Yılların Planı Devrede: ABD ve İsrail, İran’a Savaş Açtı

ABD’nin İran’ı, Şer Ekseni’nin bir parçası olarak görmesi ve hedef alması, yeni değil. Bugünkü savaşta İsrail’i yönlendiren de ABD’dir. Peki, tüm Orta Doğu halkları tehdit altındayken, Türkiye için hangi riskler söz konusu?

ASLIHAN GENÇAY

19.06.2025

Yeşil Kuşak’tan Şer Ekseni’ne

ABD’nin Orta Doğu’ya dair planları bugün başlamadı. Tek kutuplu hegemonyasını tehdit eden, tehlikeli bulduğu, denetleyemediği tüm ülkeleri düşman bellemek ve yarattığı bu düşmanlara karşı doktrinler hazırlayıp politika üretmek, klasik bir ABD stratejisidir.

Soğuk savaş dönemindeki Yeşil Kuşak projesi bilinir. Bu projeyle ABD, Orta Doğu’daki olası komünizm tehlikesine karşı İslam’ı kullanmaya başlamış, 1980’lerden itibaren radikal cihatçı terör, ABD eliyle Orta Doğu’da palazlandırılmıştır. Ülke yönetimlerinde ılımlı İslam’ı tercih eden ABD, radikal cihatçı unsurları ise her daim yedekte tutup beslemeye devam etmiştir.

Tabii zaman içinde radikal cihatçı unsurların ABD’nin denetiminden de çıktığını, hatta ABD’yi hedef aldığını veya işgal ettiği topraklarda “işgale karşı direniş” adı altında var olduklarını hep birlikte gördük.

Sosyalizm tehlikesi bertaraf edildikten sonra 2002’de George W. Bush, yeni düşmanı Şer Ekseni olarak açıkladı. Bu eksende yer alan Kuzey Kore, Irak ve İran şeytanlarına, sonrasında Suriye ve Libya da eklendi. ABD bu ülkelerde nükleer silah üretildiğini iddia ediyor ve ülke yönetimlerini, dünyadaki ABD hegemonyasına tehdit olarak görüyordu.

Velhasıl 1990 ve 1998’de gerçekleşen ABD’nin Irak operasyonlarıyla 2001 Afganistan işgali, bu planların parçalarıydı.

2003’teki Irak işgaliyle birlikte Irak artık şeytan olmaktan çıktı. Ardından 2011’de gerçekleşen Libya müdahalesiyle Kaddafi’den de kurtuldu ABD. Tabii geçen sene itibarıyla artık Suriye ve Esad’la da işi bitti.

Ve Şer Ekseni’nden geriye sadece İran kaldı.

Dünyadaki diğer kutbu oluşturan Rusya, Çin ve İran bloğu, ABD’nin tehdidi altındaydı. Putin’le herhangi bir direkt savaş öngörmeyen ABD; Çin ve İran’ı ise açıkça hedef alıyordu.

Türkiye barış süreci

Bugün ABD’nin Orta Doğu’da oluşmasını istediği düzen, Türkiye’nin ve Kürtlerin barışması, bu vesileyle Türkiye, İsrail ve Kürtler gibi müttefiklerinin birleşerek güçlenmesi. Bu sistem, İran’ı rahatlıkla hedef alma planının da bir parçası.

Her aktörün kafasında kendi planları olsa da ve bizler bunu bilsek de Türkiye’de yürütülmeye çalışılan barış süreci, Türk ve Kürt halklarının lehine olacağından, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlayacağından elbette olumlu bir adım olarak değerlendirilmeli. Fakat ABD’nin barış havarisi olmadığı, tersine kendi çıkar ve planlarının peşinde koştuğu ise muhakkak.

Hep aynı senaryo

Nihayetinde 13 Haziran Cuma günü İran’a yönelik İsrail saldırısı başladı. ABD’nin İran’a yönelttiği suçlama, nükleer silah çalışmaları yapmalarıydı. Bu iddia, 2003 Irak işgali öncesinde Saddam için de söylenmiş fakat işgalden sonra Irak’ta hiçbir nükleer tesis bulunamamıştı. Bugün aynı senaryo, İran için gündemde. Hatta ABD ve İran arasında bu kapsamda görüşmeler sürerken, İsrail görüşmelerin bitmesini dahi beklemeden İran’ı vurdu.

İran bu defa direndi

İran, geçen sene Suriye’deki İran büyükelçiliğine saldırı düzenleyerek, biri tuğgeneral olmak üzere 16 kişiyi öldüren İsrail’e gereken cevabı verememiş, çeşitli hesaplar ve kaygılarla nereye, nasıl saldıracağını dahi öncesinde ABD’ye bildirerek misilleme yapmıştı.

Yine benzeri bir pısırıklıkla karşılaşacağını düşünen ABD ve İsrail, bu defa yanıldı zira İran, durumun ciddiyetini görerek, neredeyse ölüm kalım mücadelesindeymişçesine İsrail’e karşılık verdi.

Cuma gününden bu yana füzeler havada uçuşuyor, siviller ölüyor. Gerek İsrail gerekse de İran, tehdit salvolarının dozunu da git gide artırıyor.

ABD açık oynamaya başladı

Her ne kadar ABD, İsrail saldırısının bilgisi dışında geliştiğini belirtse de gerçekler pek öyle değil. Zira İran, 1980’den bu yana ABD’nin baş hedeflerinden biri ve ABD, İran’a saldırarak köşeye sıkıştırmak üzere aylardır Orta Doğu’yu dizayn ediyor.

İran’ın bu denli güçlü direneceğini ve misilleme yapacağını öngöremeyen ABD, İsrail’in zayiatları üzerine artık taktiği bir yana bırakıp açık açık konuşmaya başladı. Hatta Trump, İsrail’in saldırılarını “biz” diyerek sahipleniyor, “şurayı ele geçirdik” vs şeklinde açıklamalar yapıyor halen.

Dün itibarıyla ise başına bir MAGA şapkası geçiren Trump, artık görüşmelerden sıkıldığını, İran’ın koşulsuz şartsız teslimiyetini istediğini, ateşkesin çözüm olmadığını, bu işin nihayetlenmesi gerektiğini ve İsrail’le birlikte hareket ettiklerini söyledi. Yanı sıra ABD, üçüncü uçak gemisini de İsrail’e destek için Orta Doğu’ya gönderdi. Gemiler, Doğu Akdeniz’e konuşlanacak.

Gelinen aşamada ABD’nin İran’a saldırması an meselesi. İran ise geri adım atmıyor ki yaşanan saldırılardan ve teslimiyet dayatan aşağılayıcı söylemlerden sonra bu artık mümkün değil.

Rusya ve Çin

Rusya, Ukrayna savaşıyla oldukça meşgul olduğundan, bu savaş konusunda Trump’ın arabuluculuğunu kabul ettiğinden ve aynı zamanda Putin ve Trump ilişkisinin “iyi” olmasından kaynaklı, İran gibi önemli bir müttefikine açık destek vermek yerine Trump’a, arabuluculuk yapmayı önerdi. Perde arkasında İran’a nasıl bir destek verdiği, hangi mühimmatları gönderdiği ise belirsizliğini koruyor.

Aynı şekilde ABD’nin ekonomik saldırısı altındaki Çin de müttefiki İran’a muhtemelen perde arkasından destek veriyor.

Bu tablo, yani Rusya ve Çin’in müttefiklerini açık desteklemek yerine gizli tavır almaları dahi aslında ABD’nin başarısıdır.

Türkiye’yi bekleyen tehlike

Bugün Orta Doğu’da ABD politikaları ve İsrail’in tetikçiliğiyle başlayan yangında, iki tarafa da aynı muamele yapılamaz zira saldırıyı başlatan taraf açıkça İsrail’dir, haliyle ilk durması gereken de yine odur. Ancak İsrail durduktan veya durdurulduktan sonra tekrar masaya dönülebilir.

Lakin İsrail’in durmaya, ABD’nin ise durdurmaya niyeti yok zira füzeleriyle demir kubbeyi demir kevgire çevirmiş olan İran’ın elinde, sınırlı sayıda füze bulunduğu pek çok açık kaynakta yer alıyor.

ABD, Irak ve Afganistan işgallerinde bataklığa saplandıktan sonra kara harekâtı taktiklerinden vazgeçmiş, bölgedeki ittifak güçlerini sahaya sürerek askerî ve siyasi olarak onları destekleme tavrını benimsemişti. Lakin havadan müdahaleleri her zaman söz konusu.

Öte yandan Orta Doğu’daki ABD üsleri, demir kubbenin aksine İran için gayet rahat ve açık hedefler. Nitekim ABD, İran’a fiili saldırıya başladığında-ki an meselesi, İran’ın bölgedeki ABD üslerini vurması da kaçınılmaz.

Peki, o koşullarda Türkiye’deki ABD üsleri ne olacak? Belirsiz. Özellikle Adana, Malatya ve İzmir’deki büyük üsler, ABD’ye cevap vermek isteyen İran için öncelikli hedefler durumunda. Aynı zamanda İsrail, savaşın kaosunda etkinliğini artırmak istediği Suriye’deki Türkiye üslerini rahatlıkla vuracaktır.

Erdoğan her ne kadar İHA’lar ve SİHA’lardan bahsedip, Kaan uçaklarına vurgu yapsa da biliyoruz ki füze savaşlarında bunların zerre kadar etkisi olmayacak.

Kısaca tehdit sadece İran ve İsrail halkı için değil, tüm Orta Doğu halkları ve Türkiye için de gittikçe büyüyor.

Diplomasinin öncelenmesi ve başta Trump olmak üzere çeşitli liderlerle telefon diplomasisi sürdürülmesi önemli adımlar olmakla birlikte, herhangi bir sonuç vermediği açık.

ABD’nin İsrail’i durdurması veya fiili savaşa girmesinin engellenmesi için Türkiye’deki ABD üslerini, halkın can güvenliği tehlikesi nedeniyle geçici olarak kapatmak, daha etkili bir adım olacaktır. Zira ABD saldırdığında, İran’ın kontrollü davranmasını beklemek saflık olur.

S-400’ler aktif mi?

ABD’nin Türkiye’ye Patriot savunma sistemi satmaması üzerine, Rusya’dan alınan S-400’ler, ABD ile görüşmeler sonrasında bir süre hangarlarda bekletilmiş, kullanılmamıştı. Zira S-400 alınması nedeniyle ABD, parası ödenen F-35 uçaklarını dahi Türkiye’ye vermemişti.

Suriye’deki gelişmeler ve barış süreci üzerine yapılan görüşmelerle birlikte ABD, Türkiye’ye F-35’leri vereceğini vadetmesine rağmen şimdilik herhangi bir adım atılmadı.

S-400’lere ilişkin ulaştığım bilgilere göre hava koruma sistemi, bir süre önce Türkiye’de kullanılmaya başlandı. Şu anda belirli bölgelerde kurulu durumdalar.

Fakat S-400’lerin balistik füzeler karşısındaki caydırıcılığı hakkında, henüz hiçbir fikrimiz yok.

İsrail’in hedefi Türkiye mi?

Son günlerde pek çok siyasetçinin söylediği “İsrail’in sonraki hedefi Türkiye” ve “İsrail bu saldırıyı Filistin gündemini kapatmak için yaptı.” değerlendirmeleri ise gayet soyut ve mesnetsiz.

İsrail ve Türkiye’nin birbirinden hazzetmediği, sürekli karşılıklı gard aldıkları ya da Suriye’de etki alanı mücadelesi verdikleri, bilinen gerçekler. Lakin altını çizelim, Türkiye’nin konumu da İran gibi değil.

Öncelikle Türkiye, ABD’nin düşmanı veya hedefi değil, müttefikidir ve NATO üyesidir. Dolayısıyla İran’a saldırırken ABD’den onay alan İsrail, Türkiye için aynı onayı alamaz.

Savaş, “Filistin gündemini kapatmak” için de çıkarılmamıştır zira aylardır hem ABD hem de İsrail tarafından, İran hakkında planlar yapılmaktadır. Dolayısıyla yaşananları, tek başına Filistin gündemiyle değerlendirmek, olağanüstü dar bir bakış açısıdır.

Asıl konuşulması gereken; ABD’nin, İran’daki nükleer yatakları vuracağını sürekli vurgulaması, tehdit gerçekleşirse yaşanacak bir nükleer sızıntının, İran’a komşu tüm Orta Doğu halkları için ölüm anlamına gelmesidir. Çernobil sızıntısının etkileri henüz hafızalardayken, İran’dan havaya, suya, toprağa yayılan bir nükleer sızıntınım sonuçlarını tahmin etmek zor değil.

Emperyalizmi bilmek şart

Görüyoruz ki aslında İran’la İsrail savaşmıyor, İsrail sadece üzerine düşeni yapıyor ve bu vesileyle Orta Doğu’daki etki alanını da kendi lehine genişletmeye, güçlendirmeye çalışıyor. Savaşın başındaki patron ise ABD.

Durum buyken İran’ın direnişi ve misillemesi elbette meşrudur. Fakat maalesef bu yangının tüm bölgeyi sarması, hatta küreselleşmesi de şaşırtıcı olmaz.

Gerek Avrupa gerek uluslararası kuruluşlarla insan hakları kurumları da bu kadar tepkisiz ve sessizken diyebiliriz ki; şu an İran’ın direnişi dışında, İsrail’in önü otoban gibi açıktır. Orta Doğu halklarının kaderi ise ne zaman ne yapacağı belli olmayan MAGA’cı Trump’ın insafına kalmış durumdadır.

Şimdi, emperyalizm okuması yapmayan, yakın tarihi araştırmayan, temel çelişki/baş çelişki ayrımından bihaber tüm kişi ve kurumlar, yanılmaya mahkumlar.

Bugün emperyalizm tahlili yapamayanlar açısından, İsrail saldırganlığına karşı çıkmak, İran’ın haklı konumda olduğunu söylemek ve ABD’yle İsrail’in yapabileceklerinin Orta Doğu halkları için tehdit oluşturduğunu belirtmek, olağanüstü bir darlıkla “mollaları desteklemek” şeklinde algılanabiliyor. Oysa 2001 Afganistan, 2003 Irak işgaline karşı çıkanlar ve ABD müdahalesini eleştirenler ne Saddam’ın ne de Kaddafi’nin kanlı diktatörlüğünü destekliyordu. Sadece temel çelişki ve baş çelişkinin farkındaydılar.

Bu nedenle, Yeşil Kuşak’tan Şer Ekseni’ne evrilen ve açık kara işgallerinden bölgedeki müttefikleri öne sürmeye dönüşen ABD politikalarını hatırlamanın tam zamanı.

Zira bugün ABD’nin müttefiki olanların, yarın farklı bir plan devreye girdiğinde aynı ABD tarafından geriye itileceklerini, ABD’nin asla tek ata oynamadığını bilmeleri şart.

ABD’nin okyanus ötesinden kurguladığı savaş, tüm Orta Doğu halklarına kan, gözyaşı ve ölüm getirmeye devam ediyor. Bu yangından ne Türkiye ne de diğer Orta Doğu ülkeleri kurtulabilir. Ya İran’ın ya da İsrail’in hedefi olmak ise an meselesi. Bu noktada füzelerin ve füzelerle baş edecek hava savunma gücün yoksa çok dikkatli olmalısın ne ABD’ye biat etmeli ne de gerçekleri söylemekten vazgeçmelisin.