Z Kuşağı, Umut, Suçluluk ve Sömürü
EYT kararıyla Z Kuşağını sömürü düzenine dahil ediyoruz. Daha uzun çalışmak zorunda kalacaklar veya daha fazla freelance iş yapacaklar.
29.12.2022
Ne zamandır değişen, dijitalleşen ve dönüşen dünyanın karşılığı oldu Z kuşağı. Z Kuşağı kimdir, sorusunun karşılığı teknik olarak çok kolay aslında: Aşağı yukarı 1990’ların ortasıyla 2010’a kadarki aralıkta doğan herkes Z Kuşağı. “Gerçek dijital yerliler” adını alan bu kuşak aynı zamanda, belli bir hayat tarzını, belki bir hayata bakış açısını yansıtıyor. McKinsey’den Deloitte’a kadar birçok danışmanlık şirketinin de, pazarlamacıların da, sosyal medya platformlarının da odak noktasında, Z kuşağı var.
Hatta bir önceki yazıda uzun uzun anlattığım gibi, Facebook’un kendi içinde oldukça geniş çaplı bir devrim yapıp Meta’ya dönüşmesinin de temelinde, Z Kuşağı’na daha iyi hitap etmek, Facebook’u “yaşı büyükler” ataletinden çıkarmak yatıyor.
Kuşaklama nedir?
Bu kuşaklandırma meselesi birçok kişiye çok da anlamlı gelmiyor aslında. Çoğu zaman çok geniş ve ortak noktalarını bulabilmenin imkânsız gibi göründüğü bir insan kitlesine hitap etmeye çalışan, bu yüzden de eğreti duran bir kavram olduğu için eleştirilir. Bu nedenle, Z kuşağını (ya da herhangi bir kuşağı) anlayabilmek ve inceleyebilmek için bir adım geri atıp kuşaklandırma teorisinin tam ne işe yaradığını kısaca anlatmak gerek.
Benim bildiğim kadarıyla, kuşaklarla ve kuşak üyelerinin ortak noktalarını bularak gruplandırma çabasını gösteren ilk kişi Karl Mannheim. 1920’ler ve 30’lar boyunca özellikle Almanya’da devam eden kuşak tartışmalarının üzerine 1928’de yazdığı Bilgi Sosyolojisi: Kuşaklar Problemi kitabında Mannheim, kuşakların iki ana ortak özelliği olduğunu yazar. Birinci ortak özellik, tarihsel zamanda bu kişilerin aynı mahalde yer almasıdır, ikincisi de bu tarihsel zamanın farkındalığıdır. Tarihsel zamanda ortaklık, aynı tarihsel olaylara, ekonomik ve diğer krizlere, politika ve fikir dalgalarına ve doğa olaylarına maruz kalmak anlamına gelir.
Mannheim’a göre bu olayların yarattığı deneyimler, insan bilinci üzerinde sosyal/ekonomik sınıfların ya da kültürün yaptığı etkiyle aşağı yukarı aynı etkiyi yaratır. Aynı kuşağın üyesi olan kişiler, aynı olayları benzer şekillerde deneyimlediğinde, özellikle de benzer acılarla ve zorluklarla mücadele ettiklerinde, ortaya kuşaksal bir bilinç, idrak çıkar. Bu kuşaksal idrak, belirleyici bir dünya görüşünü aynalayan kolektif bir zihniyeti geliştirir ve bu zihniyet de birbirine benzer tutumları ve tavırları ortaya çıkarır.
Kuşak teorisini Mannheim ortaya atmış olsa da, daha önce Stuart Mill ya da August Comte gibi yazarlar da, özellikle tarihin döngüsel doğasının üzerinde durarak, teğet geçmiş diyebiliriz. Ayrıca, 20. yüzyılda sosyal bilimler alanında çalışan birçok ünlü araştırmacı, bu teorinin üzerinde durup geliştirmiş. Bunların arasında antropolog Margaret Mead, Jose Ortega y Gasset, Pierre Bourdieu, Bruce Tulgan da var, meraklısına.
Son teknik bilgi olarak kuşakları ve yaş gruplarını belirteyim. Kuşaklama çalışmaları 1900’lerin başında ortaya çıktığı ve daha da geçmişe gitmenin deneyimsel açıdan bir anlam teşkil etmeyeceğinden olsa gerek, isim verilen kuşaklar 1880’in sonundan başlıyor. Bu kuşaklamayı en ünlü hale getiren de, 1991 yılında Generations: History of America kitaplarıyla William Strauss ve Neil Howe. 1883’ten başlayıp her 20 yıllık zaman dilimine denk gelen kuşaklar sırasıyla, Kayıp Kuşak, En Büyük Kuşak, Sessiz Kuşak, Baby Boomers, X Kuşağı, Y Kuşağı ya da Milenyum Kuşağı, 1995-2010 arasında doğan Z Kuşağı ve 2010’dan sonra doğanları kapsayan Alfa Kuşağı.
Z Kuşağı, Umut, Suçluluk ve Sömürü
Bu kuşaklama çalışmaları sosyoloji ve psikoloji açısından çok önemli ve değerli olsa da, belki de en önemli uygulama alanı iş dünyası denebilir. Girişimcilik çalışmalarından stratejik yenilenmeye, yenilik/yenilikçilik ekseninden pazarlamaya, dijitalleşmeden iş modellerindeki değişimlere kadar birçok iş alanı uygulamaları ve çalışmaları, özellikle Z Kuşağının sunduğu farklı davranış ve düşünüş biçimlerinden çok etkilenmiş durumda. Bunun analizi de çok yapıldı zaten.
Malum, Z Kuşağı daha mobil, dijital ve fiziksel alanları kapsayan çoklu gerçekliğe kolayca ayak uydurabilen ve hatta bu gerçekliklerde yaşayıp aralarında hızlı geçişler yapabilen, sosyal medyayı temel haber ve iletişim kaynağı olarak kullanan dijital yerliler. McKinsey raporu Z Kuşağını “undefined ID” olarak betimliyor –ben bunu “tanımlanamayan” değil de tanıma/kalıba sığmayan kimlikler olarak çevirmeyi tercih ediyorum. Aynı raporda, Z Kuşağı bireylerinin “communaholic” olduğu söyleniyor. Bu terim, her ne kadar ilk bakışta toplumsallık tutkunu gibi görünse de aslında bambaşka bir anlam taşıyor.
Communaholic, internet üzerinden edinilen arkadaşlarla ‘gerçek hayatta’ edinilen arkadaşlar arasında bir ayrım yapmayan, camialarına ortak ilgi alanlarını ve benzer hedefleri temel olarak dahil olan, anlamına geliyor. Gerçeklikler arasında kolayca gidip gelebilmenin dışında Z Kuşağı yaratıcılık, özgür ruhlu olmak, farklılıklara diğer kuşaklara kıyasla daha açık olmak gibi özellikleriyle de bilinir. Aynı zamanda, yine diğer kuşaklara göre çevreye ve farklı türlere karşı daha saygılı oldukları için, çevresel ve diğer alanlardaki sürdürülebilirlik ilkelerine de en uyumlu kuşak olarak kabul edilir.
Benim farklı yerlerde tanışıp sohbet etme fırsatı bulduğum bazı Z Kuşağı üyeleri, örneğin, üniversite eğitimine yahut devletlerin tarihyazımlarının dayatıldığı eğitimlere inanmıyor, üniversiteye gitmeyi politik ve bilinçli birer seçim olarak reddediyor ama bir yandan belki de bir üniversiteliden daha çok okuyup yazıyor. Önceki kuşaklara ait birçok düzenlemeyi, belgeyi ve hatta bilgi diye ittirilen dayatmaları reddediyorlar.
Bütün bu özellikleri sayesinde politika, çevre ve iklim, teknoloji ve dijitalleşme, yenilikler ve yenilikçilik gibi birçok alanda Z Kuşağı bir “umut” olarak gösteriliyor –ki bu umudun ortaya çıkmasında pek tabii ki Greta Thunberg, Amandla Stenberg, Hadiqa Bashir, Joshua Wong, Amika George gibi isimlerin de katkısı önemli. Ulusal alanda da birçok kez, “umudumuzun artık Z Kuşağı” haline geldiği tekrar edildi, gerek rejime karşı “kalan son umut” olarak, gerek kapitalizmin kısırdöngüsünden çıkmaya başlayan, armudun dibine düşmediği ilk kuşak olarak zikredildi. “Bir sonraki seçimde ilk kez oy verecek altı milyon” Z Kuşağına bel bağladık hep beraber, belli ki kendi işimizi kendimiz göremediğimizden.
Bir başka taraftan bakarsak –daha doğrusu özellikle X ve Baby Boomers kuşaklarının perspektifinden bakarsak, bu üniversite okuyan yahut iş dünyasına yeni yeni girmeye başlayan Z Kuşağı, hemen para kazanmak isteyen, öğrenmeye sabrı olmayan, usta-çırak ilişkisine saygı duymayan bir kuşak. Bu kuşak, her nasılsa bir yandan rejim değişikliği ve çevre sürdürülebilirliği için Z Kuşağına bel bağlarken, diğer yandan da çoğunluğunun “flexible” (esnek) değil sorumsuz, yaratıcı değil serseri, çalışkan değil kolaycı, dobra değil saygısız olduğunu düşünüyorlar.
Hızlanan iletişim araçları ve şekilleri, gelişen teknolojiler, daha çok konuşulan ve her geçen gün daha görünür olan farklılıklar ve kimlikler karşısında Z Kuşağından istenen şey aslında, değişime ayak uydurmamaları, tam tersine, annelerinin ve babalarının prensipleri ve yöntemleriyle hayatı yaşamaları. Unuttuğumuz bir şey var tabii, bir şeyi defalarca aynı şekilde yapıp farklı sonuç beklemek, artık delilik midir, ahmaklık mıdır, bilemiyorum.
Z Kuşağından önceki kuşaklarla aynı şeyi yaparak farklı sonuç elde etmesini beklemek, biraz da bu insanları hiçbir zaman içinden çıkamayacakları bir suçluluk-direniş döngüsüne mecbur etmek gibi geliyor bana. Z kuşağının kurduğu dijital ilişkilere “gerçek değil” derken, sadece onları eleştiriyor olmadığımızın da farkında değiliz: Eleştirdiğimiz, istemediğimiz şey, artık geri dönüşü olmayan yeni bir gerçeklik. Yeni bir iş modeli, yeni bir satış platformu, yeni bir pazarlama stratejisinden bahsetmiyorum, koskocaman, yepyeni bir gerçeklik.
Bir de son olarak, bu kadar sorumluğun yüklendiği, beklentinin bindirildiği bir kuşakla karşı karşıyayken, mesela daha yeni EYT kararıyla Z Kuşağını sömürü düzenine dahil etmeye yeltenmiş bulunuyoruz. Bu karar sayesinde daha uzun çalışmak zorunda kalacaklar veya daha fazla freelance iş yapacaklar. Yani bir yandan tek umudumuz Z Kuşağı iken, diğer yandan da bu kuşağın yeşermemesi için elimizden geleni yapıyoruz ve onları, daha ağır prangalara, daha büyük ekonomik krizlere, daha tehditkâr ve hiyerarşik yapılara mahkûm ediyoruz.
Hep safımızı yanlış seçmek zorunda mıyız? Değiliz elbette. Bence artık “OK Boomer” demenin de biraz kendimize çekidüzen vermenin de zamanı geldi.
—–
Kapak Görseli: mixetto—E+ (Getty Images)