Zorunlu başörtüsüne karşı çıkanı suçlu görmek!

Dindar Müslümanların iktidarda olduğu bir ülkede de dört dörtlük özgürlük olabilir dedirtebilecekken…

ORHAN KEMAL CENGİZ

09.09.2020

Yıllar önce Tahran’dan İstanbul’a uçarken insanlara zorla dayatılan hiçbir şeyin onların davranışlarını değiştiremediğini bir kere daha idrak etmiştim.

Uçağa bindiğimizde bütün kadın yolcuların başı örtülüydü.

Uçak havalanınca dönüp arkama baktığımda, sanki bir sihirbazın tılsımlı çubuğu uçağımıza değmiş ve bir anda uçaktaki insanların kıyafetlerini değiştirmişti. 

Gördüğüm şey inanılmazdı. İranlı yetkililerin kendilerine ulaşabileceği mesafeden uzaklaşınca, bütün kadınlar başlarındaki örtüleri atmıştı. 

Kocaman uçakta artık başı örtülü tek bir kadın bile yoktu. 

Baskı rejiminin insanları nasıl iki yüzlülüğe ittiğini İran’ın içindeyken de fark etmiştim.

Bütün iyi restoranlarda “alkolsüz” bira vardı mesela. Ve çok revaçtaydı.

İran herhalde dünyada en fazla alkolsüz biranın tüketildiği yerdir!

Yasak kalktığı anda, Tahran sokaklarının birer ikişer pub’larla, meyhanelerle dolacağını hayal etmek çok zor değil.

Yarıya kadar geriye çekilmiş başörtüleriyle, makyajları ve renkli kıyafetleriyle, rejime karşı bir tür pasif direniş gösteren yüzlerce kadın her yerde gözümüze çarpıyordu.

İran’da bütün kadınların zorla başörtüsü taktığını söyleyecek değilim.

Ama kimin zorla kimin benimseyerek taktığını hemen anlayabiliyordunuz. 

Ve zorla takanlar özellikle başkent Tahran’da hatırı sayılır oranlardaydı.

Bizde de biliyorsunuz, bir zaman başörtüsü kadınların eğitim almasının, kamuda çalışmasının önündeki en büyük engeldi.

Kadınları, eğitim ve üretim yaşamının dışında tutan bu anlayış korkunç aptalca ve hedeflediği amacın tam tersine hizmet eden bir uygulamaydı.

Sözde kadını özgürleştirecek otoriter laiklik, kadınları eve hapsetmekten başka bir şeye yaramadı.

O günlerden, özgürlüğü başörtüsüne, Ayasofya’da namaz kılmaya indirgemiş ama neredeyse geri kalan bütün özgürlükleri baskı altına almış bir rejime ulaştık. 

AK Parti’nin önünde dünya tarihinin akışını değiştirebilecek bir fırsat duruyordu ama bunu ellerinin tersiyle bir kenara ittiriverdiler.

Dindar Müslümanların iktidarda olduğu bir ülkede de dört dörtlük özgürlük olabilir dedirtebilecekken, “dindarların” iktidarda olduğu hiçbir ülkede hiçbir şekilde özgürlük olamıyor düşüncesinin temel dayanağına dönüştüler.

Din özgürlüğünü savunmaktan, hayatın her alanında, şekilci bir dinciliği dayatan ve kendi inançlarından farklı inanışa sahip herkesi baskı altına alan bir konuma yerleştiler. 

Kendilerini dünyadaki Müslümanların hamisi gibi görüyorlar ama bu “hamilik” diğer ülkelerde Müslüman kardeşler ideolojinin desteklenmesinden ibaret.

Dini inançları yüzünden dünyanın gelmiş geçmiş en büyük zulümlerinden birine maruz kalan Uygur Türklerini savunmak için Çin karşısından çıtlarını bile çıkaramıyorlar.

Din özgürlüğü dediğiniz şey, esasen sizin gibi düşünmeyen, sizden farklı şeylere inananların özgür olabilmesidir.

İnananın da, inanmayanın da, başını örtenin de örtmeyenin de, Sünni’nin de Alevinin de, Müslümanın da Hristiyan ve Musevi’nin de aynı düzeyde özgür olması, herkesin kendi inanç ve düşüncesine göre yaşayabilmesidir.

Baş örtüsüne özgürlüğü savunan bir kişi, insanların başlarını örtmeme ve diledikleri gibi giyinebilme haklarını da savunduğunda din ve vicdan özgürlüğünü savunuyordur. Aksi takdirde, savunduğunuz şey özgürlük falan değildir.

Türkiye’de başörtüsü özgürlüğünü savunan birisi, İran’da kadınların başını örtmeme özgürlüğünü savunmuyorsa eğer, savunduğu şey inanç ve vicdan özgürlüğü değildir. 

İranlı başörtüsü karşıtı aktivist Meryem Şerietmedari’nin Denizli’de gözaltına alınıp, geri gönderme merkezine yerleştirilmesi, Türkiye’nin inanç ve vicdan hürriyetine zerre kadar saygı duymadığının en önemli işaretidir. Utanç vericidir. 

Başını açma özgürlüğünü savundu diye bir kadının İran rejimi tarafından suçlu kabul edilmesini, laik bir ülke nasıl onaylayabilir?

İnsan haklarına zerre kadar saygısı olan bir ülke, sırf kendi inanç ve vicdanına uygun yaşamak istedi diye cezalandırılmak istenen bir kadını, nasıl olur da, zulüm göreceği bir ülkeye göndermeyi tasavvur edebilir?

Türkiye’nin yoğun gündemi içinde küçük bir detay gibi kaldı ama, Meryem Şerietmediari’nin Türkiye’de de bir suçlu gibi muamele görmesi içine girdiğimiz karanlık tünelde önemli bir kilometre taşıdır. 

Meryem’in İran’a iade edilmemesi için çaba göstermek de, demokrasi ve insan haklarına inananların boynunun borcudur.