Her trans haberinde trans kadınlar bir eksildi

Trans bireylere yönelik ayrımcılık ve şiddette medyanın doğrudan sorumluluğu var

P24

13.10.2014

 
Yıllardır medyanın sırtında bir kambur gibi yük misali sakıncalı konudur LGBTİ haberleri. Zaten haber merkezlerinde toplumsal cinsiyet diline hâkim çok az gazeteci vardır. LGBTİ haberleri yapmak çok hassasiyet gerektirir. Kullanılan cümleler özenle seçilmelidir. Bugüne kadar medyada çıkan LGBTİ haberlerinde genellikle trans kadınlar üzerinden bir nefret söylemi almış başını yürümüş. Kullanılan ifadelerde trans kadınlar "travesti terörü" "travestiler dehşet saçtı" "travestiler polisle çatışmaya girdi" gibi başlıklarla kötü ve ahlaksız gösterilmiştir. Son yıllarda LGBTİ, kadın ve toplumsal cinsiyet haberlerine duyarlı kadın gazetecilerin pozitif yönde haberleri biraz da olsa bu negatif algıyı yıkmakta etkili oldu. 
 
Medya ne zaman trans kadınları haber yapsa hemen ertesi zamanlarda bir trans cinayeti yaşandı. Belki yapılan haberlerle hedef gösterildi trans kadınlar, belki de kullanılan nefret söylemi zemin hazırladı nefret suçlarına. 

İkiyüzlü ahlak anlayışı
 
Toplumun benim hiçbir zaman anlayamayacağım "geleneksel aile yapısı ve ahlak" safsatası nedeniyle trans kadınlar yıllardır gecelere hapsedilip ve zorunlu seks işçiliğine itildi. Yani bir trans kadın için, bu toplumun yazılı olmayan kuralları nedeniyle toplumla birarada yaşamak imkansızdı. 

Toplumun iki yüzlü ahlak anlayışına aldırmayan trans kadınlar yaşamlarını idame ettirebilmek için kimi zaman sokaklarda, kimi zaman gece klüblerinde, kimi zaman da genelevlerde seks işçiliği yaparak yaşamlarını sürdürdü. Kendilerini dışlayan bu toplumun ahlaklı ve namuslu bireyleri geceleri trans kadınlara gidip yüksek ücretler ödeyerek cinsel açlıklarını onlarla gidermekte tereddüt bile etmediler. Yani trans kadınlar gecelerde kalmalı, gündüzleri gizlenmeliydi. Oyunun kuralı buydu. 

Zamanla LGBTİ bireyler örgütlü mücadele etmeye başladı. Ardından dernekler kuruldu, anayasal ve en temel yaşam haklarını aramaya başladı. O güne kadar özellikle trans kadınları yaptıkları haberlerde tehlikeli birer unsur olarak gösteren medya artık yavaş yavaş madalyonun diğer tarafından da bakmayı öğrenmişti. Caddede transların geceyarısı polisle yada vatandaşlarla çatışmaya neden girdiğinin sebepleri araştırılmaya başlandı. 
 
 
Nefret söyleminden nefret suçuna
 
Medyada bugüne kadar yapılan haberlerde nefret söylemi maalesef nefret suçlarına zemin hazırladı. Bu sadece LGBTİ ve trans haberlerinde ortaya çıkmadı. Kadın cinayetleri haberlerinde de karşımıza çıktı. Medyanın dili erkek olduğu için kullanılan ifadeler otomatik olarak erkeği koruma altına alıyordu. "Cinnet geçiren koca eşini dövdü", "eve geç gelen kadını kocası yaraladı", "kaynanasıyla tartışan kadını kocası öldürdü" gibi absürt şekilde kullanılan ifadelerle fiilen gerçekleştirilen suç ve suçlular koruma altına alınır hale geldi. Yani ataerkil toplumun, erkek devletin ve erk sistemin medyası da eril dille haberlerini yazar hale geldi. 
 
Bu toplum için erkek olmak çok önemli, hatta gurur duyulacak bir durumdur. Babalar her zaman küçük erkek çocukların pipilerini göstertmiştir amcalara abilere. Sünnet törenleri bir şölene dönüşmüştür. Kız çocukları için aynı şey geçerli değildir. Kız çocuk sahibi olmak bile kimi zaman utanç verici olmuştur. Atasözlerine bile yansımıştır bu durum. "Erkek adamın erkek çocuğu olur." 
 
İşte bu anlamsız ego savaşlarının ortasında en büyük devrimi trans kadınlar yapmış "erkek" kimliğini reddetmiştir. Cinsiyet kimliklerini bir tarafa koymuş cinsel yönelimlerini özgürce yaşamak için büyük bir savaşın içine girmiştir. 
 
Bugün hâlâ medyada yer alan transfobi ve toplumun anlamsız nefreti nedeniyle sokakta 13-14 yaşındaki çocukların bile şiddetine maruz kalıyor trans kadınlar.
 

Cinayeti azmettiren bir kanal

Şimdi şimdi değişen ve gelişen medyanın erk dili nedeniyle çok sayıda trans cinayetleri işlenmiştir. Medya ne zaman bir trans haberi yapsa trans kadınlar bir eksildi. Örneğin ilk aklıma gelen Avcılar'da faşizan, ırkçı, dinci ve cinsiyetçi bir kısım halk "fuhuşa karşıyız travestileri istemiyoruz" eylemleri ile o bölgede yaşayan trans kadınları yaşadıkları evlerinden etmiştir. 

Bu eylemleri Kanal Türk Televizyonu, yanlı ve cinsiyetçi bir dille servis etmiş ve trans kadınları hedef göstermiştir.Dönemin Avcılar Kaymakamı da bu eylemleri ciddiye almış ve hukuken bir dayanağı olmaksızın trans kadınların evlerinin 3 ay mühürletilmesi emrini vermiştir. Kanal Türk televizyonu günlerce bu konuda yayınlar yapmış nefret söylemleri ile nefret suçlarına zemin hazırlamıştır. 
 
Evsiz kalan trans kadınlar ya başka şehirlere göç etmiş ya da başka trans kadınların yanına sığınmıştır. Ama içlerinden Seda adlı 25  yaşındaki trans kadın o kadar da şanslı değildi. Bu olaylar sonucunda maddi durumu çok da iyi olmayan Seda, mecburiyetten sokaklarda yaşamaya başlamıştı. Olayların hemen ardından Avcılar'da bir camii avlusunda cansız bedeni bulundu. Öldürülmesinden önce tecavüz edilmişti Seda'ya, çeşitli işkenceler edilmiş ve üzerine işenmiş, sonra da camii avlusuna atılmıştı. Bu cinayeti işleyen kişiler polisin yoğun çalışmasına rağmen bulunamamıştı. Polisin yaptığı kriminal inceleme sonucunda tecavüz edenlerin beş kişi olduğu resmî olarak açıklanmıştı. Bu cinayetin azmettiricileri arasında Kanal Türk de vardı. 
 
Bu ve benzeri olaylarda medyanın dili ve yaptığı haberlerde suça teşviği çok net görebilirsiniz. Çünkü nefret cinayetleri davalarında zanlıların yaptıkları savunmalarda kimi zaman medyada çıkan haberlerden etkilendiklerini beyan etmişlerdir. 

Yazılarıyla hedef gösterdiler
 
Eşcinsel erkekler, zorunlu askerlik görevlerini yerine getirmek istememeleri nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri'ne eşcinsel olduklarını hem yazılı yani doktor raporuyla hem de görsel olarak cinsel ilişki anından çekilmiş bir fotoğraf ya da video görüntü ile ispat etmek zorundalar. Bu konuyu ele alan ve bütün detaylarıyla anlatan ve eleştiren bir de film yapılmıştı. "Zenne" filminde askere gitmemek için verilen mücadele, bir erkek eşcinsel bireyin yaşamından kesitlerle aktarılmaya çalışıldı. 
 
Medya hemen devreye girdi bu noktada. Çünkü asker konusu bir tabuydu ve asla eleştirilemezdi. Askere ve devlete yakın kuruluşlar film üzerinden eşcinselliği ve transseksüeliteyi  ağır dille eleştirdi ve LGBTİ bireyleri hedef gösterdi. Hatta gazeteci yazar Şebnem Bursalı bu konuda bir makale yazdı ve filmde anlatılanların külliyen yalan olduğu ifadesini kullandı. Bursalı, makalesinde TSK’de görev yapan bir doktor arkadaşı olduğunu ve bu durumun asla gerçek olmadığını, asker üzerinden sistemin karalanmaya çalışıldığını savundu.
 
Hemen akabinde geçtiğimiz yıllarda yaşamını yitiren eski ve deneyimli bir gazeteci olan Hilmi Çınar da İzmir'de her yıl düzenlenen Uluslararası İzmir Fuarı'nın açılışı öncesinde bir makale yazarak sokaklarda zorunlu seks işçiliği yapan kadınları hedef göstermiş ve nefret suçu işlenmesine zemin hazırlamıştır. Çınar, makalesinde seks işçisi kadınların şehrin kültürel yapısına zarar verdiğine ve onların varlığının çevre kirliliğinden başka bir şey olmadığına işaret etmiştir. 
 
Bu yazıları emir telakki eden kıymetli devlet yetkilileri hemen harekete geçerek İzmir'de yaşayan trans kadınların evlerine baskınlar düzenlemiş ve kadınların çalışmasına engel olmuştur. Çünkü İzmir ekonomisine katkılar sağlayan Fuar vardı ve “dünyaya rezil olunuyordu” trans kadınlar nedeniyle. 
 
Bu makalelerin ardından İzmir ve Kuşadası'nda trans kadınlar hunharca katledildi. Ne köşelerinde trans kadınları hedef gösterenler ne de görevlerini layıkıyla yerine getirdiklerini zanneden devlet yetkilileri ortaya çıkıp söz söylemediler. Cinayetlerin azmettiricileri sanki yaramazlık yapmış küçük çocuklar gibi saklanmışlardır. Ama bizler unutmadık ve dün gibi hatırlıyoruz. O gazeteciler trans kadınları hedef gösterdi ve cinayetlere zemin hazırladı. 
 
LGBTİ dernekleri bu konuda çalışmalarını hızlandırdı ve ardından sorumlular hakkında suç duyurularında bulundu. Özellikle Ankara Pembe Hayat LGBTİ Derneği'nin bu yöndeki çalışmaları dikkat çekiciydi. 

Trans kadınlar medyanın erkek dili olsun ya da  toplumun ahlakı nedeniyle olsun sürekli öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor. Kanal Türk yayınlarında özellikle trans kadınları hedef göstermekten kaçınmadı. Her yıl düzenlenen onur haftası etkinliklerinden görüntüleri kullanarak dış mihrakların Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve İslam dinini yıkmak ve parçalamak için oynanan oyunun bir parçası olduğunu, eşcinsellerin ve transseksüellerin bu devleti yıkmak isteyen birer terörist olduğunu vurguladı. 
 
 
“Travesti” söylemi ve suçun meşrulaştırılması
 
Bugüne kadar nefrete kaç trans kadın kurban edildi saymak neredeyse imkansız. İşlenen cinayet haberlerinde kullanılan dil ise içler acısı. Doğan Haber Ajansı Kuşadası muhabiri 35 yerinden gündüz vakti bıçaklanarak öldürülen Dora Özer'in cinayet haberini servis ederken "Dora takma adıyla travesti Muhammet Özer öldürüldü" gibi abuk sabuk ifadeler kullandı. Haber ajansı olduğu için bu haber bütün medyada yer aldı. Toplumsal cinsiyet dilini bilmeyen gazeteciler de bu yanlışın yayılmasına aracı oldu. Dora Özer, bir gazetecinin hatası nedeniyle bir kez daha öldürülmüştü. Yapılan haberi yorumlarsak, topluma gizliden mesaj da veriliyordu. "Bakın erkek kimliğini reddederseniz ve travesti olursanız işte böyle cezalandırılırsınız ona göre" şeklinde hesap soran bir uslupla had bildiren bir dil ortaya çıkmıştır.  

Trans cinayetleri işlenmeye, medya erkek dilini değiştirmemeye devam ededursun trans kadınlar erkek iş dünyasında artık başarılı çalışmalarıyla yer almaya başladı. Tekstilden sanata, medyadan sağlığa hayatın pek çok alanında eğitimli ve donanımlı trans kadınlar transfobik algının ve ahlakın üzerine korkusuzca gitmeye başladı. Gişe rekorları kıran filmlerde ve en çok izlenen dizilerde rol alan oyuncu trans kadınlar, hastanelerde doktorluk ve hemşirelik yapan trans kadınlar, İstanbul'un en lüks mekanlarında sahneye çıkan performans ve sunuculuk yapan trans kadınlar görmek artık mümkün. Ha bu arada bendeniz de erkek medyada gazetecilik yaparak naçizane katkı sunmaya gayret ediyorum bu mücadeleye. 

İş dünyasında trans olmak
 
İş dünyasında bir trans kadın olarak ayakta durmaya çalışmak çok zor. İki yüzlü toplum orada da peşimizi bırakmıyor. Ne mümkün anlamak ki, güya ahlaksız oldukları için sokakta zorunlu seks işçiliği yapan trans kadınları ötekileştiren bu toplum, kurallarını kendilerinin belirledikleri iş dünyasında tam da onların istedikleri gibi "ahlaklı" ve "normal" işlerde çalışan trans kadınları da ötekileştiriyor. Yani ne sokakta ne de iş dünyasında trans kadınların yeri yok. Pabucumun kenarı iki yüzlü ahlaksız topluma bak sen ayol!
 
Bunların hiçbiri yıkmıyor ama bizleri; "bu daha başlangıç mücadeleye devam", yıkamaz bizi bu anlamsız oyunlar. Anayasaya cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve eşit yaşam haklarımızı dahil edinceye kadar durmak yok yola devam. Gezi olaylarında en önde sisteme ve polis terörüne karşı direnen LGBTİ bireyler de bu ülkenin ve bu toplumun birer öznesidir. Sağ ve sol siyasi partilerin homofobik ve transfobik olma noktasında birleştiği bir ortamda LGBTİ’ler kendi politikalarını üretmeye başladı. Aktif siyaset hayatının içinde yer alan eşcinsel ve trans bireyler en temel yaşam hakları için mücadele ediyor. En basitinden barınma ve çalışma hakları ne yazık ki sistem tarafından kendilerine verilmiyor.

 
“Translara ev vermiyoruz”
 
Kendimden örnek verecek olursam ben yaklaşık üç yıldır kiralık ev bulamıyorum. Çünkü translara ev vermiyoruz diyor emlakçılar ve ev sahipleri. Çalışma imkanı da daha ziyade seks işçiliği ile sınırlı. İki yıl emek verdiğim gazetecilik yaptığım medya kuruluşunda düşük ücret ve sigortasız çalıştırılmama rağmen dört dakika içinde özlük haklarım verilmeden "iş ahlakına" uymadığım gerekçesiyle işten kovuldum. Bu süreçte çok zor günler yaşadım. Dünya medyasında başarılarım haber yapılırken ahlaklıydım da, ne olmuştu da iş ahlakına uygun olmadığıma karar verilmişti. Bu durumu sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım. 
 
Bu yazıyı yazdığım sırada aldığım cinayet haberiyle sarsıldım. Zorunlu seks işçiliği yapan bir trans kadın evinde ölü bulunmuştu. İstanbul'un Şişli ilçesinde bıçaklanarak öldürülen trans kadın "Çingene Gül" nefrete verilen son kurban olarak kayıtlara geçti. Polis, cinayeti aydınlatmak için çalışmalara başladı çünkü artık Avrupa Birliği'ne girmek için ilerleme raporunda belirtilen kriterlerden birisi de LGBTİ konusu. Devlet bu konuda artık eskisine göre daha hassas. 
 

Damla Araz neden kayboldu?
 
Geçtiğimiz günlerde T24'te yaptığım bir haberde de yansıttığım gibi, seks işçisi bir trans kadın yaklaşık bir aydır kayıp. Üç trans kadın ve üç erkek tarafından darp edilen ve işkenceye maruz kalan Damla Araz, bu olayın ardından üç hafta sonra her gün gittiği kuaförden çıkıyor ve bir daha kendisinden haber alınamıyor. Bu önemli haberi medya ya gözden kaçırıyor ya da önemsemiyor. Söz konusu olan bir trans kadın çünkü. Peki Damla Araz neden kayboldu? İddialara göre, kendisini darp edenlerden şikayetçi olmaması için uyarılmak mı istendi yoksa İslami cemaatler tarafından mı kaçırıldı? Bu sorular yanıtsız kalıyor şimdilik, çünkü henüz Damla Araz’ın kaybolmasına ilişkin olarak resmî bir soruşturma açılamadı. Çünkü Araz'ın birinci dereceden bir yakınının bunu talep etmesi bekleniyor. Anayasada böyle bir yasa olmamasına rağmen polis ve savcının keyfi uygulaması burada yine karşımıza çıkıyor. 
 

Takvim’im “Trans-İt” manşeti
 
Her şeye rağmen güzel işler de oluyor. Trans kadınlar “pembe” haberlerle de medyada yer alıyor. İlk defa düzenlenen trans güzellik yarışması ve trans defilesi ile trans kadınların boy boy haberleri süslüyor gazetelerin renkli sayfalarını. Ancak erkek medya burada da devreye giriyor. Takvim gazetesi T24’ün haberini emek hırsızlığı yaparak çalıyor ve değiştirerek transfobik ifadelerle trans kadınları hedef gösteriyor. "Trans-İt" manşetiyle nefret suçlarına layıkıyla zemin hazırlıyor. Şişli Belediyesi'nde Başkan Danışmanı olarak görev yapan Boysan Yakarı da hiç utanmadan açık olarak hedef gösteriyor. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi'nin de bu durumdan hoşnut olmadığını iddia ediyor. CHP kanadından henüz bu konuya dair resmî bir açıklama yapılmazken iddialar can sıkıyor. 
 
Erkek sistem ve medya işbirliğiyle bugüne kadar ötekileştirilen eşcinseller ve trans bireyler yaşam hakları için her gün mücadele etmeye devam ediyor her şeye rağmen. Sokakta, okulda, işte, metroda, otobüste, çarşılarda, gecelerde, klüplerde yaşadıkları ötekileştirmelere maruz kaldıkları şiddete rağmen yılmadan yorulmadan yola devam ediyor. 

Bu yazımı nefret cinayetlerine kurban giden bütün trans kadınlara ithaf ediyorum.