Nene Hatun 2.0 birden çöktü

Eski AA muhabiri Saliha Sultan, bize hakikati neden söyledi? Kimbilir belki bir noktada sahiden rahatsız oldu

ÜMİT KIVANÇ

30.04.2018

“Kamyonla meydana direnişçi taşıyan çarşaflı bacımız” hadisesinin pek basit bir halkla ilişkiler faaliyeti olduğunun ortaya çıkması pek basit bir hadise değil. Bunda şaşılacak ne var, yalan, din istismarına dayalı dikta rejiminin aslî parçası değil mi? Öyle. Yine de ahlâksızlığın bir dozdan fazlasını kabullenmekte, doğal saymakta zorlanabiliyoruz. Allahtan hâlâ zorlanabiliyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre “kamyonetle köprünün üzerinden Anadolu yakasına geçen”, Yeni Şafak’ın ifadesiyle, Erdoğan’ın “meydanlara gelin” sözü üzerine “Çeliktepe Levent’ten Boğaz Köprüsü’ne koşan”, kendi ifadesine göre köprüye giden ama karşıya geçmeyen, Haber 7’ye göre Boğaziçi değil Fatih Köprüsü’ne veya ikisine birden giden  “kamyon sürücüsü çarşaflı kahraman” hikâyesi, Türk-İslâmcı âleminde insanın ne dümen çevirerek nasıl yükselebildiğinin, bu arada nasıl çıkar temin ettiğinin ve yükselince artık sıradan “ötekilerle” eşit olmama “bilincini” nasıl derhal edinebildiğinin ve nasıl hükmetmeye hazırlandığının tam teşkilatlı öyküsü. Ricam, Sözcü gazetesinde Deniz Ayas’ın yaptığı haberi okumanız. Çünkü bu haberde olayın çeşitli unsurları pek güzel derlenip toparlanmış. (Farkındayım, Sözcü’ye atıf yapmam hayatın kötü şakası olmalı, lâkin Ayas’ın haberi gerçekten, lüzumsuz yargı ve hamaset faslından uzak, ele aldığı olayın gerekli bütün ayrıntılarını doğru dürüst toparlayan bir metin.)

Ayrıntıları sözkonusu haberden edineceğinizi varsayıyorum. Yine de aslî bir-iki unsuru hatırlatayım:

15 Temmuz’da mahallenin erkeklerini kamyon kasasına bindirip “alana”, direnişe götürdüğü ileri sürülen, bu nedenle Erdoğan tarafından “Nene Hatun’larla aynı istikamette gittiği” ilan edilen Şerife Boz, milletvekili adayı olmak için AKP’ye başvurdu. Bu başvuruyla birlikte, kendisinin kahraman olarak tanınmasından bugüne kadar geçen süre içerisindeki çeşitli marifetleri ortaya çıktı. Zira 15 Temmuz’da hayatını kaybeden iki insanın yakınları, Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz ile Cuma Dağ’ın oğlu Ahmet Yavuz Dağ, Şerife Boz’un kahramanlık hikâyesinin bütünüyle uydurma olduğunu ileri sürdüler ve bunun yanına başka iddialar kattılar.

Bunlara göre, Şerife Hanım’ın evi Taksim’e “metroyla on dakika” uzaklıktaydı (Çeliktepe’deyse Levent durağından Taksim 14 dk), Şerife Boz taşıt aracı kullanmayı bilmiyordu, alana gelindikten sonra sürücü koltuğuna oturup poz vermişti. Kahramanlık hikâyesi yayıldıktan sonra ise Şerife Hanım bu makamın hakkını vermiş, para yardımları almış, “15 Temmuz Müzesi”ne konmak üzere kamyonunu “kamyon yükü paraya” İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne satmış, konferanslara çağırılmış ve buralarda kaprisler yapmış, “15 Temmuz simsarı” haline gelmiş, “sahtekâr” olmuştu.

“Kahraman” olduktan sonra Şerife Hanım’ın yapıp ettiklerini bir yana bırakıyorum. Yalnız bizzat kendisinin “şehit aileleri sembol olmamı kıskanıyorlar” sözünü aktarayım. Şehit aileleri kendisine daha önce çeşitli tepkiler göstermişler! Acaba neden? Bunun tek sebebi var, bizim bilmediğimiz, ama öyle görünüyor ki, çok, pek çok kişinin bildiği: Onlar Şerife Boz’un bir “15 Temmuz kahramanı” olmadığını biliyorlardı! Bize neden söylemediler acaba? “Harp hiledir”, ondan mı?

Biz kahramanlık öyküsünün yaratılışıyla ilgilenelim.
 
Efsanenin doğuşu
 
Öncelikle, hepimizin atladığı, bir şekilde gürültüye getirilen, oysa ortadaki hikâyeyi bütünüyle değiştiren şu ayrıntı: Olayımız 16 Temmuz gecesi geçmektedir! Yani darbe girişiminden bir gece sonra! Buraya beş ünlem daha koysak yeridir… Yani: 15 Temmuz gecesi, darbe girişimini haber alır almaz, mahallenin erkeklerini kamyonunun kasasına doldurup direniş alanına koşan bir “Nene Hatun 2.0”… zaten hiç varolmamış, yok! Şerife Hanım ile kamyonu ikinci gece ortaya çıkmış.

Peki nasıl çıkmış?

Şüphesiz, Şerife Boz kendisinin kullanmadığı kamyonla Taksim Meydanı’na gelirken, “şuraya varalım da sürücü koltuğuna oturup poz vereyim” diye düşünmedi. Yoksa düşündü mü? Diyelim düşündü. Ve meydana gelince etraftaki fotoğrafçıları, muhabirleri çağırdı, “Gelin bakın, ben kamyona atladım, bu erkekleri buraya savaşmaya getirdim,” dedi. Ee? Ortada bir çatışma yok ki artık. Muhtemelen kimse ilgilenmezdi.

Fakaaat!.. Kamyon kasasındaki adamları ve Şerife Hanım’ı görünce birilerinin aklına bundan bir efsane yaratma fikri geldi! Ya da onları görmeden önce senaryo zaten yazılmıştı, onlar uygun roller için bulundular. Somut dayanaksız olarak, şahsen, Şerife Hanım ve kamyonunu gören birilerinin bunu akıl ettiğini sanıyorum.

Bu noktada, “Çarşaflı ablam Taksim’e bi kamyon adam getirmiş :)” tweet’iyle efsane üretimini başlatan, o esnada Anadolu Ajansı’nda görevli muhabir Saliha Sultan’a dönmeliyiz. Zira kendisi -nihayet! ama nihayet!- bize hakikatin bir parçasını sundu. “Harp hiledir” kültürü ve ahlâksızlığı bundan yara alır mı, bilmiyorum, ama olayın İslâmcılığın ahlâkî çöküşü öyküsünde tıpkı Şerife Hanım gibi “sembol” olarak başköşede yeralacağı kesin.

Eski AA muhabiri Saliha Sultan, bize hakikati neden söyledi? Kimbilir, bu kesimin vazifelileri için muhtemel değil, ama belki bir noktada sahiden rahatsız oldu: “…huzursuzluktan sabaha kadar gözüme uyku girmedi açık söyleyeyim,” diyor. “Suçlamaları okudum vs. Fakat detaylara baktığımda Şerife Boz’un röp’lerinde [gazeteci jargonunda röportaj], konuşmalarında ilk gece köprüde olduğunu belirttiğini görünce ben de utandım.” Bravo. Özellikle şu sonuncusu iktidar propaganda aygıtının civarından geçmiş kimsenin artık beceremediği bir iş. Fakat Saliha Hanım acaba niye iki sene sonra utanmış? Öyle görünüyor ki, çoktan unutulmuş bu insanî tepkiyi gösterebilmesinin sebebi, Şerife Hanım ile ilgili hakikatin ortaya çıkmasının kaçınılmaz hale geldiğini idrak etmiş olması. Üstelik bu ifşa faaliyeti “şehit yakınları”nca yürütüldüğü için muhtemelen kimse buna engel olamayacak. (Tabiî lider çıkıp onları da anında haşlayıp harcayabilir, bu ihtimali saklı tutuyoruz.)

Saliha Hanım’ın sahiden utandığına ve pişman olduğuna inanmamız için sebep az. Çünkü muazzam bir rezilliğe karışmış, katılmış olmaktan duyduğunu ileri sürdüğü hicap bile gündelik güç politikasının sınırlarına çarpıyor. Saliha Hanım, müsebbiplerinden olduğu rezaleti ortaya döktükten sonra diyor ki:

“Sonrasında basının, sosyal medya kullanıcılarının vs.lerin el birliğiyle bu olayı başka başka boyutlara taşıdığı ortada. Büyük olayların ardından sorgulamalar vs olur elbette. Doğal süreçler. Ama ilk gece köprüde olduğunu açıkça beyan eden birine de zalimlik etmeyelim derim. 15 Temmuz dünya ve ülkemiz için tarihi bir dönüm noktasıdır. Omuz omuza sokağında, köprüde, meydanlarda hatta sosyal medyada dahi mücadele eden binlerce kahramanı vardır. Devlet kime maaş vermiş-vermemiş, hatalar olmuş mu, yanlış anlaşılmalar yaşanmış mı bunlar teknik konular. ‘Kahramanlık pazarı’ vs gibi ifadeler çok sakil. Allah o gün sokakta can veren, kurşun yiyen, evinde vatanı, milleti için korku yaşayan, alnını secdeye koyup sabaha kadar dua eden bütün kahramanlardan razı olsun.  Gerisi dert değil.”

Anladığımız şu: “sosyal medya kullanıcıları, vs’ler” eğer konuyu “başka başka boyutlara taşımış” olmasalar, Saliha Hanım’ın iki sene sonra tutup hakikat diye bir şeyin varlığını yeniden fark etmesine gerek kalmayacaktı. Sorgulamalar “vs” olması “doğal süreçler”miş; yalancıya düzenbaza, eğer “ilk gece köprüde” ise “zalimlik” etmemeliymişiz; devlet eğer haksız yere, iktidarın yandaşa çıkar sağlama operasyonu çerçevesinde birilerine 15 Temmuz’u bahane ederek maaşlar bağlamışsa, üzerinde durmamalıymışız, “hatalar” ve “yanlış anlaşılmalar” olduysa da bir kenara bırakmalıymışız, bunlar zaten “teknik konular”mış, “evinde vatanı, milleti için korku yaşayan, alnını secdeye koyup dua eden” de, hattâ “sosyal medyada dahi mücadele eden” de “kahraman”mış, Allah kahramanlardan razı olsun, “gerisi dert değil”miş.

Görülüyor ki, topyekûn bir “dava”dan sözediliyor ve Saliha Hanım’ın herhangi bir pişmanlığı, rahatsızlığı yok aslında. Veya var, ama gerçeği dile getirince başına geleceklerden korktuğu için aslında hakikat ifşasını geçersiz-değersiz kılan bu hamasî edebiyata sığınıyor. Bilemiyorum. Kendisine, Allah ıslah etsin, deyip anlattıklarını ele alayım.
 
Saliha Hanım’ın hikâyesi
 
Saliha Hanım’ın bize bütününü anlatmaya borçlu olduğu efsane yaratma hikâyesi, kendisinin çektiği fotoğrafı paylaşmasıyla başlıyor, bildiğimiz gibi. Ve şimdi bize bunu anlatırken, aslında en kritik ayrıntıyı, bekleneceği üzre, atlıyor: “İlk geceyi atlattıktan sonra ertesi gece, yani 16 Temmuz gecesi yanımda birkaç kişiyle hâlâ devam eden direnişi takip etmek üzere Taksim Meydanı’na da gittik. Meydanda kasası gençlerle dolu kamyonu ve önde oturan iki kadını gördüm ve cep telefonumla çekip buradan paylaştım.”

Demek iki kadın önde oturuyormuş. Niye? Başkasının kulandığı kamyonla meydana geldiler, niye önde oturuyorlar? Niye gençler hâlâ kamyonun kasasında? Yeni mi gelmişler, henüz inmemişler mi? Fotoğraf için bindirilmiş olmasınlar? Kadınlardan birinin niye orada olduğunu bilmiyoruz, ama ötekinin, Şerife Hanım’ın kamyonu kullanmadığını biliyoruz. Dolayısıyla, kamyon henüz geldiyse ancak şöförün yanında olabilirler. Şöför nerede? O indiyse ötekiler niye hâlâ kamyonda?

Mantıklı düşünelim: Bu mizansen birilerinin aklına geldi. Belki Şerife Hanım ile başı açık -bu ayrıntı önemli- ahbabı -bunu da bilmiyoruz- dinlenmek için kamyonda, önde oturuyorlardı yanyana. (Kamyon zaten kendisininmiş -ki belediyeye sattı daha sonra.) Onları öyle görünce, kasaya da coşkulu gençleri dolduralım, böyle bir öykü yaratalım, dendi. Bilemiyoruz. Esas önemli olan, kimin dediği. Ve şimdi gerçeği kısmen itiraf eden muhabirin bu işteki rolü.
“Çarşaflı kadınla başı açık kadın elele, gençleri kasaya doldurup direnişe geldiler” hikâyesi elbette çarşaflı Şerife Hanım’ın tek başına boy göstereceği bir mizansenden daha etkili olacaktı, “darbe” ortamında. Saliha Sultan’a kulak verelim: “Benim için bu fotoğrafın öncelikli anlamı, yıllardır Türkiye’de siyasi ya da sosyolojik olarak arası açılmaya çalışılan ‘açık-kapalı’ kadınların oluşturulmaya çalışılan algının aksine hayatın içinde omuz omuza durduğunu göstermesidir.” Sultan’ın yine üzerinden atlayarak bizi yönlendirmeye çalıştığı şey, bu fotoğrafın “öncelikli anlamı”nın ne kendisi ne de başkası için bu olduğu. Zira burada başı açık ve kapalı kadınlar “hayatın içinde” değil kamyonun içindeler; kasası “direnişçi gençler”le doldurulmuş bir kamyonun içinde. Çatışmanın, darbenin bir gece ertesinde. Oysa fotoğrafları “kahraman çarşaflı kadın ve başı açık komşusu”nun direniş macerası olarak sunulmakta. Yazılan bir öykünün canlandırılmış mizanseni, gördüğümüz.

Saliha Hanım elbette bunu biliyor. Fotoğrafın 15 Temmuz gecesi kahramanlık öykülerinden en simgeseli olarak kullanılmaya başlandığı sırada, bakın kendisi ne yapmaktaymış: Fotoğrafı ilginç bir şey gören hepimizin, hepinizin yaptığı gibi buradan paylaştım ve akabinde iş yoğunluğum nedeniyle hesabıma girmedim. Birkaç gün sonra sayın Başbakanımızın konuşmasında bahsetmesi üzerine gördüm ki paylaştığım fotoğraf twitter tabiri ile epey ‘yürümüş’.”
Yani yaratılmakta olan propaganda malzemesinden kendisinin haberi olmamış! Bizzat fotoğrafı çeken kimse olarak, “akabinde iş yoğunluğu nedeniyle” sosyal medyaya bakmamış, filan… Yine “akabinde” ise şunlar olmuş: “…CNN, Haber Türk gibi mecralardan muhabirler fotoğraftaki kadınlara ulaşmak için beni aradılar. Anadolu Ajansı’nda çalıştığım için doğal olarak onlarla elimdeki plakanın göründüğü fotoları paylaşmadım. Kendi ajansıma verdim ve haberin yapılmasını sağladım.”

Evet, plakayı vermedi, başka yayın organlarının kadınlara ulaşmasına engel oldu, çünkü (1) evet, haberi başkasına kaptırmama konusundaki meşru gazetecilik kaygısı bunu izah edebilir, ama (2) kadınlara ulaşılırsa haberin o haber olmadığı da anlaşılacaktı. Saliha Hanım bu ikinci ihtimalin yolaçtığı şüpheden ne yazık ki kendini sıyıramaz. Çünkü hakikatin başkalarınca ortaya çıkarılmasına kadar, tam iki yıl boyunca, muhtemelen “harp hiledir” ideolojisi yüzünden, hazır “kamyoncu çarşaflı kadın kahraman” ajitasyonu “yürümüş”ken çıtını çıkarmadı. Bu olayda en büyük şaibe altında olan, bu propaganda mizansenini tasarlayanlarla birlikte, kendisidir. Çünkü kendisinin bizzat tasarlayan(lardan biri) olması ihtimali de var.

Saliha Sultan’ı dinlemeye devam edelim:

“Olaydan sonra zaman zaman internette Şerife Boz’la ilgili haberlere rastladım. Katıldığı etkinlikler olduğunu gördüm vs. Utanarak söylüyorum, iş yoğunluğu vs arasında Boz’un röplerini detaylı okumadım. Her zaman olaylara karşı çok dikkatli olduğumu savunan ben bu hatayı yaptım.”

İş yoğunluğu, hı hı, tabiî…
 
Hata değil, taammüden
 
Utanmanız doğru, ama “hata” demeniz doğru değil, Saliha Hanım. Çünkü yaratılan kahramanlık hikâyesinin yalan olduğunu, en azından kullanılmamış kamyonun çarşaflı kahramanca meydana getirilmesi hadisesinin bir gece sonrasına ait olduğunu fakat darbe girişimi gecesiymiş gibi sunulduğunu bal gibi biliyordunuz. Şu söylediğiniz lafa bakın: “Basının ‘15 Temmuz’a kamyonuyla direnen kadın’ minvalinde başlıklarla verdiği haberler beni de yanılttı.” Yoksa geceleri mi karıştırmış, “her zaman olaylara karşı çok dikkatli” olan muhabir?

Karıştırmamış: “Yine utanarak söylüyorum, ‘Ben bu fotoğrafı ikinci gece çektim, bu hanım niçin ilk gece gibi anlatıyor’ diye düşündüm. Ama bunu yakın birkaç dostum dışında kimseye söylemedim.”

Yani “yalana katıldım” diyor. Üretilmesindeki rolünü es geçiyor, tasarlanmasındaki rolünü ise, tekrar hatırlatayım, henüz bilmiyoruz.

Peki Saliha Hanım niye susmuş? Şundan: “15 Temmuz gibi halkımızın kahramanlık destanı yazdığı bir geceye ‘eğer biri suistimal ediyorsa’ gölge düşmesin, binlerce samimi insana laf gelmesin düşüncesi ile sustum.”

Aferin. Harp hiledir. 248 kişinin can verdiği bir hadiseden bahsediyoruz. Suistimali tırnak içinde yazınca hafiflemeyen çünkü çok ağır bir suistimal var ortada. Ama bunun yaratıcılarından biri, kahramanlık ve hamaset edebiyatının arasına sığınarak, “İnsan böyle bir varlık maalesef,” diyor, “duyduğu negatif düşünceler hemen zihnine yerleşiyor ve durup doğruyu görme gayretiyle meseleye bakmayı pek tercih etmiyor.”

Saliha Hanım’a yardımcı olmak maksadıyla belirteyim: O duyduklarınız, “negatif düşünceler” değil, iktidar hırsı ve herkese hükmetmek için her yaptığınızın mübah olduğuna dair çarpık anlayışı besleyen muktedir uydurmalarından oluşan karışım. Ve sizin gibi vazifeliler “durup doğruyu görme gayretiyle meseleye bakmayı pek tercih etmeyeli” çok uzun zaman geçti. Bunun nasıl yapıldığını bile artık unuttunuz.

İslâm dahil herhangi bir dinin kabul edeceği en basit tarifle büyük günahkârlarsınız. Umalım ki, Saliha Hanım’ın kendini temize çıkarma güdüsüyle eğip büktüğü, anlaşılabilir bir korkuyla hamaset “çarşaf”ına sardığı, bu yüzden kolaylıkla görmezden gelinebilecek minicik pişmanlığında sahicilik boyutu bulunsun. En azından utanma duygusunu hatırlamasını kazanım sayalım. Hayatını temizlemeye, “kamyonlu Nene Hatun” tezgâhının kimlerce akıl edildiğini ifşa ederek başlayabilir meselâ. Veya, baştan akıl edilmediyse, kendisinin gazlama bir sunuşla paylaştığı fotoğrafın üzerine kimlerin atlayıp bunu böyle bir propaganda malzemesi haline getirdiğini anlatarak.