Yol, yürüdüğümüzdür; sürüklendiğimiz değil
Zamanla ve yaşayarak öğrendik; sabır umut, mücadele ve gelecek, attığın her adımda birbirini doğurandır.
06.11.2020
“Üç günlük dünya” derlerdi büyüklerimiz… Hayatı doğru, dürüst yaşayarak anlamlı ve değerli kılmak gerektiğini telkin ederlerken. Gözünü gelip geçici hırslar bürümesin, aç gözlü olma, yaşadığın hayatın ve insanlarının kıymetini bil, dürüst ol diye… Çünkü zaman sonsuz ama hayat kısa.
“Hebû… Tûnebû” (Bir varmış bir yokmuş) diye başlayan masalların anlattığı ve zor zamanlar göğüslenerek edinilmiş tecrübelerin, derslerin en kısa, en basit ve ama belki de en özlü ve öğretici nasihatiydi bu.
***
“Değer miydi?” derlerdi büyüklerimiz, ömrü hasetlikle, çıkarcılıkla, bencillikle, riyakarlıkla, düzenbazlık ve yalan-dolanla geçmiş sahte hayatların sahibi mevtaların ardından… “Değer miydi?” derlerdi, arkalarında bıraktıkları hikâyelerin, zamanın sonsuz akışında kıymet taşıyan hiçbir iz bırakmamış olmasına onlar adına hayıflanırken.
Yaşar Kemal’in sözlerinde dile gelen hakikatiydi bu yaşamın: “Uğruna bu kadar alçaldığımız, zulmettiğimiz, haram yediğimiz, insan öldürdüğümüz yaşamak ne işe yarıyor?” Sahi, ne işe yarıyor? Hangi ilkel duyguların tatminine? Böyleleri için son nefesini verirken kıvranan vicdanının huzursuzluğudur hikâyelerinin özeti; değer miydi?
***
“Sabır” derlerdi büyüklerimiz ve onların “sabır” dedikleri, ancak azim, mücadele gücü, inanç ve umutla birlikte doğru anlaşılabilirdi; iyiliğe, güzelliğe ve hep “mavi” diye, “bahar” diye düşlediğimiz gelecek zamanlara dair…
Zamanla ve yaşayarak öğrendik; sabır umut, mücadele ve gelecek, attığın her adımda birbirini doğurandır.
***
“İyilik ve kötülük her insanın içinde var” derlerdi büyüklerimiz ve “iyi” olmak, son nefeslerine değin bize telkin ettikleri bir yaşam felsefesiydi aslında…
Bir an olsun unutmamak gereken ölçümüz olmalıydı bu ve düşe kalka, acıyarak, kanayarak, bazen susup bazen haykırarak öğrendiğimizdi; “iyi” olmak, bıkmak, yorulmak bilmeyen bir enerjiyle yaşamak, mücadele etmek sebebiydi.
***
“Gurur” derlerdi büyüklerimiz, “onur” derlerdi; “Hakkını sonuna kadar savun, sahiplen ama kimselere de haksızlık etme!” Kim için, kime karşı olduğuna bakmaksızın “Haksızlığa boyun eğersen, hakkınla beraber onurunu da kaybedersin” diyen İmam Ali idi büyüklerimizin sözlerinde dillenen…
Ve “Hiçbir şeye gücün yetmiyorsa, kendine gücün yeter” derlerdi, “Yeter ki iyi ve doğru bildiğinden şaşma, haksız olma, şerefine gölge düşürme.”
Meselemiz, hiçbir şeye gücün yetmiyorsa eğer, gücün, nefesin yettiğince “doğru” yerde durmak, hayatta yegâne “doğru” olmadığını ve hayatın başka boyutları da olduğunu unutmamak.
***
Frida Kahlo, adeta sadece şu yıl içerisinde yaşadıklarımızı görmüş de söylemiş bunu: “Dayanabileceğimizi sandığımızdan çok daha fazlasına dayanıyoruz.”
Dayanmak, tahammül gücüdür ve bağrında geleceğe dönük taşıdığın bir umut yoksa eğer, çürütür. “Gelecek” duygumuzu yitirmeden dayanalım; çürümeyelim…
Bu kez İzmir’de canımızı yakan depremin hayata tutunan mucize çocuklarındaki umut ve direnç duygusu olsun ışığımız ve o duyguyu yeniden başlangıçların ilhamı bilelim.
İzmir depremini duyunca Kazım Koyuncu’nun hayatını kaybetmeden önce son röportajındaki sesi çınladı kulaklarımda; “Kader midir bu?”
Değildir.
“Kader” derdi büyüklerimiz, yol’a dairdir. Yol, yürüdüğümüzdür; sürüklendiğimiz değil.