Yunanistan’da “Çabukaş” dalgalanması
Ankara tarafında, Yunanistan’a yönelik bir eksen kayması varsa o da aslında, Batı Trakya’daki Türk ve Müslüman azınlığa yönelik
13.12.2017
Yunanistan'da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı Trakya ziyareti, genel çerçevesi ile "tansiyonun 7 Aralık'ta başlayan Lozan tartışmaları ertesi, tansiyonun düştüğü bir gün" olarak yorumlandı. Yunan basını genelinde, merkez medyada Lozan krizinde, Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos'un kameralar önünde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile basın toplantısında konuyu [Lozan'ın güncellenmesi] gündeme getirmesinin doğru olmadığı ve krizi büyüttüğü yorumları da aldı. Ancak, basın genelinde, "Çabukaş bize çalım atmaya kalktı ama biz yemedik" tarzı, "Yunanistan Kasımpaşa usulü" tansiyonu yüksek/duygusal patlamalar içeren yorumlara sıklıkla rastlanıyordu. "Çabukaş", Yunanca'da, "afilli delikanlı/ kabadayı" anlamına gelen bir argo sözcük.
Diğer bir deyişle, Yunanistan'da daha "ortacı" merkez medya çevrelerinde, "Evet, krizi görüyoruz: Ziyaretin ilk günü kötü geçti ama Türkiye ile arayı bozmamalı; Lozan krizini uzatmayalım önümüze bakalım" ifadeleri ön plana çıktı. Ve aynı çevrelerde, Erdoğan'ın Yunanistan ziyaretinin ikinci günü (8 Aralık) Batı Trakya dönüşü, ziyaretini takip eden Türk gazetecilere söylediği şu sözlere dikkat çekildi:
"Ziyaret öncesinde, bir Yunan televizyonuna (Skai TV) verdiğim mülakatta Lozan'la ilgili bir soruya cevaben söylediklerim zannediyorum biraz rahatsızlığa yol açmış. Yunanistan'ın toprak bütünlüğünde sanki Türkiye'nin gözü varmış gibi yanlış çıkarımlarda bulunanlar olmuş. Halbuki benim ağzımdan öyle bir şey çıkmış değil. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok. Ben gerekiyorsa pekâlâ güncelleme yapılabileceğini belirttim. Kaldı ki Lozan, sadece Türkiye- Yunanistan arasında bir antlaşma değil. Farklı devletlerin işin içinde olduğu, çeşitli meseleleri konu alan, muhtelif protokoller de içeren ayrıntılı bir antlaşma. Gerek görülürse pekâlâ güncellenebileceği kanaatindeyim. Bu benim düşüncem. Siz paylaşmayabilirsiniz. Nitekim Yunanistan Cumhurbaşkanı bu tür antlaşmaların güncellenemeyeceği kanaatinde. Bana göre ise taraflar ihtiyaç hissederlerse pekâlâ güncellenebilir. Bunu orada Cumhurbaşkanı Pavlopulos'a da ifade ettim: "Biz parlamentolarda gerekirse anayasaları bile değiştirmiyor muyuz? Değiştiriyoruz. Dolayısıyla antlaşmalar da gerek görülürse elbette güncellenebilir. Ama bu konu biraz sanki takıntı hâline gelmiş gibi. Aynı şeyi Başbakan Çipras'ta da gözlemledim."
Bu ifadeler, merkez medyada, "Lozan krizi"nin bir politika değişikliğine işaret etmediği, iki ülke arasında anlık bir "dalgalandım da duruldum" hâli olduğu yorumlarıyla beraber yer buldu. Öte yanda, Ankara tarafında, Yunanistan'a yönelik bir eksen kayması varsa o da aslında, Batı Trakya'daki Türk ve Müslüman azınlığa yönelik. Önce, Batı Trakya'daki azınlığın durumlarına ve meselelerine (Ankara ve Atina'nın bakış açılarını aktararak), bir bakalım.
Batı Trakya'da "Lozan" şikâyeti neden kaynaklanıyor?
Yunanistan'ın kuzeyinde yer alan Batı Trakya'daki Müslümanlar ağırlıklı olarak etnik kökeni Türk olan ve Türkçe konuşanlar. Buna ek olarak, Bulgarca konuşan,Müslüman Pomaklar da bölgede yaşıyor. Bu azınlık, yaşadıkları Batı Trakya bölgesi nüfusunun yüzde 30'unu oluşturuyor. Bölgede toplam 235 azınlık okulu var; Yunanca ve Türkçe eğitimin yanısıra, Arapça olarak Kur’an eğitimi de veriliyor. Azınlık okullarının masrafları, Yunan hükümeti tarafından karşılanıyor; bu masraflara okula yönelik genel harcamalarla beraber, uzaktaki öğrencilerin ulaşımının sağlanması da dahil . Buna karşılık, Türkçe dışındaki azınlık dilleri (Pomak gibi) öğretilmiyor.
Yunanistan'ın algısında, bu bölgeye ilişkin en büyük "mesele", bölgenin Türkiye ile "birleşme" yoluna gitmesi ve toprak kaybı yaşanması.
Türkiye'nin bölgeye yönelik başlıca şikâyeti ise, bölgedeki resmî müftülerin "seçilmiş değil atanmışlar" olması. 1985'ten beri Yunanistan, bölgede müftü atamalarını "merkezden" yapar halde; buna karşılık Batı Trakya'da çeşitli merkezlerde, Müslüman azınlık arasında müftü seçimi de yapılıyor. Bu durumda da, bir yanda atanmış bir yanda da seçilmiş müftüler gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bir de buna ek olarak, "seçilmiş" (ve Ankara'nın desteklediği müftülerin) gerçekleştirdikleri çeşitli "müftülük faaliyetleri" nedeniyle yargı önünde hapis cezası da dahil olmak üzere) sorun yaşamaları da söz konusu oluyor.
Ve son olarak, bölgedeki azınlığa "Müslüman" mı, "Türk" mü vurgusu yapılacağı da ayrı bir mesele: Yunanistan'da devlet politikası, "Türk" nitelenemesinden ziyade "Müslüman" nitelemesinin kullanılmasıydı. Hattâ, bazı derneklerin isimlerinde "Türk Birliği" gibi ifadeleri kullanması yasaklanmıştı. Konu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava konusu oldu ve Yunanistan'ın "Türk" ifadesini dernekleri kullanmasını yasaklamasının, "örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğuna" hükmedildi. Şimdi ise, son yıllarda dünya genelinde dinsel eksenli tansiyonların artmasıyla bu sefer de, Müslüman vurgusu gerilim vesilesi oluyor.
Erdoğan, bu ziyaretinde, Ankara'nın daha önceki dönemlerde, "Cumhurbaşkanı" sıfatıyla bölgeyi ziyaret eden son Türkiye Cumhuriyeti temsilcisi Celal Bayar'ın aksine, "Müslüman azınlık" vurgusu yaptı. Ankara'nın geleneksel politikası, "Türk azınlık" vurgusuyla şekilleniyor idi. Hattâ, 1922'de daha Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmadan, Batı Trakya Müdafai Hukuk Cemiyeti'nin Ankara Hükümeti'ne "Batı Trakya'nın geleceği halkının oyuna başvurarak belirlenmelidir" diyen ve "Türklük" aidiyetinin altını çizen bir de "muhtıra" vermişti:
"Batı Trakya'nın geleceği halkının oyuna başvurarak belirlenmelidir. Bu bölgede Koşukavak, Eğridere, Kırcaali, Sarı Şaban kazalarında Türk'ten başka bir unsur yoktur. Gümülcine, İskeçe, Ahiçelebi, Drama, Kavala, Nevrekop'da da yüzde 80'den fazla yoğun bir Türk çoğunluğu vardır. Meriç ile Ustruma arasındaki Türk çoğunluğu yüzde 70'i bulmaktadır. Toprağın yüzde 85'i Türklerin elindedir. Misaki Milli, Batı Trakya'yı unutmamıştır. Millî Hükümet, Batı Trakya için nüfuzunu daha fazla kullanmalıdır." |
Ankara politikasında da, bu muhtıranın izlerini taşıyan yansımalar hep yankılandı. Zaten, "meşhur" Lozan Anlaşması'nın müzakeresine giden Türk heyetine verilen talimat, "Batı Trakya'nın kaderinin bir plebisit/referandum ile tayin edilmesi" idi. Lozan'da sınır, Batı Trakya'nın Yunanistan tarafında kalacağı biçimde belirlendi ve Batı Trakya Türkleri millî değil, dinî azınlık statüsünde tanımlandılar; "Müslüman azınlık" olarak adlandırıldılar.
Erdoğan'ın, 2004'te "Başbakan" olarak, 52 yıllık bir aradan sonra yaptığı ziyarette, "Batı Trakyalı kardeşlerimiz" gibi şimdiye kadarki "en nötr" tanımlama sayılacak niteleme ortaya çıktı. Erdoğan, 2004'teki ziyaretinde, Gümülcine'de şöyle bir konuşma yapmıştı:
"Ben Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerime şunu söylüyorum. Sizler Yunanistan’ın birer vatandaşısınız. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin birer bireyisiniz. Hepiniz güçlü bir Yunanistan için çalışmalısınız. Güçlü bir Yunanistan sizin de mutluluğunuzdur. Sorunlar olabilir. Farklı kültürlerin bir arada yaşamasını başaran halklar bana göre dünyanın model ülkeleridir. Ben buna katkıda bulunan tüm siyasi iktidarları ve halkları huzurunuzda tebrik ediyorum, takdir ediyorum, alkışlıyorum.”
Daha sonraları, Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri ve başbakanlık döneminde, "Müslüman Türk azınlık" kavramsallaştırması ön plana çıktı. 19 Haziran 2017'de, Ramazan'ın ilk iftarını Gümülcine'de açan Başbakan Binali Yıldırım da, oradaki halka "kardeşlerim" diye hitap etmeyi seçmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu ziyaretinde ise ağırlık tamamen "Müslüman azınlık" nitelemesine kaydı. Erdoğan, bu ziyaretinde, Gümülcine'de Chris & Eve Otelinde yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:
"Azınlıklar kavramı içerisinde, burada Müslüman Azınlık noktasından mı hareket, yoksa Türk Azınlık noktasından mı hareket. Tabi, kendileri orada Pomak, Roman da var dediler. Değerli arkadaşlar! Bizim ortak paydamız zaten İslâm’dır, Müslüman’dır. Dolayısıyla Türkü ile, Pomağı ile Romanı ile biz, biriz, beraberiz. Az önce söyledim. Biz, yaradanı yaradandan ötürü sevdik. Benim indimde, ha Türk olmuş, ha Roman olmuş, ha Pomak olmuş; ya biz, Yaradanı Yaradan’dan ötürü sevdik mi, bitti iş. Bitti. Bunun aksini kimse iddia edemez. Eğer birileri bunun aksini iddia ediyorsa, kendisini çekeriz, hocalarım burada. Ve, bakın bizim bir Rabiamız var. Bu Rabiada ne var?
1- Tek millet.
2- Tek bayrak
3- Tek vatan
4- Tek devlet."
Özetle, tüm bu "Lozan tartışmalarında" aslında ironik nokta aslında: Lozan Anlaşması'nda Batı Trakya'daki azınlığa zaten "Müslüman azınlık" deniyor ve "güncelleme atfı" da, Yunanistan tarafında akıllara, "bir referandum yoluyla sınırın değiştirilmesi" düşüncesini getiriyor.
Erdoğan'ın ziyareti esnasında, bir de Buğday filmi gündeme geldi. Erdoğan, bir konuşmasında şunu da söyledi:
"Buraya gelirken ders de çalıştık. Gümülcineli şair ne diyor bakalım… ‘sağanak yağmurdu saçlarımı tarıyan, umutlarımdı takılan, kar beyaz ağustos bulutuna, kuytusunda bir söğüt ağacının, dökülürken akşamlar gecelere, günler buğday kokuyordu.’ Demek ki Gümülcine’de her yer buğday. Semih Kaplanoğlu’nun 'Buğday' filmini herhalde sizler de izlersiniz."
Tüm bu süreçte, Türk kökenli Yunanistan parlamentosu temsilcileri, SYRIZA'dan Ayhan Karayusuf, Mustafa Mustafa, Hüseyin Zeybek ve To Potami partisinden İlhan Ahmet ise genel olarak sessizliklerini korudu.