Popülizmin “can alıcı” yönü

Adamowicz, 12 Ocak günü bir yardım konserinde sahnede bıçaklandı; beş saat süren bir ameliyat geçirdi ve ertesi gün de hayatını kaybetti

SEZİN ÖNEY

19.01.2019

 

Avrupa'yı siyasetçiler ve gazetecilerin canına kasteden bir coğrafya olarak bilmezdik. Ancak artık, durum böyle değil…

Polonya'nın Baltık kıyılarındaki kenti Gdánsk'ın Belediye Başkanı Pawel Adamowicz'in kurban gittiği cinayet, son yıllarda Avrupa'da gerçekleşen ve politikacılarla gazetecileri hedef alan şiddet olaylarının son halkası oldu.

Haziran 2016'da,  Britanya’da İşçi Partisi milletvekili Jo Cox'un; 2017'de Malta'da, gazeteci Daphne Caruana Galizia'nın ve 2018'de gazeteciler Ján Kuciak'ın Slovakya'da ve Viktoria Marinova'nın Bulgaristan'da öldürülmesi olayları, "sıradan" adlî vakalar, şiddet olayları değildi. Pawel Adamowicz'in öldürülmesi de öyle…

Peki; birbirinden ilintisiz, tamamen bağlantısız gözüken bu şiddet olayları zincirinin sebebi ne?

Bana kalırsa, bu şiddet sarmalı aslında son derece bağlantılı ve dahası, Türkiye'nin de içinde olduğu tüm Avrupa coğrafyasını ve ötesini etkisi altına alan bir hava akımı gibi bir dalganın sonucu…

Olayların en sonuncusunu ele alalım…

Adamowicz, 12 Ocak Pazar günü, bir yardım konserinde, sahnede bıçaklandı; beş saat süren bir ameliyat geçirdi ve ertesi gün de hayatını kaybetti.

Saldırgan, sadece ilk adı açıklanan, "Stefan" isimli; beş yıllık hapis cezasını yeni tamamlayıp serbest kalmış, geçmişi suçla dolu genç bir adam. Psikolojik sorunları olduğu öne sürülüyor.

53 yaşındaki Adamowicz, "insanlığın iyi yönünün" ortaya çıktığı, gelenekselleşmiş bir yardım kampanyası esnasında öldürüldü. 1993'ten bu yana gerçekleştirilen ve her yıl daha da büyüyen bir yardımseverlik kampanyası olan, hastanelere pahalı ekipmanlar alabilmek için ülke geneli ve ötesindeki Polonyalıları bir araya getiren "Büyük Bağış Orkestrası Konseri"nin galasında, kalbinden bıçaklandı.

Adamowicz'in ölmeden önceki sözleri de, "İyi olan her şeyi paylaşmak için muhteşem bir an" idi.

Saldırgan, Adamowicz'i bıçakladıktan sonra, kalabalığa Gdánsk'ın Belediye Başkanı'nın eski partisi, "Yurttaşlık Platformu" yüzünden tutuklandığını öne süren bir de konuşma yapmaya çalıştı.

Toksik siyasî ortam

Polonya, son yıllarda giderek de artan ölçüde "toksik" olarak tarif edilen bir siyasî ortamın; müthiş bir toplumsal "kutuplaşmanın" hâkim olduğu bir ülke. Türkiye'de de çok aşina olduğumuz bir “atmosfer."

Kapıkule Sınır Kapısı'na 2170 kilometre ötedeki Gdánsk'ta Adamowicz cinayeti gibi bir "kötülük" yaşanıyorsa; siyasî havanın "toksikliğinin" benzerliği nedeniyle, Polonya'da olan Türkiye'yi de çok ilgilendiriyor…

Bu cinayetin ertesinde yapılan yorumlarda, böylesi bir dehşet verici olay ertesinde Polonya'da farklı toplumsal kesimleri bir araya getirecek, ortaklaştıracak, herkesin saygı duyduğu figürlerin "yokluğuna" dikkat çekiliyordu.

Türkiye'de de durum böyle değil mi?

Hattâ, Türkiye'nin en başta bir Pawel Adamowicz'i de yok. LGBTT haklarından Yahudilere, mültecilerden Polonya'nın tarihsel ve güncel bakımdan korkulu rüyası "düşman" Rusya'nın vatandaşlarına; herkese ayrımsız olarak kucak açan biriydi Adamowicz. Özgürlükçülüğü, açık fikirliliği, mütevazılığı ve hep halk arasında kalması gibi özellikleri bir araya getiren bir siyasetçiydi.

Ve Adamowicz, Polonya'nın tüm kutuplaşmasına rağmen de, geniş kitleler tarafından benimseniyor, kucaklanıyordu. Bir yandan da, dini bütün bir Katolik'ti Adamowicz; Polonyalı Papa 2. Jean Paul'un Altın Haç nişanı verdiği, her Pazar kiliseye giden bir muhafazakâr…

1990'dan beri  Gdánsk kentinin yönetiminde olan ve 20 yıldır da şehrin belediye başkanlığını yapan; bağımsız aday olarak girdiği son yerel seçimlerde  yüzde 65 oranında oy alan bir yerel yöneticiydi

Evet; ilk bakışta, bu cinayet ile Polonya ve ötesindeki aşırı sağ siyaset, popülizmin artan saha hakimiyeti ile doğrudan bir bağlantısı yok. "Örgütsel bağlantı" doğrudan kurulamıyor. Ancak, her ne kadar Adamowiz'in katili, "psikolojik sorunları olan" suç işlemeye meyli zaten yüksek biri gibi gözükse de, cinayeti işlemeden önce ve sonraki konuşmaları, kendini aklamak için sürekli politik söylemler kullanması düşündürücü-ve açıkçası "tesadüfî" gözükmüyor.

Adamowicz'in katilinin Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro'nun "kendisini kurtarabileceğini" iddia etmesi ve iktidardaki popülist sağ "Hukuk ve Adalet" Partisi'nin(PiS) çizgisinde sözler sarfetmesi dikkat çekici. Bu söylemi, bizlere hatırlatacak, katilin aynı tarz bir “rasyonalite" ileri sürdüğü başka da bir cinayet var: yazının başında bahsettiğim Jo Cox cinayeti.

İşçi Partisi milletvekili Jo Cox'un katili Thomas Mair de, "psikolojik problemleri" olan biri diye tanımlanmıştı; ki her iki cinayette de işin bu kısmı elbette söz konusu. Ancak, Mair Cox'u bıçaklarken, "Önce Britanya" diye bağırmış ve şimdi ABD Başkanı Donald Trump'ın popülerleştirdiği "Önce Amerika/America First" sloganının bir türevini kullanmıştı.

"Önce Britanya"; aslında aşırı sağ Britain First Partisi'nin adı-her ne kadar bu siyasî hareket, Jo Cox cinayetinin kendileriyle asla alakası olmadığını öne sürse de, söylemlerinin "psikolojik sorunlu" Mair'i fena hâlde etkilediği ortadaydı: Mair, "nefreti" yaşam biçimi hâline getirmiş; kendini her türlü insanî temastan yalıtarak ırkçı ve aşırı sağ söylemlerle günlerini geçiren bir portre çiziyordu.

Adamowicz'in katili de, Cox'unki de, yıllarca aşırı sağ ve/veya popülist sağın kutuplaştırıcı politik söylemlerine kafayı takmışlar; bu söylemleri "idefiks" hâline getirmişler. Bu durumda da, her ne kadar doğrudan bir "örgütsel tetikçilik" olmasa da, şiddete teşvik eden söylemlerin özümsenmesi söz konusu.

Yazının başında, şöyle demiştik:

"Haziran 2016'da, Britanya’da İşçi Partisi milletvekili Jo Cox'un; 2017'de Malta'da, gazeteci Daphne Caruana Galizia'nın ve 2018'de gazeteciler Ján Kuciak'ın Slovakya'da ve Viktoria Marinova'nın Bulgaristan'da öldürülmesi olayları, "sıradan" adlî vakalar, şiddet olayları değildi. Pawel Adamowicz'in öldürülmesi de öyle…"

Bu vakalardan, gazeteciler Caruana Galizia, Kuciak'ın öldürülmesinde doğrudan mafya-organize suç örgütlerinin etkisi vardı; Avrupa Birliği fonlarına yönelik yolsuzlukları araştıran Marinova'nın cinayetinde bu tarz bir arka plan olduğu öne sürülse de, cinayetin dosyası kapatıldı.

Bir yanda, "mafya-organize örgütleri" ve öte yanda, "psikolojik sorunlu katiller"; hedefte de gazeteciler ve siyasetçiler. İlk bakışta hiçbir bağlantı ve doğrudan işleyen bir sebep-sonuç ilişkisi yok: ama gerçekten de öyle mi?

Popülizm ve aşırı sağın kutuplaştırıcı/düşmanlaştırıcı söylemi, yolsuzluk-mafya/organize suç örgütleri ve suç geçmişi olan/psikolojik sorunlu bireyleri/nefreti hayatlarının tek amacı hâline getiren bireylerini birleştiren bir üçgen var ortada.

Ve aşırı sağ ve popülist siyasetin, düşmanlaştırma ve kutuplaştırmaya dayalı politika ve söylemlerinin, organize suç örgütleri ve suçlu/nefret dolu bireylerin "yeşerdikçe yeşermesi" için elverişli bir flora ve fauna yarattığı gibi de bir sebep-sonuç ilişkisi kurmak son derece mümkün.