Yine, yeniden, bir kez daha Alevi açılımı mı?
Alevilerin meselesi kendi ülkelerinde eşit yurttaş olmaktır.
05.11.2021
Seçim sath-ı mailine girdiğimizin alametleri gün geçtikçe artıyor. Bunlardan biri de, yine, yeniden, bir kez daha ve illâ ki “Alevi açılımı raftan indirildi” haberleri…
“Eski Türkiye” yıllarında seçime yakın bir yıla denk gelmişse bilumum siyasiler Hacı Bektaşî Veli’nin anıldığı şenliklerde arz-ı endam ederler ve talepleri, sorunları için kıllarını dahi kıpırdatmadıkları Alevilere “Canlar” diye hitap etmeyi, “birlik-beraberlik” vaazları vermeyi ihmal etmezlerdi. Neticede oy, oydur.
AKP yıllarında ise hayli zamandır Alevileri hatırlamak, “açılım” haberleri ile gündeme geliyor. 2007’den 2010 yılına değin “Alevi açılımı” haberleri, sonrasında rafa kaldırılan, gündemden düşürülen “açılımın” raftan indirildiği haberleri ile Alevilerin hatırı soruluyor.
Tabii, “İyiyiz işte ne olsun, memleket gibi, yuvarlanıp gidiyoruz” demeye kalmadan, aradan seçim meşgalesi de çıkınca, mevzu bir dahaki “ufukta seçim var” ihtimali belirene değin gündemden düşüyor.
Gelgelelim üst üste, peş peşe nihayete erdirilemeyen açılımlar yapınca (!) kavramın inandırıcılığı kalmadı, yıprandı, kimseler “Açılım olacak” diye heyecanlanmıyor artık. O yüzden olsa gerek AKP kurmayları mevzuyu kamuoyuna sızdıracak şekilde kendi aralarında tartışırken “Bu kez öncekiler sonuçsuz kaldığı için ‘açılım’ demeyelim, ‘Alevi toplumunun taleplerinin ve ihtiyaçlarının karşılanması diyelim” diyormuş. (Konuyla ilgili BBC Türkçe’nin kulis haberi burada.)
Haksız sayılmazlar. Ama bu “Alevi toplumunun talep ve ihtiyaçlarının karşılanması” hamlesi tutar mı, emin değilim. Zira Abdülkadir Selvi’den başka heyecan yapan görmedim.
Neden derseniz…
Öncelikle bu iktidarın toplumun diğer kesimleri bir yana, Alevi yurttaşlar nezdinde ciddi bir inandırıcılık sorunu var. Reha Çamuroğlu’nun ilk adımlarını attığı (2007), 2009-2010 yılları arasında yapılan Alevi Çalıştayları ile gündemde tutulan açılımın neticede sokağa terk edilmesi, bu süreci temkinli bir iyimserlikle izleyen Alevilerde büyük bir hayal kırıklığı, umut kırıklığı yarattı. Dahası, AİHM’in “Cemevlerinin ibadethane statüsü tanınsın”, “Mevcut haliyle zorunlu din dersleri ayrımcılığa yol açıyor” şeklindeki kesinleşmiş kararlarının dahi uygulanmayışı, en iyimser Alevileri bile “Bu iktidardan hayırlı bir iş yapması beklenemez” noktasına getirdi.
“Olsun, yine de bir bakalım ne yapmak istiyorlar?” diye düşünülebilir elbette. Bakalım…
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun danışmanlarından birinin (Ali Arif Özzeybek), bir süredir yurt sathındaki cemevlerini ziyaret ederek “Ne istiyorsunuz?” araştırması yaptığı biliniyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 25 Ekim’de yapılan kabine toplantısında bu işin “Talimatımızla” olduğunu açıkladı. Zaten bu sayın danışmanın bu işi kendi başına yapması söz konusu olamazdı. Demek oluyor ki devletin arşiv ve hafızasına teslim edilen ve cümle alemin ezberlediği Alevilerin sorun ve taleplerinin “ne” olduğunun bir kez daha tespitinde yarar görülmüş.
Yurt sathında 58 kentteki 1585 cemevinin ziyareti sonucunda bir rapor hazırlanmış ve Cumhurbaşkanının dikkatine arz edilmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu işi kotarmak ve koordine etmek için İçişleri Bakanı ile Kültür ve Turizm Bakanını memur etmiş.
Dedelere maaş bağlamak mı?
Kamuoyuna sızdırılan bilgilere göre bazı “somut” seçenekler üzerinde AKP kurmayları kendi aralarında tartışıyormuş. Bunlardan en önemlisi, “Dedelere maaş bağlamak.”
Uyarmak görevimiz: Yanlış!
Nedense iktidar kurmaylarının Alevi meselesiyle ilgili adım atmak deyince akıllarına ilk gelen yıllardır bu oluyor: Dedeleri maaşa bağlayalım. Dedeler “memurlaştırılır” ise, Alevilerin de sesi kesilir filan sanıyor olmalılar. Demek ki anlatamamışız diyerek iğneyi kendimize de batıralım: Dedelerin, pirlerin maaşa bağlanması Alevi inancına, ahlakına, öğretisine terstir.
2013 yılında yine “dedelere maaş verelim” dediklerinde de yazmıştım: “…Dedelerin devletten maaş alması, Alevi inanç ve ahlakına aykırıdır. Din ve vicdan özgürlüğüne ters bir uygulamadır. Devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede durması istemlerine kulak tıkamaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statüsünün gözden geçirilmesini tartışmaktan uzak durmaktır. Alevi inanç rehberlerini de memurlaştırmaktır… Ve böyle olduğu için de dedeleri maaşa bağlamakla Alevi sorununu çözmek adına sorunu daha da ağırlaştıran bir adım atılmış olacaktır. Alevi toplumu ve inanç rehberleri bir de devletleşmiş olanlar ile olmayanlar şeklinde parçalanacaktır. Yanlış yapılacaktır. Bu yanlışı bile bile, göre göre yapmayınız…” (Taraf gazetesi arşivine artık erişilemiyor ama “Dedeleri devletleştirmek” başlıklı yazının tamamı burada.)
"Cemevlerini kültür merkezi yapalım"
Bir de cemevlerinin “kültür merkezi” olarak tanınması düşünülüyormuş. Bu da yanlış!
Çünkü cemevleri Alevilerin ibadet mekanıdır. Bu, tartışma veya “pazarlık” konusu yapılabilecek bir şey değildir. İnsanların inanç ve ibadet haklarına saygılı olmak, demokrasi olduğunu iddia eden bir ülke için “iktidar” olmanın en asgari gereklerindendir; ne zaman öğreneceksiniz?
“Ama Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun var” şeklindeki itirazlar sadece demagojidir. Cemevlerinin statüsü tanındığı zaman (kaldı ki bu kesinleşmiş AİHM kararıdır) IŞİD kafalı meczuplar dışında buna kim itiraz edecektir? Şapka takmak da bir “devrim kanunu” ama kimse böyle bir kanun var diye şapka takmıyor…
Cemevlerinin elektrik faturalarının devlet tarafından karşılanması ise, zaten uzun süredir mahkemeye başvuran cemevlerinin AİHM kararı gerekçesiyle elde ettiği bir hak.
"Alevi cemaati başkanlığı"
AKP kurmaylarının tartıştığı bir başka seçenek ise, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir “Alevi cemaati başkanlığı”nın kurulması. Bu da yanlış ve bir fikir jimnastiği olmanın ötesinde herhangi bir anlam ifade etmiyor.
Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut Genel İdare içerisinde tarif edilen statüsü korunarak böyle bir adım atılması mümkün değil. Önce Diyanet’in mevcut statüsünün tartışılması, Diyanet’in görev tanımının netleştirilmesi, Diyanet’in “Sünni-Hanefi Diyanet İşleri Başkanlığı” olarak yeniden yapılandırılması, bu kapsamda özerkleştirilmesi, devletin bütün din ve inanç gruplarına eşit mesafede duran sahici bir laiklik anlayışını benimsemesi gerekir…
"Önce Aleviler birlik olsun" demagojisi
Kim olduğunu bilmediğimiz ama içlerinde Alevi olmadığını rahatlıkla öngörebileceğimiz AKP kurmayları bu seçenekleri tartışıyor ama adım atmak için “Önce Alevi toplumunun kendi içinde konsensus sağlaması lazım” da diyorlarmış.
Demek oluyor ki boşuna nefes tüketiyor, yazıyor ve konuşuyoruz. Yanlış veya doğru, eksik veya fazla hiçbir şey yapmayacaklar…
Çünkü bu öteden beri iktidar çevrelerinin iş somut adım atma noktasına gelince arkasına sığındıkları ve hemen on adım geriye çekildikleri, “kalkan” işlevi gören bir demagoji: “Aleviler kırk parça, önce kendi içinizde birlik olun öyle gelin, o zaman bakarız.”
Bu ve benzer lafları “açılım” zamanı AKP kurmaylarından çok duyduk. Hâlâ lazım oluyor demek ki…
Oysa yukarıda özetlediğim konularda (Cemevlerinin statüsü, lafı edilmeyen zorunlu din dersleri, Diyanet’in statüsü, eşit yurttaşlık) ve başka konularda Alevi toplumu bir ve beraberdir. Eğer mesele sahiden de bu ise… Misal, mumla arasalar “Diyanet’in çalışmalarından fevkalade memnunuz” diyen veya “Cemevleri böyle kalsa da olur, maksat devleti yormayalım” diye düşünen ya da “Zorunlu din dersleri zulüm filan değil, biz eksik kalsak da olur” fikrinde olan bir Alevi yurttaş dahi bulamazlar. (Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun meczup kardeşi ve her nasılsa MHP’li marjinal Aleviler için garanti veremem ama.)
Mesele Alevilerin yüz yıllardır “yasaklı” oldukları bu coğrafyada inanç ritüelleri bakımından çeşitliliği ise, bu Alevilerin sorunudur ve başkalarının kendisine “dert” edinmesine gerek yoktur.
Kaldı ki Sünni inançlara mensup yurttaşların çeşitliliği Alevilerden hiç de az değildir. Genel olarak İslam inançlarının çeşitliliği ise herkesin malumu.
Din ve inanç özgürlüğü hakkının gereği olarak zaten atılması gereken adımları atmaktan “önce kendi aranızda anlaşın bakalım” denilerek kaçınılması, sadece tuhaf değil aynı zamanda çırılçıplak sırıtan bir aymazlık ve sorumsuzluktur.
Alevilerin meselesi kendi ülkelerinde eşit yurttaş olmaktır.