Zaman geçmez 3 – Devletin yeni kutsalı: Tren

Çekin elinizi “kutsal”ımızdan. O trenler ve bu hayat bizim! Bu işin oluru yok. Trenden ahlâk bekçisi üretmeyin. Gülünç oluyorsunuz.

KARİN KARAKAŞLI

27.09.2023

“Devletin sürekliliği” denilen kavramı, beka ve sınırlardan ziyade hedef gösterme siyasetinin azim ve istikrarı anlatır. Zamanın geçmediği hissini yaratan da bu durağanlıktır. Dinamik durağanlık. Her şey olur, hiçbir şey değişmez. Resmî bakış açısından görünen kadarında elbette. Yoksa hayat şükür ki hiçbir ulus devlet hassasiyetine değil hakikate ve sahiciliğe ayarlı. Ve toplum denen şey organik bir dönüşüm enerjisi.
 
Zaten en büyük korku da budur ya. Sen ön alıp “toplum yararı”, “toplum hassasiyeti”, “güvenlik”, “asayiş”, “genel ahlâk”, “değerler” ve benzeri bilindik repliklerle düşersin yola, sonra hop bir bakmışsın toplum başka yerde. Ya da sandığın kadar güdümlü değil. Çatlıyor nefret duvarın. O kadar da ince ince sıvalamıştın oysa. Yeni yeni tuğlalar eklemiştin dört koldan. Ama nispet gibi, duvarın çatlayan yerinden uzanan bir sürü kafa, kafa sayısının çarpı iki miktarında göz ve el birbirine yönelmiş. Kâbus mübarek.
 
Böyle oldu işte. Kaos GL’nin sosyal medya hesabından “kamu spotu” esprisiyle paylaştığı video aldı başını yürüdü. Paylaşımda “29. yaşımızda elimizi uzatmaya devam ediyoruz. Biliyoruz ki o el havada kalmadı, bundan sonra da kalmayacak. El ele büyüdük, el ele yürüdük, el ele verirsek hayat bayram olur” demişlerdi. Bir günün bir anında, son yılların itinayla örülmeye çalışılan LGBTİ+lara karşı nefret duvarında koca bir yarık açıldı. İnsan insanı gördü. Olduğu hâliyle.
 
Yanlış anlaşılmasın, öyle mucizeler güzellemesi yapacak değilim. Bir günden öbürüne gül bahçesine dönmüyor ortalık. Gel gelelim, oyun bozuluyor. Bir anlığına başka türlü bir hayat ihtimali canlanıyor gözümüzün önünde. Videonun bunca benimsenmesi ve yaygınlaşmasından anlaşılacağı üzere, o ihtimal çoğumuzun ihtiyacı. Herkes bir sebepten hasret o beklenmedik ele.
 
Kısa filmin akışı çok sadeydi. Yalın ve güçlü. Sıfır kelime. Sadece dış sesler işitiliyor. Dikkatimiz metroda birbiriyle tatlı tatlı konuşan, el ele tutuşan iki genç kadında. Onların aşk dolu yüz ifadesinde. Ve karşılarında ayakta duran bir adamın nefretle onlara dikilmiş gözlerinde. Sonunda kadınlar tedirgin olup istemeye istemeye birbirinin elini bırakıyor avucundan. Buraya kadarı bildiğimiz hikâye. Malûm, özellikle son yıllarda muhafazakâr politikalara, aşırı milliyetçiliğe, kökten dinciliğe, yabancı düşmanlığına, apaçık ırkçılığa ve elbette bitmez tükenmez bir homofobi ve transfobiye teslim edilen genel siyaset yapma aksı sağa çekmekten yamuldu. Toplum içerisinde de herkesin birbirinin bekçisi olduğu bir düzen arzulanıyor. Dikizleyen göz, muhbir vatandaştan geçilmesin ortalık. Kavga kıyamet arasında koca bir ülkenin nasıl sefil yönetildiği gümbürtüye gitsin sahte gündemlerle. Mutsuz, benliğinden huzursuz bünyeler hayatı birbirine zehir etsin. Sen sağ ben selamet bir “yaşayan ölüler cumhuriyeti”.
 
Teyzenin fendi
Filme geri dönelim. Tam genç kadınlar birbirinin elini bırakmaya davranırken, yanlarında oturan bir teyze o eli kapıp adamın gözlerine baka baka kaldırıyor. “Sıkıysa bana söyle ne diyeceksen” gibi de bir bakış. “Ben varken onların kılına dokunamazsın” diyen de bir bakış. Bahse girerim o teyzenin varlığı genç kadınlardan daha çok rahatsız etti bu. O teyze bir dalga yarattı, herkes el ele tutuştu. Adam nefretiyle tek başına öylece kalakaldı.  
 
Demek ki neymiş, bir grup marjinal değilmiş bile isteye yanlış söylenen hâliyle “LGBTliler”. Hayatın orta yerinde birilerinin çocuğu, akrabası, kendi kurdukları hayatın biricik özneleri olarak duruyorlarmış. Benmişim, senmişsin, bizmişiz. Geri kalan zamirlerin pabucu dama atılmış.
 
Sonrası elbette gerisi çorap söküğü gibi geldi. Çünkü hep öyle olur. Başını Milli Gazete, Mil-Diyanet Sen, Yeniden Refah Partisi’nin çektiği aşırı dinci, milliyetçi basın ve trol hesaplar linçe girişti. Durumdan vazife çıkaran Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) da suç duyurusunda bulunarak yapımcı şirket hakkında soruşturma yapılmasını ve kamu davası açılmasını talep edildi. Ha bir de, nur topu gibi bir kutsalımız daha oldu: Tren. Trenin asabı bozuldu.
 
Hayrettir, ihmal sonucu katliam gibi kazalardan, süregiden davalardan, ölenlerden ve canı yana yana yaşayanlardan asabı bozulmuyor trenin. Topumuzun vergisiyle herkese ulaşım hizmeti vermekle mükellef bir taşıt aracı olan Marmaray çıkıp uzun uzun yazılı açıklama yayınlıyor. Yok film, mekân kullanma ücreti karşılığında boş bir tren setinde çekilmiş de, reklam denmiş de… Kıstırılmışlık duygusunun ifadesi şu cümlede: “Günde yüzbinlerce vatandaşımıza hizmet verirken böyle bir tartışmanın içerisinde olmaktan büyük üzüntü duyduğumuzu belirtir saygılarımızı sunarız.”
 
Asıl dertse Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan suç duyurusunda mevcut: “Müvekkil Genel Müdürlük, bilgisinin bulunmadığı bir olay ve çekim nedeni ile ülkemizin kutuplaştırılması çalışmalarına dahil edilmeye çalışılmaktadır. Zira her günde yüz binlerce vatandaşımıza hizmet veren Marmaray trenlerinin toplumun hassas noktalarını rahatsız eden birtakım olaylar ile gündeme gelmesi gerçekten de endişe verici olup kabul edilebilir bir durum değildir. Toplumsal değerlerimize aykırı olan ve Müvekkil Genel Müdürlükçe asla desteklenmeyen olay nedeniyle toplumumuzun hassas  kesimi rahatsız edilmeye çalışılmıştır.”
 
Yanarım yanarım şu hassas kelimesinden insanı bu kadar soğutmalarına yanarım. Ne hassasiyetmiş arkadaş. Bunca ıvır zıvır lafı lubuncaya çevirecek olursak “alıktırmayacaksın.” Çünkü her gün hizmet verilen yüz binlerce vatandaş arasında elbette LGBTİ+lar da var. Müvekkil Genel Müdürlükte de muhtemelen bulundukları gibi. Hayat ya bu, matematiksel dağılım her yerde olmayı gerektiriyor. O yüzden zaten “Alışın her yerdeyiz” deniyor.
 
Ama bu alıktırmama mevzuu sıkıntılı. Hassasiyet için verilmesi istenen keyfi ödünlerin ne başı var ne sonu. İnsan kendinden nasıl ve neden vazgeçsin ki.
 
Aile çalışıyor
Ekim ayı fırtınalarıyla geliyor. Aksi gibi sonbahara da aşk yaraşır. Ne edelim veririz yine muharebeleri. Bize zaten gündelik hayat diye garip bir düzen dayattılar. Anması, protestosu, davası, felaketi, gözaltısı olmayan günü takvime almıyoruz. Meclisin açılmasıyla birlikte anayasa değişikliği ve Medeni Yasa’da düzenleme kisvesi altında en sert dönemlerden birine girecek olmayı beklemek kâhinlik değil. Nitekim bir yandan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, katıldığı televizyon programında, “LGBT sapkınlığına karşı Türk Toplumunda Aile” başlıklı seçmeli dersin müfredata eklendiğini duyurdu: “Hazırlığını yaptığımız yeni müfredat çalışmaları içerisinde 'aile' öncelikli değerlendirdiğimiz başlıklar. Hem müfredatımızın içerisine hem de seçmeli derslerin içerisine ‘Türk Toplumunda Aile’ diye bir ders koyduk.”
 
Ardından Aile Bakanlığı’nın, 81 ilin Aile ve Sosyal Hizmetler Müdürlükleri’ne “Aile Çalıştayı” düzenlenmesi için gönderdiği yönerge gündeme geldi. Aile Çalıştayları pıtrak gibi türeyip çalışmaya başladı. Tabii kafanda bir model olunca çalışacak kişileri de ona göre seçiyorsun, ailenin içinden. İstanbul ve Ankara dahil birçok baronun kadın hakları merkezleri kendine bu ailede yer bulamadı ya da zorla girdi kapıdan içeri. Kadını sadece aile içinden tanımlayan, LGBTİ+ karşıtlığını merkezine alan bu çalıştaylardan çıkacak raporu tahmin etmek de güç değil.
 
Şu büyük tehdit altında olduğu paranoyası yaratılmaya çalışılan aileye birazcık yakından bakalım mı? Trans evladının cenazesine sahip çıkmayan ama arabasına, evine konmakta beis görmeyen ailelerden bahsedelim mi misal? Kimsesizler mezarlığında sonlanan hayatlardan. Yol arkadaşı gacıların mahkemelerde, sokaklarda dövülme, öldürülme, intihara sürüklenme pahasına bitmeyen hayat mücadelesinden. Eşcinsel evladını öldürenlerden. Burada epey miktar insan için yaşamak çabalı bir uğraş. Her gün sil baştan birilerine rağmen verilen bir savaş.
 
Cinsel saldırıya maruz kalan çocuğu için tazminat kabul ederek susan ailelerden bahsedelim mi ya da? Tacizleri gören ve susanlardan. O pek kıymetli kim, hanelerin içindeki cehennemden. Zebaninin öz baba ya da abi, amca olduğu huzur yuvalarından.
 
Ama işte kefenin diğer tarafı da var şükür. Yoldaşlarıyla birlikte alternatif hayat ortaklığı kuran, hayat birlikte sırtlayanlar. Ve çekiştire çekiştire içine kimseleri sığıştıramaz kıldıkları aileyi, çocuğunu var olduğu hâliyle kucaklayacak şekilde esneten gökkuşağı aileleri. Bütün oyun bozanlar.
 
Bakın bu işin oluru yok. Kendin olmak için trenden bile izin alacağın bir düzenin yani. Ulaşım ve hizmet aracı olan trenden ahlâk bekçisi üretmeyin. Gülünç oluyorsunuz.  
 
Hem tren de hakkını ister. Edebiyattaki, müzikteki, resimdeki yerini. Aşkın, ayrılığın, başlangıcın metaforu olma kudretini. Bir çocuğun en keyifli oyuncağı olma gerçeğini.
 
Çekilin elinizi “kutsal”ımızdan. O trenler ve bu hayat bizim!
 
—–
Kapak Görseli: Engin Akyurt (Pixabay)