Freedom House, Anti-Semitizm ve Komplo
“Erdoğan’ın mağduriyet stratejisi, suçu hep başkasında aramasını gerektiriyor; bu strateji ancak komplocu bakış sayesinde başarı kazanır.”
12.05.2014
Türkiye’de sistemin ne kadar otoriterleştiğini anlamak için eleştiriye tahammülsüzlük oranına bakmak yeterli. Anayasa Mahkemesi ve Barolar Birliği Başkanları, 15 gün arayla, işin özünde hukuk devleti kavramını savunan konuşmalar yapıyorlar. Ortalık birden geriliyor. “Siyasete karışmayın” diyen Başbakanın hışmına uğruyorlar. Yargı bağımsızlığı ve hukuksal açıdan gidişat konusunda biraz endişe dile getirince “siyaset yapacaksan cüppeni çıkar” diyen bir zihniyet bu. Peki ya dışardan gelen eleştiriler? Tahammül konusunda farklı bir manzara yok. Özellikle ABD kaynaklı eleştiriler anti-semitizm kokan komplocu bir mercek altında. Freedom House raporu nedeniyle yaşanan tartışma buna son örnek. Bilindiği gibi, rapor basın özgürlüğu konusunda Türkiye’nin notunu düşürdü. Hükümet ve hükümete yakın gazetelerden bu rapora gelen tepki tahammülsüzlüğü ve komplocu bakışı anlamak için yeterli.
Entelektüel birikimi ve akademik kimliği nedeniyle çok daha soğukkanlı olması gereken Ahmet Davutoğlu bile bu furyaya katıldı. Diplomatik bir dille “Türkiye böyle bir değerlendirmeyi hak etmiyor” diyebilirdi. Oysa, komplovari bir îmayla bu rapor “ülkemiz üzerine oynanan bir algı operasyonudur” demeyi tercih etti Dışışleri Bakanı. Eleştiriye tahammül konusunda bambaşka bir ligde oynayan Başbakan Erdoğan ise, Danıştay yıldönümündeki gerginlik ve bağrışma sonrasında hızını alamadan gene Freedom House konusunda şöyle buyurdu: “Böyle algı operasyonlarına pabuç bırakmayız. Türkiye dünyada en fazla gazete ve televizyonların yayın yaptığı ülkedir. Siz kendi ülkenize bakın. Kimse kusura bakmasın, burası bir muz cumhuriyeti değildir"
"Gerçek algı operasyonu"
Başbakanın eleştiri kaldırmıyor olması bir yana, eğer Dışişleri Bakanı gibi küresel dinamikleri bilen veya bilmesi gereken bir kişi bile Freedom House raporuna bir algı operasyonu olarak bakarsa, artık yerel dinamikleri siz düşünün. Nitekim rapor gündeme girdikten kısa bir süre sonra, hükümete yakın bir basın kuruluşu başarılı bir araştırmacı gazetecilik örnegine imza atarak Freedom House’ın başında “yahudi asıllı” bir yönetici olduğunu “deşifre” etti. “Kambersiz düğün olmaz” hesabı, bir sonraki aşama George Soros’un herşeyin arkasındaki yahudi finansör olarak tesbit edilmesi oldu. Son aşamadaysa o bilindik anti-semitik refleks ve noktaları birleştirme konusundaki zekâ pırıltısı devreye girdi: Freedom House İsrail lobisi tarafından finanse ediliyor ! Şimdi bir durup sormak gerekiyor: acaba kim algı operasyonu yapıyor ? Freedom House’a pabucunu ters giydiren bir basınımız var evellallah. Gerçek algı operasyonu işte böyle yapılır demiş oldu Star gazetesi.
Peki ya şu sözlere ne demeli : “Mısır’da Mursi’ye ve Ukrayna’da Yanukoviç’e yapılmaya çalışılan bize de yapılmaya çalışılıyor, aynı yerlerden düğmeye basılıyor, buna izin veremeyiz. Darbe girişimleriyle karşı karşıyayız.” Bu komplocu tesbit bizzat Başbakan tarafından geçenlerde önemli bir Amerikan televizyoncusu Charlie Rose’a yapılıyor. Bir yerden düğmeye basıldı ifadesi komplocu bakışın çok sevdiği bir açıklama biçimidir. Charlie Rose’un şaşkınlık dolu bakışları arasında Başbakan gayet ciddi bir yüzle Mısır’da yaşanan darbenin, Ukrayna’daki iç savaşıın ve Türkiye’deki Gezi olayları ve 17 Aralık sürecinin, gizli bir gücün düğmeye basmasıyla aynı yer tarafından tasarlanmış olduğunu savundu. Peki, kimdi bu gizli güç düğmeye basan? Charlie Rose bu soruyu sorma ihtiyacı duymadı. Ama sorsa You Tube ve Twitter örgütleri cevabını alabilirdi. Başka bir cevap başbakanının Mısır’daki darbenin arkasında gördüğü İsrail olabilirdi.
Neden Böyle ?
Kanımca komploculuk, eleştiriye tahammülsüzlük ve mağduriyet söylemi paralel giden ruh halleri. Zira eleştiriye tahammül edemeyen zihniyet doğal olarak kendinde hata görmediği için suçu hep dışardaki tehlikede,yani dış mihraklarda arıyor. Bu dış mihrak arayışı aynı zamanda ciddi bir bekâ korkusunun ve çaresiz bir güvensizliğin dışavurumu. Kendine güvenen kişi eleştiriye açıktır ya da en azından eleştiriye tahammül edecek güçtedir. Bunun aksi olan güvensizlik ve çaresizlik hali dış mihraklar arayışını da beraberinde getirir. Bu komplocu dış mihraklar bakış açısı çoğu zaman içerdeki dinamiklarin üstünü örter ve görmezlikten gelir. Önemli olan o gizli dış güçler, basılan düğmelerdir. Bu gizli güçlerin – ki bunlar genelde yahudi olurlar – dünyayı yönettiği yönündeki inanç bu şekilde pekişir. Böylece komplocu ve anti-semitik bakış organik hale gelir. Mağduriyet söylemi ve haksızlığa uğramış olma ruh hali bu komplocu bakışı tamamlar. Artık eleştiriye tahammülsüzlük, dünyaya komplocu bakış ve mağduriyet söylemi aynı zincirin halkaları durumuna gelmiştir.
Bir de tabii ki işin popülizm ve oportünizm cephesi vardır. Mağduriyet siyaseten çok faydalı olabilir. Zira halkın gözünde mağdur haksızlığa uğramıştır ve desteğe muhtaçtır. Yani mağduriyet oy getirir. 12 yıldır iktidarda olan bir hükümetin ve tek adam olmaya doğru giden bir başbakanın her fırsatta mağduriyet söylemine sarılması bu nedenle aynı zamanda oy getiren başarılı bir siyasi stratejidir. Ama bu mağduriyet stratejisi için eleştirileri reddetmek ve sucu hep başkasında aramak gerekir. Yani bu strateji ancak eleştireye tahammülsüzlük ve komplocu bakış sayesinde başarı kazanır. Zaten tam da bu nedenle Erdoğan kendisine ve hükümete getirilen her eleştiriyi bir darbe girişimi ve ölüm kalım savaşı haline getiriyor. Eleştiriye tahammül ettiği anda bu siyasi strateji çökecektir.
Aynı strateji ve zihniyet Gezi hareketinin arkasında Amerika, İsrail,veya Almanya kaynaklı bir operasyon görüyor. Sanki Gezi hareketini içerdeki toplumsal patlamayla açıklamak çok zormuş gibi 3. Köprü ve yeni havalimanı istemeyen “dış mihraklar bizim güçlenmemizi istemez” ezberi hemen imdada koşuyor. Aynı komplocu mantık 17 Aralık sürecine ve yolsuzluk suçlamalarına ABD ve İsrail güdümünde bir darbe girişimi olarak bakıyor. Bu uluslarası operasyona karşı 30 Mart yerel seçimleri yeni bir İstiklâl savaşı olarak “milli” bir dava haline geliyor.
Sonuç olarak, Freedom House raporunu Türkiye üzerinde dış mihrakların oynadığı kirli bir algı operasyonu olarak göstermek yeni bir strateji değil. Bütün yapılması gereken bildiğimiz reçeteyi uygulamak: eleştirileri kategorik olarak reddetmek, anti-semitik komplo aramak ve mağduriyet söylemine sarılmak. İktidar ve iktidara yakın basın bunu başarıyla yapıyor. Türkiye’nin bu şartlar altında normalleşmesi, eleştiriye tolerans göstermesi ve objektif analiz yapan bir basına kavuşması maalesef imkânsız gözüküyor.