Yazar, dergi, tepki: hepimiz kusursuzuz

Tacizi tecavüzü konu ederken, kendi sınırlı tecrübemizin muazzam bir olayın yalnızca ufak parçaları olduğunu bilmek ve hissettirmek şart…

ÜMİT KIVANÇ

21.12.2017

 
Bavul dergisine Aslı Tohumcu’nun yazdığı yazı, çok kişinin ilgisini çeken hemen her olayda olduğu gibi, bütün kalitemizin yerlere saçılmasına yolaçtı. Pek çok soruyu ve sorunu da yeniden ortaya getirdi. Ele alınması gerekenlerin çoğunu ele almaya çalışacağım.

Başlamadan belirtmem gereken üç husus var.

Birincisi, yazarı ve dergiyi çıkaranları tanımıyorum, haklarında olumlu veya olumsuz herhangi bir yargım yok. Ancak tacizi, pedofiliyi hafifseyeceklerini düşünmüyorum, teşvik edeceklerine asla ihtimal vermiyorum. Onlarla ilgili olarak, şuursuzluk, pişkinlik, zeytinyağı sendromu gibi başlıklar altında, biraz da yazarlık, editörlük, dergi bağlamında konuşacağız.

İkinci olarak, yeni bir linç fırsatı bulmuş olmaktan ötürü gözleri parlayarak, ağızlarına doldurdukları pislikleri etrafa püskürten bazılarını ise tanıyorum. Haklarında feci yargılarım var. Meselelerinin taciz veya pedofili falan olmadığından eminim. Bunların gündelik toplumsal pratikleri zaten hepimiz için başlıbaşına taciz. Karakter cellatlığını tatmin aracı olarak kullanıp linçlere öncülük eden bu zevata yeniden gün doğmasına fırsat vermeden konuşmaya çalışmak zorundayız.

Üçüncü olarak, bu olayı nasıl bir ortamda yaşadığımızı hesaba katmamız gerektiğini hatırlatacağım. Yarın bir savcı, yazar hakkında, dergi yazıişleri hakkında dava açabilir. Edebî başarısızlık, sosyal sorumsuzluk, kötü editörlükten değil; tacizi, pedofiliyi teşvik etmekten. Birileri, dergiyi çıkaranlara saldırabilir. Fırsat bu fırsat, münafıkların okuduğu bir dergiyi ortadan kaldırmak isteyenler çıkabilir. Bu yüzden, kabahatleri, suçları, tepkileri yerli yerine oturtmakta fayda var. Umarım şimdi diyeceklerimin buna katkısı olur.
 
Yazı
 
Yazar Tohumcu, tacizci açısından kaleme almayı denediği yazısının özellikle otobüste çocuk tacizini konu ettiği bölümünde, adlı adınca söyleyeyim, çuvallamış, amaçladığının aksine yarayacak bir metin ortaya çıkarmış. Bu tarz çuvallamalar her yazarın başına gelebilir. Konu böylesine nazik olmasa bu yalnız yazarın ders çıkarması gereken bir başarısız deneme olarak kalacaktı. Ama ele aldığınız mevzuya göre, edebiyatın da dikkate alması gereken sınırlar karşınıza çıkar. Bunları aşmaya kalktığınızda özenli olmalı, edebiyatınızın gücü ve metne sindireceğiniz duygu ve tavırla meşruiyetinizi yaratabilmelisiniz. Sonra, yazacağınızın gerçek insanların hayatına tesirini umursamayacaksanız zaten niye toplumsal meseleyi ele alasınız?

Yazının esas tepki çeken ilk parçasının zorunlu özen seviyesinden yoksun olduğunu söylemeliyiz. Metnin gerikalanı içinse, daha çok hafiflikten sözedebiliriz. Aslında yaşantı deneyimi sınırlı bir büyükşehirlinin, büyük bir sorunu kavramak bakımından fazlasıyla yetersiz kalan yüzeysel sözlerini okuyor gibiyiz. Anlattıkları konu edilmeyecek şeyler midir? Elbette edilebilirler. Edilmeliler de ayrıca. Ancak bir yazarın bunları konu edişinden, en çok bir hikâye eskizi olabilecek, alelacele çiziktirilmiş gibi duran şeylerden fazlasını bekleriz. Tohumcu’nun “tacizci erkeğin psikolojisini çözdüm” iddiasını -metin ister istemez böyle bir iddia taşıyor- karşılayamayışı da eleştiri konusu edilmeli, ama şu anda edebî tartışmayı uzatmak lüks kaçacak. Mühim bir nokta: dallı budaklı, büyük bir insanlık sorunu olarak taciz-tecavüzü konu ederken, kendi sınırlı tecrübemizin muazzam bir olayın yalnızca ufak parçaları olduğunu bilmek ve hissettirmek şart ki, Tohumcu’nun metni bize bunları değil aksini hissettiriyor.

Aslı Tohumcu’nun herhangi bir şekilde tacizi-tecavüzü hafifsemek veya bunlardan şehvetli dille bahsederek ilgi toplamak gibi bir amacının bulunduğunu düşünmüyorum. Bu dangıllığı yapacak erkek daha kolay bulunur da, bir kadının böyle bir şey yapması için gerçekten çok kötü insan olması lazım; meselâ -yaşanmış olaydır:- dizi senaryo ekibine, seyircinin seveceği, özdeşleşeceği esas oğlanın, dizinin ilerleyen bölümlerinde kavuşup aşk yaşayacağı esas kadına tecavüz etmesini öneren TV kanalı sorumlusu gibi. Tohumcu böyle biri değil; belli.
 
Yazar
 
Buraya kadar yazarın olaydaki kusuru, amaçladığı şeyi becerememiş olmak, istemediği sonuçlara yolaçan bir metin ortaya çıkarmak. Bu da büyük ölçüde üslûbu ayarlayamamaktan, pek ağır bir konudaki bir yazıya o ağırlık duygusunu yerleştirememekten, tarz denemeleri yapılacak bir alanda olmadığını, böyle bir işin aylık dergide yapılamayacağını akıl edememekten ileri geliyor.

Ancak tepkiler üzerine yaptığı, “rahatsız ettiniz, yerimden kaldırdınız” edâsında “birkaç söz söylemem şart oldu” diye başlayan açıklamanın vara vara bir şekilde birilerini “affettiği”ne dair sözlere varması, açıkçası, yaptığının affedilirliğini azaltıyor. “Yazdığımı iyi kuramadım, üslûbu ayarlayamadım, yeterince düşünüp taşınmadan, konunun gerektirdiği ölçüde ince eleyip sık dokumadan yazdım, maksadım bellidir, taciz-tecavüz karşısındaki tavrım, bugüne kadarki uğraşım bellidir, bu defaki gayretim kusuruma engel olamadı, kusura bakmayın” gibi sözler etse ne kaybederdi, bilemiyorum. Bence çok şey kazanırdı. Ama günümüz büyükşehrinde özür dilenmiyor, “kusura bakmayın” derken bile aslında “kusursuzum” deniyor.

İşte yazarın açıklaması:

Bavul dergi aralık yazım hakkında birkaç söz söylemem şart oldu. Kendi başımdan geçen tacizleri dergiye yazarken, niyetim elbette taciz mağdurlarını incitmek, tacizi övmek ya da tacizciyi cesaretlendirmek değildi. Yazım yüzünden eli, gözü ya da kalbi yanan kadınlar olması beni de üzüyor. Bu alanda benim gibi mücadele eden ve yazımı kendi yanlışı/doğrusu içinde değerlendiren, eleştiren insanlara da selam ederim. Yirmi yıldır öykü ve romanlarımda kadınların ağzından erkek şiddetini yazıyorum. Bu yazıdaysa tam tersini, yani tacizcinin dilinden yazmayı denedim ve görünen o ki, hâlâ acısını hissettiğim travmamı aktarmakta kullandığım üslup sorunlu bulundu. Bunu tartışmak gerekir elbette. Ben dilimi böyle kurdum, bu derdi böyle vahşi bir dille anlatmak istedim. Söyleyin nasıl yapmalı? Tacizin ifşası konusunda literatür, atölye önerilerinizi bekliyorum. Tacizcilere yönelik öfkelerini bana kusanları da affediyorum. Diyeceğim, bugüne kadar yazdığım her kitapta niyetimin, özellikle bu konuda berrak ve açık olduğunu düşünüyorum.

“Bavul dergi aralık yazım” ifadesindeki hafiflik, sıradanlık, gündeliklik bile yazarın insanların kapıldığı infiali kavrayamadığını ortaya koyuyor, “şart oldu” ise, yukarıda da dokundum, gerçekten ayıp. Açıklama veya düzeltme borçlu değil, hele özür, ne kelime! O kadar patırtı yapıldı ki, mecburen pencereyi açıp aşağı seslenmesi şart oldu. Ve ne diyor: üslûbu “sorunlu bulunmuş. Birileri öyle bulmuş. Yazar, bunun tartışılabileceğini kabul etmekle birlikte “ben dilimi böyle kurdum” diyor, eğer bu bir karşılıklı konuşma olsaydı, “n’apayim yani” mi gelecekti peşinden? Yazıda da, “daha iyisini beceriyorsanız siz yapın”a gelen bir “üslûp”la devam ediyor. Ve, (yazar, sinemacı, masalcı, vs.) herhangi bir anlatıcının herhangi bir kurgusunda haliyle hesaba katması gereken, çünkü metnin sonuç etkisini belirleyecek olan temel soru, “nereden başladım nereye vardım?” hışımla kenara fırlatılırken, yazar birilerini “affettiğini” duyuruyor. Oysa “tacizciye yönelik öfkesini yazara kusanı” niye affetsin ki? Niye affedelim? Etmeyiz.

Aslı Tohumcu’ya bu eleştirileri yapmaya hakkımız olduğunu düşünüyorum.
 
Dergi
 
Keşke hadise bir yazarın yanlışını başka yanlışla büyütmesiyle sınırlı kalsaydı. Yaşanan nâhoş bir hadise olarak kalabilecekken ve eminim ki, yazarın, bize ne derse desin, gerekli dersleri çıkarmasıyla sonuçlanabilecekken, tepkiler karşısında yazarı kurtların önüne fırlatan dergi yazıişlerinin tavrı, alevlerin yayıldığı zemine dökülen benzin yerine geçti. Bir gazetecinin kendilerini eleştiren tweet’ine Bavul yazıişleri şu cevabı verdi:

Eserin sahibine eleştirilerinizi yöneltmeyi de bir ara düşünebilirsiniz. Eser ilk önce yazanı bağlar. Siz imzayı bilerek kapatınca imzasız bir yazı gibi olmuş.

Tesadüfen oradan geçen birine alâkası olmadığı konuda kabahat atfedilmiş, o da azıcık nobran, burnundan kıl aldırmayan bir şahıs, dönmüş ağzımızın payını veriyor. Şu “üslûp” sorunu her yerde.
Bavul dergisi, “bize ne laf ediyorsunuz, yazara küfredin” mânâsına gelen bu açıklamasının tepkileri büyütmesi üzerine durumu düzeltmek üzere bir özür mesajı yayımladı. Sözde özür mesajı. Çünkü bunda da tam olarak neden ötürü özür dilendiği bulandırılmıştı:

Dergimizin aralık sayısında yer alan benDe” başlıklı dünyada me too” akımı olarak da bilinen kadınların yaşadıkları taciz deneyimlerini aktaran yazı, içindeki bazı ifadelerden dolayı tartışma yaratmıştır. Bu yazı yazarımızın kendi deneyimlerini içermektedir. Aslı Tohumcu’nun açıklamasında da belirtildiği gibi yazarın amacı, taciz mağdurlarını incitmek, tacizi övmek ya da tacizciyi cesaretlendirmek değildi”.

Bir derginin böyle tartışmalı bir konuda, bir kadın yazarın öznel deneyimlerine müdahalesi; sansür, yüzleşme vb. tartışmalara da yol açabilecek hassas bir konudur. Son olarak, konuyla ilgili atılan bir tvete verdiğimiz yanıtta, eser sahibinin adının kesilerek konunun saptırılıp bunun bir deneyim/BenDe yazısı değil, derginin ortak bir editöryal kurgusu gibi sunulmasına yanıt vermek istedik. Bir travma aktarılırken kullanılan üslup nedeniyle incittiğimiz okurlarımızdan özür dileriz.

Ne demek bu: “Bir travma aktarılırken kullanılan üslup nedeniyle incittiğimiz okurlarımızdan özür dileriz.” Yani dergi yazıişlerinin bir kabahati yok, yalnız yazarın üslûbundan ötürü özür diliyor. Oysa bu yüzden ancak yazar özür dileyebilir. Dergi yazıişleri, yazıyı bastığı için, editörlük görevini yerine getirmediği, yazarı uyarmadığı için özür dileyebilir. Bu özürleri dilemiyorlar. İlk karşılıklarındaki nobranlık da yanlarına kâr kalıyor; böyle bir sorun yok, onlar için.

Söyledikleri arasında haklı bir kısım var şüphesiz. Bir kadın yazarın “kendi tecrübem” diye sunduğu taciz dökümü metnine müdahale etmeye kalkmak hassas konu. Ancak bu hassasiyet, dergi yazıişlerini editörlük sorumluluğundan azâde kılmaz ki. Belki haksız yere “kadının yazısına müdahale etmişler” suçlamasına maruz kalmayı göze almak da böyle bir dergi çıkarmanın katlanılması gereken bedellerinden. Ayrıca yazarla aralarında geçmiş herhangi bir konuşmadan sözetmiyorlar. Bu yazı konusunda herhangi bir editörlük faaliyeti yürüttüklerine dair en ufak işaret yok. Dergicilik, topla yazıları, koy gitsin diye sürdürülecek iş değil. Bu yüzden dergilerin farklı kişilikleri oluşamıyor.

Velhâsıl Bavul yazıişlerinin ilk küstahça tweet’ten sonraki ikinci ses çıkarışı, yerli-millî kültürümüzün de güya medenî büyükşehir “tarz”ımızın da aslî parçası olan “pişmanlık yerine pişkinlik” düsturuna pek uygun.

Dergiden yapılan ikinci açıklamaysa, ilkine göre daha nazik sayılır, ancak bu da üzüntü belirterek, kusura bakmayın diyerek başlamıyor, başka birilerinin kabahatinden bahsederek giriliyor söze:
Tartışmaya dair okurlarımıza…

Öncelikle bugün yapılan eleştirilerin büyük bir kısmı; yazının ilk ve en sert bölümü yazarın ismi silinerek paylaşılınca ortaya çıktı. Yazı, derginin editörleri tarafından yapılmış taciz itirafları gibi anlaşıldı. Oysa anlatılan bir kadın yazarımızın çocukluğundan bugüne kadar yaşadığı taciz ve travmalardır.

Editoryal olarak da bir kadın edebiyatçının yaşadığı taciz ve travmaları yazıya dökerken metne müdahale etmek, sınırları çizmek uygun bulduğumuz bir tarz değildir. Bu tip yazıların edebiyat dünyasında pek çok örneği vardır. Ülkemizde kadınların bu kadar çok tacize ve cinsel saldırıya uğradığı bir dönemde, bir kadın yazarın yazısını sansürlemek, ayrı bir tartışmadır. Yazının sadece ilk bölümü alıntılandığında maksat anlaşılmamakta, yazı bağlamından kopmaktadır. Yazının diğer bölümlerine baktığımızda hen gün yüzlerce kadının yaşadığı saldırılar aktarılmaktadır.

Yazarlarımızın da çalışanlarımızın da bugüne kadar ürettiklerine, yaşantılarına baktığımızda böyle şeyleri özendirmekle suçlanamayacak insanlar olduğunu hatırlatmaya gerek var mı bilemiyoruz. Sosyal medya lincinin geldiği boyut ise bırakalım itibar cellatlığını, insanların yaşamlarını tehlikeye atacak bir düzeye gelmiştir.

Niyetimizden bağımsız olarak yazıdaki üslûp nedeniyle yaşadığı travmayı yeniden ürettiğimizi düşünen ve incinen okurlarımızdan özür dileriz.

…ve sonunda da aslında dergi adına özür dilenmiş olmuyor. Özür “yazıdaki üslûp nedeniyle” dileniyor. Editörlük adına yapılabilecek iş, sadece “müdahale etmek, sınırları çizmek” diye tanımlanıyor. Derginin bu açıklamasında, tek tek alındığında bize vahim olanı gösterebilecek unsurlar var, ama toplu sonucu ifade etmekle yetineyim: aslında olayı tepki gösterenler kadar önemsemiyorlar, niye suçlandıklarını tam anlayamamışlar, kaygıları derginin geleceğiyle ilgili.

Yine haklı oldukları bir ayrıntıya işaret etmeliyim. Yazı sosyal medyada paylaşılırken ilk başta yazarının kimliği anlaşılmadı. Gerçi yazar Bavul’a taciz konusunda yazdığını olaydan önce bir şekilde duyurmuş, ama tepkiyle Bavul sayfasının görüntüsünü paylaşanlar niyeyse yazarın ismini örtmüşler. Böylece herkes yazının birtakım erkeklerin elinden çıktığını sanmış. Bir kadının ironik kurgusuyla karşı karşıya olunduğu bilinmediğinde olay bambaşka bir vahamet arz ediyor; ilk tepkiler buna göre şekillenmiş.

Peki, bu kadar çok kişinin, Bavul dergisinde böyle hunharca bir münasebetsizlik yapılabileceğine ihtimal vermesi nasıl mümkün oldu? Sanırım bunun gerisinde oynaşan etkenler yalnız bu dergiyle ilgili değil. Epey zamandır, derme çatma uçuk-bohem bir mekâna uzanır görünen, aslında hepimizin gittiği kahveden çıkmayan, sadece yüksek sesle ve daha sık küfür eden bir tür yeni-yetme, ergen erkek edebiyatı uzun atkısını savura savura racon kesiyor. Bu muhteremin günün birinde çocuk tecavüzü çeşitlemesine kalkışma ihtimalini kimse garipsememiş olsa gerek. Belki çok yanlış düşünüyorum. Cevabı günün dergicilerinin vermesi lazım. Hakikaten lazım.
 
Yazar, editör, eleştiri
 
Meselenin asıl boyutu gibi gözüken, “olmamış yazı-sorumsuzluk” bahsinde içimiz görece rahat olabilir. Tacize-tecavüze müsamahalı yaklaşmadığı belli olan yazarın, hernekadar biz okurlardan samimi bir “kusura bakmayın”ı esirgese de kendinden eminliği izin verdiği ölçüde olaydan ders çıkaracağını varsayabiliriz. Bundan böyle benzer konuda yazarken daha özenli olacaktır. Sonuçta bizi kendisi değil yazdıkları ilgilendirir. Açıklamasıyla hepimize ok attığı için kendisini mecburen mevzu yapmak zorunda kaldık.

Dergi, hattâ şu dönemin dergileri, şu dönemin dergiciliği konusunda içimiz bu kadar rahat olamayacak. Zira ortada bir “tutmuş formül” var, buna göre benzer tornadan dergiler çıkarılıyor. Buralarda bir dergi kimliği, yazıişlerinin dergiye dair ortak bir tasarımı, hayali, iddiası var mı, bilemiyorum. Doğru dürüst editörlük var mı, bilemiyorum. Olsa, olayımızda birileri yazarı uyarabilir, onunla tartışabilir, belki yanlışına dikkatini çekebilir, bundan yazarı da zenginleştirecek bir sonuç doğabilirdi.

Tabiî, acaba günümüz Türkiyeli dergi yazarı işine karışılmasını, kendisine “akıl öğretilmesini”, yol gösterilmesini, her şeyden önce, “bir üretim aşaması olarak eleştiri”yi ister mi, ne yazık ki bunu da bilemiyorum. Büyükşehir insanının herhangi bir yaptığından şüphe duymasını, emin olmamasını, daha fenası, kendi ve eseri hakkında tereddüt sahibi görünmesini kim ne cüretle isteyebilir? Fakat editörlük olmadan dergi de kitap da olmaz. Yani aslında olmaz. Dünyanın kitaba dergiye değer veren yerlerinde olmaz.
 
Tepki
 
Tabiî olayı birkaç aslî öznesiyle sınırlı bıraksak, hepimiz birden ortaya atlayıp rezalet haline getirmesek biz biz olmazdık. Aslı Tohumcu’nun yazısına -aslında yazının ilk bölümüne, demek daha doğru- tepki gösteren bazılarını harekete geçmeye sevk eden güdüler ve bunları ifade ediş şekilleri, tepki çeken satırlardan daha büyük sorunlara işaret ediyor gibi. Aralarında “feministlikleri derinleştikçe feministlerin kendilerini tacizci-tecavüzcülerle özdeşleştirecekleri” yollu abuk sabuk iddiaları ortaya atan, sapıkça fantezilerini ortaya döken fırsatçılar bile var. Niye fırsatçılar? Çünkü feministlerin açığını yakalayıp hakaret etmek, kimi zaman bazı kadınların da katıldığı, yaygın bir erkek pratiğidir. Tacizi kınarken amk’sız konuşamamak, tecavüze karşı ayağa kalkarken kapıyı “bunların anasını s..eceksin”den açmak gibi. Taciz konusundaki yazıda üslûp ayarlanamadığı için -güya- duyulan tepkilerin bazıları da doğrudan doğruya kadın düşmanlığı barındırıyor. Bunların bir bölümünün sahipleri de maalesef kadınlar.

Böylece aradan sıyrılıp kendi iç kötülüğünü saklama, münasebetsiz davranışlarına meşrulaştırıcı bahane bulma peşindeki erkeklere de gün doğuyor. Oysa taciz-tecavüz konusunda -tacizci-tecavüzcü olmayan- erkeklere düşen, öncelikle kadınları dinlemek ve anlamaya çalışmak, kadınları huzursuz etmeden ve karşılık beklemeden, tacize tecavüze karşı bir tür seferberlik halinde bulunmak, çocukları tacizci erkeklerden korumak, hemcinslerini bu saldırganlıklardan caydırmak için -gerekirse kendilerine bahşedilmiş “doğal üstünlük” saydıkları kaba kuvvetlerini de kullanarak- girişimlerde bulunmak, tedbirler almak. Taciz-pedofili teşvikiyle alâkası olmayan, fakat bir halt etmiş kabullenmeyen yazarı ve dergicileri galiz seksist küfürler eşliğinde linç etmeye koşmak değil.

Gelelim rezaletin üst perdesine. Veya tabanına, nasıl isterseniz. Bir yazıya, yazara, dergiye tepki göstermenin ortalama seviyesi, motifleri, üslûbu buysa, bu ülke de elbette böyle bir iktidar tarafından yönetilir, lumpenlik, linççilik, önce vur sonra dinle’cilik böylesine yaygın olur, toplumsal ortam, birbirinden nefret eden, birbirinin gözünü oymak için fırsat kollayan yırtıcı canlıların pusuda beklediği, korkunç tehlikelerle dolu bir kayalık çöl haline gelir.

Özel olarak ele almak, örneklemek üzere kenara ayırdığım sosyal medya tepkilerini aktarmaktan vazgeçtim. Nasıl olsa, muhterem okurlar, hepiniz bunlara tanıklık ettiniz veya maruz kaldınız. Yalnız bir gruba değineceğim: Yazının bir erkek tarafından yazıldığı yanlışına dayalı linç yürütenler. Yukarıda, Bavul’cuların açıklamalarına değinirken bahsettik, bunların bir kısmı, baştan öyle sananlar. Fakat bir kısmı, yazar ortaya çıktıktan, hattâ açıklama yaptıktan sonra bile aynı teraneyi sürdürdüler ve sayıları hiç de az değildi. Üstelik, mesajlarından, çoğunun yazıyı okumadığı da belli. Fakat gelin görün ki, üslûplarından, kullandıkları kelimelerden, bu kimselerin pekâlâ bu dergileri okuyan, bugünkü iktidar ve toplumsal ortamdan şikayet eden, kendilerini “hüloğ’cu” saymayan büyükşehirliler oldukları anlaşılıyor. Linç için hazır bekleyen tayfa. Çok merak ediyorum, bambaşka konulardaki linçlere de haber alır almaz koşuyor mu bu grup? Linççiliğin bir siyasî çizgiye özgü olmayıp genel bir toplumsal davranış kalıbı olmasının bundan âlâ ifadesi bulunamaz herhalde.

Tacizi pornografik dille anlatıp amacının aksine yolaçan yazı, kusura bakmayın demesi gerekirken “affediyorum” kelimesi kullanabilen yazar, önce yazarı aslanların önüne fırlatıp sonra yine yalnız onun kabahatinden ötürü özür dileyen, aslında dilemeyip kendini sıyıran dergi yazıişleri tepkiyi hak ettiler. Evet. Tepki, ne var ki, yönelmesi gereken haklı-meşru yerlerden çok başka hedeflere vurmak üzere kurulmuş apaçık kötü niyetli saldırılar tarafından bulandırıldı.

Yani 20 Aralık’ta biz burada yine sıradan bir gün yaşadık diyebiliriz.