Yerel gazetecilikte kayan son yıldız: Cumhur Kılıçcıoğlu
Cumhur Ağabey için hayat koca bir Siirt çarkının içinde dönerdi; tüm yaşamı, basın hayatı, çıkardığı gazeteler, yazdığı yazılar, kitapları hep bu çarktan aldığı düşüncelerle biçimlenirdi. Ona göre yıllarca ihmal edilmiş bu şehirde doğmuş olmak her şeyin ötesinde bir özellikti
26.04.2024
Anadolu basınının gerçek anlamda son temsilcisi olan, benim ve kuzenim Coşkun’un ustası, Siirt’te daha ortaokul öğrencisiyken hurufat kasasının önüne dikerek önce harflerin yerlerini gösteren, sonra harfleri teker teker dizmem için elime kumpası tutuşturan, ardından satırlar arasına anterlinleri koydurup sütunlar yapmayı, sayfa bağlamayı ve daha nice işlemi öğreten Cumhur Ağabey’i kaybettik.
Onu doğduğum şehir olan Siirt’te bir ortaokul öğrencisiyken tanımıştım. Amcası Emin Kılıççıoğlu tek parti döneminde Siirt mebusluğu yapmış, Siirt adında bir günlük gazete çıkaran, şehrin tek gazete ve kitap bayisiydi. Uzun yıllar gazeteleri ulaşım nedeniyle iki-üç gün sonra okuyan bir şehirde yaşadığım için baba dostu Emin Amca’nın karşısına dikilip gazete tomarının arasına konmuş Hafta, Hayat, Aydabir ile kendim için aldığım Çocuk Haftası ve Doğan Kardeş’i çantama sıkıştırdıktan sonra hemen bitişikte olan matbaaya dalardım. Hele Cumhur Ağabey’i sayfaları bağlamış ve yıllar önce İstanbul’dan satın alınmış, kâğıtları tabaka halinde tek tek elle verilen, eskinin de eskisi bir tipo baskı makinesinin başında, merdaneleri kontrol ederken seyretmek, mürekkep kokusunu içime çekmek ayrı bir zevkti.
Ortaokul yıllarımda kimi günlerimi geçirdiğim Siirt matbaası benim için ayrı bir okuldu. Cumhur Ağabey’in bana öğrettiklerini çabuk kavramış, tashih yapmayı, sayfa yapılmış sütunlardan cımbızla harfleri çekerek yerine doğrularını yerleştirmeyi, katrat cetvelini kullanmayı o yıllarda öğrenmiştim. Dört sayfa basılan ve tamamı elle dizilen bir gazetede bunlar kolay değildi. Entertiple, kurşun kokusuyla, kurşuna dökülmüş satırlarla çok sonra İstanbul’daki matbaalarda tanışacaktım.
Ancak bunlardan da önemlisi, Cumhur Ağabey’in bana o yıllarda haber yazmayı, Türkçeyi doğru kullanmayı öğretmesiydi. Kendisi çok hızlı haber yazar, yazdıklarında doğru ifadeye çok önem verirdi. Ayrıca günlük haberlerin çoğunu kâğıda dökmez, hurufat kasasının önüne dikilir, kumpası eline alır, adeta bir entertip ustası hızında harfleri sıralayarak sütunları hazırlardı. Onun sayesinde bir matbaacı çırağı olmuştum. Ortaokuldan sonra İstanbul’daki lise yıllarımda çıraklığı aşmış, Cumhur Ağabey’in amcasından ayrılarak çıkarmaya başladığı Mücadele gazetesinin muhabiri olmuştum. Yaz tatillerimde Siirt’e gider, gazetenin sanat sayfalarını hazırlar, ‘60’lı yılların başında derinliklerine daldığım varoluşçuluk kokan şiir ve hikâyelerimi de bu sayede basma fırsatı bulurdum!
İstanbul’a geldiğinde de buluşur, Bâbıâli turu atardık. Hatırladığım kadarıyla birçok gazetenin Siirt muhabirliğini de yapan Cumhur Ağabey’le Günaydın’a uğradığımızda mutlaka baba dostum Memduh Amca’yı (Yaşa) ziyaret ederdik. Sonra üniversite yılları, ‘68, ‘tarihimin’ hızlı yaşanan yılları, hapishaneler ve bugüne uzanan, hiç bozulmayan bir dostluk… O hep bir ustaydı, ben ve kuzenim Coşkun da birer çırak…
Hep Siirtli kaldı
Cumhur Kılıçcıoğlu gazeteci olarak her şeyden önce bir Siirtliydi. Doğduğu ve tüm yaşamını geçirdiği bu şehirde sürdürdüğü gazetecilik, sonraları adeta Türkiye’deki mesleki kuruluşların biçimlendirdiği yerel basının ilkelerine kaynaklık edecektir.
Yıllarca tek başına çıkardığı Mücadele’de ele aldığı konuları çekinmeden, kendine has, ironik, yer yer de muhalif bir dille kaleme alır ve sorunların mutlaka çözülmesi için ısrarcı olurdu. Bu sorunlar kimi zaman şehrin günlük yaşamından, ulaşımından eğitimine, sağlıktan barınmaya, temizlikten çöp sorununa, asayişe, vb. uzanırdı. Bunları yönelttiği sorumlu kişilerden bazısı ya bu eleştiri ve uyarıları kabul ederek dikkate alır ya da kızar, rahatsız olur ve Cumhur Ağabey’in üstüne gider, hatta tehdit ederdi.
Ben de bazı müdürlerin, sorumlu görevlilerin, hatta belediye reisi ve valilerin bu densiz ve tahammülsüz davranışlarına tanık olmuş, Anadolu’da gerçek anlamda gazetecilik yapmanın ne kadar zor olduğunu anlamıştım. Bunu Cumhur Ağabey’e sorduğumda, “Boşver, onlar gidici, biz kalıcıyız ve Siirt’te yaşıyoruz” der ve ironi dolu eleştirilerine devam ederdi.
Cumhur Ağabey için hayat koca bir Siirt çarkının içinde dönerdi; tüm yaşamı, basın hayatı, çıkardığı gazeteler, yazdığı yazılar, kitapları hep bu çarktan aldığı düşüncelerle biçimlenirdi. Ona göre yıllarca ihmal edilmiş bu şehirde doğmuş olmak her şeyin ötesinde bir özellikti. Dünya görüşleri ne olursa olsun tüm Siirtlileri titizlikle korur, kimi zaman eleştirir ama toz kondurmazdı. Elbette ki yazdığı yazılar, verdiği haberler, bunların yorumu belirli bir dünya görüşünü yansıtıyordu. Ama bunu hiçbir zaman köşeli, dar bir çerçeveye sığdırılmış, değişken olmayan, tartışmasız bir ifade biçimi şeklinde dile getirmez, satırlar arasında hak, adalet ve eşitlik vurgusunu yapar, ifade özgürlüğünün altını çizerdi.
Bunu yaparken de yaşadığı şehrin gerçeklerini iyi bilip, günlük yaşamını da ona göre düzenleyerek mesleğini yıllarca sürdürebildi. Cumhur Ağabey’in bu çizgisini kimi zaman eleştirenler de olurdu. Kendi payıma bunları pek ciddiye almadığım gibi, herkesin birbirini tanıdığı, her gün karşılaştığı bir şehirde, sorunların artarak çoğaldığı labirentlerde dolaşmanın nasıl bir şey olduğunu iyi bilirdim. Bu nedenle bana yıllarca aksatmadan gönderdiği Mücadele’de yer alan haberlerin arka planını tahmin eder, çözemediklerimin encamını açar, sorardım. Yıllarca ayrı kalmama, başımdan yığınla ‘macera’ geçmesine rağmen doğup büyüdüğüm şehirden uzak kalmamayı da bu anlamda Cumhur ustama borçluyum. Ne var ki, artık bunlar olmayacak; günümüzde yaşanan ‘medya gerçekliği’ çok başka bir ‘habercilik’ sunuyor. “Muhabirimiz Siirt’ten, Diyarbakır’dan, Bingöl’den, vb… bildiriyor”la başlayan haberler çoktan bitti. Yerel gazeteciliği ayakta tutan, taşradaki gazetecinin doğru habere yönelmesini, verdiği haberin sorumluluğunu almasını sağlayan bir yöntemdi bu. Bir zamanların ‘amiral gemisi’ Hürriyet’in kurmuş olduğu haber ağının temeli de buna dayanıyordu.
Gerçi basınımızın bu eski gemisi, tıpkı ünlü Britanyalı ressam Turner’ın Trafalgar kahramanı Temeraire gemisinin hurdaya götürülüşünü çizdiği eşsiz tabloda olduğu gibi çoktan hurdaya çıktı. Neyse, bunu tartışmanın yeri değil…
İşte Cumhur Kılıçcıoğlu artık geride kalmış Anadolu basınının, yerel gazeteciliğin son önemli isimlerinden isimlerindendi. Mesleki örgütlenmenin işlevlerini iyi bilir, üyesi olduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden aldığı başarı ödüllerine çok önem verirdi. Özgürlük, adalet ve eşitlik temeli üzerinde yükselen bir dünya görüşüne sahipti. Dinî görüşleri çok güçlü olan Cumhur Ağabey, İslamiyet’i kaynaklarına inerek incelemiş, yörenin güçlü, hurafelere yüz vermeyen dinî kişiliklerine her zaman saygı duyarken, Siirt’in ‘yobazlıkla malul’, cahil, sözde din adamlarına karşı çıkar, bunlara karşı türbesi Tillo’da olan İbrahim Hakkı Erzurumlu’nun Marifetname’sini öne çıkarır, bilimi savunurdu.
Her 6 Mayıs’ta Mücadele gazetesinde Deniz Gezmiş’i anar, Mahirleri hatırlar, onlarla birlikte Kızıldere’de katledilen Siirtli Sabahattin Kurt’u bağrına basardı. Şimdi, 12 Mart’ta afla hapishaneden çıktıktan sonra “Buraları özlemişsindir’ diyerek beni ve eşim Jülide’yi arabasına atıp Bitlis’e, Tatvan’a Van’a götürdüğü günleri hatırlıyorum…
Cumhur ustamla bundan sonra çok görüştük; Coşkun da ‘büyümüştü’, benden de ünlüydü artık. Ama onun gözünde ailede büyük hep önde gelirdi. Bu nedenle matbaadaki çalışma odasında, Coşkun’un Lübnan’da, Afganistan’da, İrlanda’da, vb. yerlerdeki haberleriyle benim 12 Mart’ta İstanbul’un ve de Siirt’in duvarlarına yapıştırılan “Aranıyor” başlıklı afişimin fotokopisi hep asılı dururdu.
“Ağabey, bunu görenler sana bir şey demiyor mu?” diye sorduğumda, soranlara tek cevabının “Onu ben yetiştirdim” olduğunu da eklerdi.
Cumhur Ağabey’i çok özleyeceğim…