“Kocaman bir yolcu gemisini içindeki yolcuları korkutmadan rotasını çevirmek tek amacımızdı” diyordu eski İrlanda devlet bakanı. Kadın müzakereci 1998’de Hayırlı Cuma Anlaşmasıyla son bulan partiler arası görüşmelerde İrlanda hükümetinin temsilcisi olarak görev almıştı. Tane tane, araya espriler sıkıştırarak bize müzakere sürecinde yaşadıkları zorlukları anlatıyordu.
Haklı olarak şimdi nereden çıktı İrlanda politikası diyen okurlar için olayları başa sarmakta yarar var. Geçen hafta farklı dünya görüşlerinden oluşan küçük bir grup gazeteci, milletvekili adayı, akademisyen ve sivil toplum çalışanı Demokratik Gelişim Enstitüsünün (DPI) davetlisi olarak Dublin’deydik. Karşılaştırmalı barış süreçlerini çalışmak, farklı deneyimlerden dersler çıkarmak ve bunu bire bir görüşmelerle elde etmenin doğrusu sayısız yararı var. Malum dünyada çatışmadan bol bir şey yok. İspanya, Sri Lanka, Endonezya, Filipinler ve Güney Afrika’da yaşananlar da barış arayışında benzer stratejileri içeriyor.
Tarih bize çatışma dönemlerinde kadınların sağduyusunun, sağlam duruşunun toplumun duygusal travmalarla baş etmede vazgeçilmez olduğunu gösterdi. İrlanda’da süreçte etkin olan Kadınlar Koalisyonu da bunun bir kanıtı. Belki bu yüzden DPI bu kez sadece kadınlardan oluşan bir grubu davet etmiş. Bence çok da iyi etmiş.
Dublin’de kaldığımız dört gün içinde programımız son derece yoğundu. 25 yıllık çatışmanın ardından bombalamalar, dökülen kanlar, küçücük bir coğrafyadaki 3700 ölüden sonra “teröristlerle” nasıl masaya oturulmuştu, suçlular nasıl salıverilmiş, Kuzey İrlanda’da her evden mutlaka bir tabut çıktıktan sonra nasıl silah bırakılmıştı, bu toplumsal travma ile nasıl baş edilmişti, barış görüşmeleri sırasında temel olarak ne doğru ne yanlış yapılmıştı, kadınların barışın gelmesindeki rolü ne olmuştu vs. Bütün bunlar dönemin en üst düzeydeki politikacıları, müzakerecileri (ki buna 1997-2008 arasında İrlanda Başbakanı olan Bertie Ahern de dahil), sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları ve Kuzey İrlanda’daki bir papazdan bu sancılı dönemin ilk elden tanıklıklarını dinledik. Sorular sorduk, tartıştık, bambaşka bir coğrafyada, farklı bir kültür ve geçmişte ülkemizdeki sorunların izdüşümlerini aradık. Kimi zaman benzerlikler bulduk, kimi zaman bu konuşulanların bizim sorunlarımızın kıyısından bile geçmediğini düşündük. Gerçekten ufuk açıcı, müthiş bir entelektüel deneyim oldu bu yolculuk hepimiz için.
Bu yoğun görüşmelerin ayrıntılı notlarını Nurcan Baysal’ın T24 için kaleme alacağı yazı dizisine bırakıyorum. Atlayacağım onca izlenim için bu yüzden içim rahat. Ancak çatışma süreçlerinde medyanın rolü konusuna değinmeden geçemeyeceğim. Dublin’deki görüşmelerimiz sırasında her defasında süreçteki aktörlerin medyayı nasıl kullandıklarını sordum. Ver her seferinde sanki açık kalmış bir sinir ucuna dokunmuşçasına bir tepki aldım. Temel sorun medyayı bu sürecin nasıl dışında tutacaklarıydı çünkü.
Kapalı kapılar ardında süren barış görüşmelerinden en ufak bir bilginin medyaya sızması felaket demekti. Öylesinde tartışmalı, hatta tabu sayılan konular masadaydı ki, birbirinden yıllarca nefret etmiş gruplar adeta bir mayın tarlasında yürüyerek müzakereleri yürütüyorlardı. Bir anlaşmaya varana kadar hiçbir şey medyada tartışılmamalı, ve görünür olmamalıydı. Medya doğası gereği çatışmadan besleniyor, çığırtkan savaş dilini kullanıyor ve karşı tarafı kışkırtma yoluyla tiraj ve reytinglerini yükseltme hesapları yapıyordu. Medyaya haberlerin sızması pek çok insan için hayati tehlike içeriyordu. Sonuç olarak medyaya olan müthiş antipati ve güvensizlik nedensiz değildi.
Bir müzakerecinin gülümseyerek şöyle dediğini hatırlıyorum: “
Hepimiz kameraların karşısında muğlak ancak olumlu sözler söylemekte ustalaşmıştık. Diplomatik dil yuvarlak laflarla aslında olabilecek en az bilgiyi vermekti. Biz de her seferinde bunu yapıyorduk. Başka bir seçeneğimiz yoktu.”
Tabii o dönemde sosyal medya olsaydı müzakereler nasıl gelişirdi diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Artık kapalı kapılar ardındaki pek çok şey öyle sır olarak falan kalamıyor ne de olsa. Geleneksel medyanın da barış dilini kurması, kamuoyunu yönlendiren gazetecilerin de barışa odaklı habercilik yapması son derece zor ve uzun bir süreç. Barışın geleceğine inanmak ve bunu ulusal bir dava olarak görmek şart.
Dublin’in o huzurlu ve yemyeşil sokaklarını terk ederken aklımızdaki konular yavaş yavaş yön değiştirmişti bile. Uçağın altında uzanan karlarla örtülü kentin gündemi hoyrattı, iç kanatıcıydı; kadın cinayetleri, tecavüzler, Özgecan’ın ve Nuh Köklü’nün insanı isyan ettiren ölümleri.. Evet, memlekete dönmüştük.
Etiketler:
aslı tunç
, çatışma
, barış
, irlanda
, dublin
,
,ölüm
, müzakere
, özgecan
, diplomasi
, nuh köklü