ve öldürerek elde kala kala yapay ve yalan destanlar kalır demek zorunda hissediyorum kendimi. Hukuk tanımayan, işlediği suçların hesabının sorulmamasının çaresini hukuku her gün biraz daha ayaklar altına almakta bulan, çeşitli oy hesaplarıyla insanların ölümüne ya da yaşamasına “karar” veren muktediri iyi tanıyorum. İktidarını sürdürmek için kendine yapay düşmanlar edinen, bu hayaletlerle dövüşme oratoryosundan en azından alkışçı olmamızı, sesimizi kesip oturmazsak, soru sormazsak ancak ‘’vatan haini’’ olmaktan kurtulabileceğimizi salık veren, insanları ölerek kahramanlaşacağına inandırmaya çalışan muktedirin distopyasında yaşamayı reddediyorum. Yaşasın hayat!