“Yeni Türkiye”nin Bıçakları

O vakitler zekâlarını ekmek kesmek için kullanırlardı… İnsan kesmenin teorisini yapabilmek için pratik yaptıklarını tahmin edemedik

MESUT VARLIK

18.05.2016

 Kişisel tarihimize sahip çıkmadığımız sürece, yaşadıklarımızın ve deneyimlediklerimizin iktidar eliyle ve elbette kendine yontularak yazılacağını unutmamak gerekiyor. Zira tarih, tarihte kalan bir konu değildir. Aksi halde bundan şikayetçi olmamızın hiçbir anlamı kalmaz.

Bunun için kişisel tarihimizi kutsamamız veya yerden yere vurmamız gerekmiyor. Tam tersine. Bu şekilde iki uçta davranmanın, değerlendirmenin ta kendisi iktidarın gözlüğünden kendine bakmaktır.

“Eksiklik kendi özümde” cümlesini ancak bir birey kurabilir; iktidar gözlüğünden bakıldığında bu sadece bir “etiket” başlığıdır. İktidarın gözlüğü; bireyin eylemlerini kendisine yararlığı üzerinden ölçer ve ona göre etiketleyip desteler halinde arşivler. Gereği halinde de o arşivler kullanışlı eller tarafından itinayla okunur.

Buna izin vermemek, daha doğrusu, sadece bunun olmasına izin vermemek gerekir. Kişisel politik deneyimimize sahip çıkmazsak, içinden geçmekte olduğumuz günleri gelecek nesiller ancak iktidarın ağzından duyacak ve yaşadıklarımız, rüzgârda savrulup giden bir toz zerresi haline gelecek.
 
*** 

Bizler Gezi olaylarını yaşadık.

Dünyada ve dünya tarihinde sayılı nesile kısmet olmuş bir deneyimi yaşadık.

Bildik teorilerin açıklamakta güçlük çektiği, kendisinin teorize edilmesi gereken bir “olay”ı yaşadık.

Bugünden dönüp baktığımızda o politik olayın olumlamadığımız, eleştirdiğimiz, “keşke olmasaydı” dediğimiz yanları olabilir, olacaktır; bu son derece normal. Ancak bu, o deneyimi ne hakir görmemizi ne de kutsamamızı gerektirir. Zira Gezi deneyimini, her deneyim gibi, kutsamak ve/ya hakir görmek aynı şeye hizmet ediyor.

Kendi deneyimimize iktidarın gözlüğünden bakıp hayıflanmak veya büyüklenmek yerine, o deneyime haksızlık derecesinde yükleniyor olabileceğimizi düşünmek gerekir belki de.

Taraftarı olmadığımız halde, kendi deneyimlerimize onun gözlüğünden bakmamıza neden olacak kertede gündelik hayatımızın neredeyse her noktasına nüfuz eden bir yönetim altında yaşıyoruz bugün.

Bu yönetim anlayışı; kendimizi her sabah yeniden ve yeniden tanımlamamızı istiyor.

Dünü boşvermemizi istiyor.

Yarını ona borçlu olduğumuzu düşünüp, bunu içselleştirmemizi istiyor.

Her sabah ona bir adım daha yaklaşmamızı istiyor.

Bunu yapmanın “başarı” olduğundan şüphe etmememizi istiyor.

Bunu başaranların sayısı her geçen gün arttıkça kendimize dönüp hayıflanmamızı istiyor.

Kendimize onun gözlüğünden bakarak hayıflanmak; ona yaklaşmanın ilk adımı. Bunu unutmamızı istiyor.

Yarın rüzgâr başka yönden esecek olursa, vaktiyle dünyanın başka bir yerindeki faillerin dediği gibi “Ben sadece bana söyleneni yaptım,” demenin kâfi geleceğine güvenmemizi istiyor.

Tarihi onun yazacağı fikrine sıkıca sarılmamızı emrediyor.
 
***
 
Bir süredir online ortamlarda mezunu ve mensubu olduğum üniversite ve yüksek lisans programı ile iktidar yandaşı kimi isimler arasında garip ilişkiler kuruluyor; “Niye hepsi oradan mezunlar, niye hepsi şunlardan ders almışlar, bu nasıl iştir böyle…” yollu sözler ediliyor —kullanılan en naif kelimeleri seçtiğim belli oluyordur.

Adı geçen hocaların öğrencisi olma şerefine ben de nail oldum. Bugün iktidar yandaşı bazı isimlerle (“hepsi” değiller çünkü) lisans ve/ya yüksek lisans döneminden tanışıyorum. Hatta birkaçıyla birlikte dergi çıkarmışlığımız dahi var. Bugün geldikleri noktayı, yazdıkları, yaptıkları şeyleri gördükçe (Almanca’da bir söz vardır: fremdschämen) onlar adına utanıyorum.

Öte yandan, onlarla geçirdiğimiz günler için zerre hayıflanmıyorum. Çoğunu parlak ve kıvrak zekâlarıyla anarım. Bu da benim zekâ denilen şeyin dünya tarihi boyunca bir “bıçak” görevi gördüğünü unutmamamı sağlıyor. O vakitler bu zekâlarını ekmek kesmek için kullanırlardı. Hepimiz kendi entelektüel ekmeğimizi keser, paylaşırdık.

Yıllar sonra insan kesmenin teorisini yapabilmek için pratik yaptıklarını tahmin edemedik…

Bir kavram üzerine saatlerce tartıştığımız zamanlarda, inançlarını pekiştirmek için icat ettikleri bazı kısa yolların iktidara çıkan iyi niyet taşlarından örüldüğünü kestiremedik…

Güç uğruna evladını dahi kesmekten çekinmeyenlere bir koç başı gibi sunulan sarayların gölgesinde bıçaklarını köreltene kadar bileyleyeceklerini beklememiştik…

Bu ülkenin demokrasi mücadelesi tarihinin, askerî darbe ile durdurulmayan bir totaliter / faşizan deneyime ihtiyacı olduğunu lisans yıllarımdan beri düşünmüşümdür ama bunun şahidi olacağımı aklıma hiç getirmemiştim. Tanıdığım ve vaktiyle sevdiğim insanların bunda payı olacağını ise rüyamda görsem inanmazdım. Bir sohbetimizde Selim İleri söylemişti: “İnsan bu ülkede, yaşarken tarih oluyor.”

İnsanların, Allah’a kullukları için başlarını örtmek istiyorlarsa buna hakları olduğunu savunabilmek için verilen mücadeleye, o Allah’a inanmayanlar da destek verdi bu ülkede. Fotoğrafın bu kısmını keserek o günleri arşivlere koyuyorlar şimdi.

Vaktiyle onların özgürlüklerini kısıtlayan iktidarın karşısında mücadele ederlerken onlarla omuz omuza olan insanlar vardı. Bugün benzer bir şey olduğunda, yine yapacak ve yapan insanlar olduğu gibi.

Fakat aynı iktidar (evet, “aynı iktidar”) kendi ellerine geçince, kendi yaşadıklarının kat be katını vaktiyle onlara omuz verenlere reva görmekten çekinmiyorlar. Bunun da bir erdem olduğuna inanmamızı istiyorlar.

Bazılarının biraz sırt sıvazlama ve şişkinleşen banka hesapları uğruna dönüp bıçaklarını yüzümüze yüzümüze sallayacaklarını, doyamayıp kemiğimize dayayacaklarını nereden bilebilirdik ki…

Vaktiyle “Yeni Cumhuriyet”i eleştirirken ağızlarının suyu akanlar, onun yerine, ondan besbeter bir “Yeni Türkiye”nin harcı içinde boğulmamızı garipsiyor, ses çıkarmamızı haksız görebiliyor bugün.

Her fırsatta eleştirdikleri rejimin düpedüz “güncellenmiş sürüm”ünü kendi elleriyle kuruyorlar. Eleştirel düşünceden haberdar olmalarını sağlayan insanların bugün karakollarda, adliyelerde, hapislerde sürünmelerinden keyif devşiriyorlar.

İnsanın ufkunun, düşman gördüğü neyse orada durduğunu sayelerinde yaşayarak öğrendik, öğreniyoruz…

İktidar zehrinin böylesine şehvetle, kana kana içilebileceğini görmek de bizlere nasipmiş…

Bunları düşündükçe kendi kişisel tarihim için —bu açıdan— hiç hayıflanmıyor; zekâmın kullanışlı olmayışına şükrediyorum. Kendi naçizane politik ve akademik deneyimimi, onların kepaze arşivine feda etmeye de hiç niyetim yok.

Zihinsel yeteneğini, entelektüel bıçağını, ekmeğini kesip paylaşmak için kullanmaya inatla devam eden insanların bu ülkedeki varlığına güvenimi sarsmalarına da izin vermeyeceğim.

Bugün bunları yazmanın pek bir kıymetinin olmadığının farkındayım; ama yarın’ların bugün’lerden örüldüğünü öğrenecek kadar tarih okudum.

İnandıkları her iki cihanda da Allah yâr ve yardımcıları olsun…