İLHAMİ ALGÖR
Toplam 183 yazı.
Toplam 183 yazı.
Çok katlı bir binanın terasında rüzgâr altında yapılan bir kayıt. Kameraya konuşan adamda siyah ceket, beyaz gömlek, siyah kravat. Rüzgâr saçlarını ve kravatını savuruyor. “Barselona’yı çok seviyorum. Bu nedenle ondan uzakta yaşıyorum. Böylece onu görmeye gelebiliyorum” diyor. Ardından garip bir gülüş… Çatlak bence. Tatlı bir çatlak
Ve bu yapının uluslararası bağlantıları olduğunu, ekonomik bağlantılar ile siyasi yapı arasında sıkı fıkılık olduğunu, hatta bu sıcak yakınlığın güvenlik bürokrasisini de içerdiğini biliyoruz. Darbe bildirilerinde yeralan, “NATO dâhil bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız” cümlesi şıklık olsun diye konulmuyor o metinlere
Hikâye anlatıcısı Kara Hüseyin’den her fırsatta sözederim. En meşhur hikâyesi Atatürk ile Hitler’i at arabası ile gezdirdiği hikâyedir. Hüseyin, iki kara kısraklı arabası ile Unkapanı’nda beklerken yanına bir yaver gelmiş, “Paşa seni ve arabanı istiyor, misafiri var” demiş. “Hay hay” demiş Kara Hüseyin
“1950’ler, yoksulluktan söz etmenin çok kolay olmadığı bir dönem. Bu, anti-komünizmin, siyaseti ve fikir hayatını çok ciddi bir biçimde etkilediği, Lenin’e benzetilen resimler, orak çekice benzetilen şekiller gibi, ‘sefalet edebiyatı yapmak’ suçlamasının suçlananlar için ciddi sonuçlara yol açabileceği bir dönem.”
Nasıl oldu da, İsmet Hanım’ın kimseye iç dökemeyişini, derdini buraya bağladım bilmiyorum. Ama, çelik kapı ardına sığınmışlar ile bodrum kat’ta yaşayan adam’ın aynı binada, ortak yaşam alanında iken birbirlerinden habersiz, mesafeli olmalarına takılıyorum
Adlarını saydığım yazarlar sırasıyla İtalyan, Fransız ve Danimarkalı. Ve hepsi de kendi örnekleri ile aynı şeyi söylüyor: tuzu kuru olanların, tuzu yaş olanları yok sayan bakışsızlığı. Şule Çiltaş ile Türkiye dahil, dört farklı ülkenin yazarı, aynı üstenci tutumun altını çiziyorlar. Enteresan bir ortaklık. Bu durumda yerli, milli gibi şeysiler nerede kalıyor?
“…gerçekliğin verilerinden yararlandığı için belgesel ve tarihsel, (…) metne giren parçaları kendine özgü bir biçimde yorumladığı ve birleştirdiği için kurmaca, metinde belirsiz bir imkân olarak yansıyan bir kurtuluş fikri bıraktığı için ütopik, yandaşı olduğu dünya görüşü karşısında eleştirel olduğu için yeniden kurucu…”
“Oğlanların langırt oynadığı kafenin önünden bakışlarını eğip geçmek” de tanıdık. Bakışlarını sakınarak yaşamak, kısıtlanmak… Sadece 1950’ler 60’lar için söz konusu değil, sokakların erkeklere ait olması halen geçerli bir durum. Gerçi kadın hareketi bu durumu bir ölçüde kırdı ama insan canlısı bazı alışkanlıklarını kolay terketmiyor. Tekamül etmiyor diyebilirim
Ernaux’nun “’42 yılı…” dediği yıllar, buralarda gündelik dilde “Alman Harbi” olarak anılırdı. O yılların işbirlikçilerini ve direnişçilerini, sinema ve edebiyattan hatırlıyorum. Yüz yüze gelmişliğim olan tanıdığım bir direnişçi, Almanların Yunanistan’ı işgal ettiği yıllarda, Atina’da liman bölgesini korumak, kollamakla görevli bir yeraltı direniş örgütünde “capitan” rütbeli idi. Fethiye-Kayaköy’den (Makri – Levissi) sürgündür
İnternet sitemizde çerezler kullanılmaktadır. Çerezleri nasıl kullandığımız hakkında daha fazla bilgi için Çerez Politikamızı ziyaret edebilirsiniz.
Çerezler, internet sitemizin kullanımını ve işlevselliğini geliştirmenin yanı sıra performans ve analiz amaçlı olarak da kullanılmaktadır.