İdlib HTŞ’nin elinde – yani?
Ankara’nın denetimindeki örgütlerin elemanları Türkiye Cumhuriyeti devletinden maaş alıyor. Bununla ailelerini geçindiriyorlar
27.02.2019
Peşpeşe iki yazıyla, önce İdlib’teki vaziyet hakkında öğrenebildiklerimi aktarmaya gayret edeceğim. Sonra uluslararası diplomasi bakımından, son Soçi Zirvesi’nin ardından Türkiye’nin Suriye konusunda nasıl bir konumda bulunduğunu izah etmeye çalışacağım.
Syria Direct’te, İdlib’teki siyasî-toplumsal durum üzerine, Alaa Nasır ve Jodi Brignola imzalı, bol ayrıntılı uzun bir yazı yayımlandı. Burada çizilen İdlib manzarası, bir süredir izlediğimiz gidişatı elle tutulur hale getiriyor. Ankara’nın Moskova’ya “o iş bende” güvencesi verdiği, silahlı cihatçı grupları dizginleyip Suriye’nin yeni siyasî sürecine katma taahhüdünün altına girdiği isyan bölgesi, hâlihazırda büyük ölçüde Heyet Tahrir el-Şam’ın eline geçti. Eski El-Kaide uzantısı El-Nusra çekirdekli örgüt, böylece karmaşık Suriye denkleminin aslî unsurlarından biri konumuna geldi.
Medyada ve siyaset âleminde İdlib, neresinde ne olduğu gayet iyi bilinen, köşeyi dönünce kahveden sonraki üç katlı bina falan gibi muamele görüyor. Ankara’nın sektireceği, Moskova’nın süreceği, Şam’ın patlatacağı top gibi. Yakın vadede olacaklar hakkında düşünebilmek için burnu büyüklük yeterli yakıtı sağlamaz. Biz sürekli öğrenmeye mecbur cahil takımından olalım 🙂
Savaşanların birlik konferansı
Şubat ayı başında, HTŞ, ÖSO(“dan ne kaldıysa” demek lazım aslında) ve (Ahrar el-Şam’la Nureddin Zengi Hareketi’nin Türkiye destekli ittifakı) Ulusal Kurtuluş Cephesi, Bâb el-Heva’daki bir konferans salonunu ayrı ayrı bayraklarıyla donattılar ve konuşmak üzere biraraya geldiler. Üç örgütün bundan bir ay önce yaptıkları işse savaşmaktı. HTŞ hepsini bulundukları yerlerden püskürttü, Nureddin Zengi örgütünü üslendiği Halep kuzeyinden, Ahrar’cıları İdlib’in güneybatısından sürdü, sonra bazılarına “bizim komutamız altında dönün” dedi, kısa süre öncesine kadar silahlı muhalefetin has efeleri sayılan iki örgütün de otoritesini ve etkinliğini hepten sarstı. Sonunda HTŞ İdlib’in neredeyse tamamında askerî denetimi sağladı. İdarî düzeyde de kendi sivil ve güya katılımcı mekanizması Selamet Hükümeti (tam adı: “Suriye Selamet Hükümeti”) aracılığıyla işleri götürüyor. Şam yönetiminin derhal açılmasını talep ettiği, güvenli şekilde trafiğe açılırlarsa Suriye ekonomisinin toparlanmasına hayatî katkı getirecek uluslararası karayolları ve İdlib silahlı muhalefet bölgesindeki hemen bütün yollardaki kontrol noktaları HTŞ’nin elinde.
Bâb el-Heva’daki, yani Türkiye’nin burnunun dibindeki “Suriye Devrimi Genel Konferansı” işte bu şartlarda toplandı. Salona “Elele devrimin zaferine” pankartları asılmış olsa da, bu konferansın görece eşit hakka hukuka sahip örgütler arasında bir istişare veya ittifak görüşmesi olmadığı ortada. HTŞ, her yeri geldiğinde ötekileri benzetmiş, alanlarını, silahlarını ele geçirmiş, İdlib’in hakimi olarak bulunuyordu orada.
Toplantıdan on iki maddelik bir bildiri çıktı. Burada “toplumsal, ekonomik ve askerî alanda devrimci çabaları birleştirme” vaadi, taahhüdü, umudu, temennisi ya da sadece klişesi yeralıyor. Örgütler yeni bir hükümet, yeni bir ortak askerî konsey ve sivillerin yaşamını iyileştirecek yeni sivil kurumlar kuracaklarını ilan ettiler. Gerçekleşme ihtimali sıfıra yakın hedefler.
Beklenmedik bir samimiyet ve birlik manzarası gibi görünüyor, ilk bakışta. Böyle olması imkânsız, çünkü yaklaşık bir yıl önce yine benzer bir ortak konferansla kurulan Selamet Hükümeti’nin iplerini HTŞ nasıl derhal eline geçirdi ve ötekilere kırnık koklatmadıysa, kurulacağı söylenen yeni kurumları da aynı akıbetin beklediği açık. Öbür silahlı muhalif örgütler yavaş yavaş HTŞ’nin siyasî manevralarında figüran ve eski El-Kaide uzantısının kuklası konumuna düşüyorlar gibi…
…de, Ankara bu işe ne der?
Ankara etkeni
Ahrar, Zengi, silahlı kuvvet bakımından bunlarla kıyaslanacak yapısı olmasa da siyasî-diplomatik etkisi güçlü Feylak el-Şam ve henüz HTŞ tarafından yutulmamış başka bir dizi örgüt, kaderini Ankara’dan gelecek karar, talimat ve paraya bağlamış durumda. Suriye silahlı muhalefetini ya HTŞ yutuyor ya Ankara.
Bâb el-Heva’da birlik konferansı düzenlenebilmesi, şüphesiz Ankara’nın bilgisi dahilinde, onayı neticesinde olabilir. Ankara böyle yöntemlerle HTŞ’yi kendi denetimindeki silahlı muhalefet cephesi içine çekmeye çabalıyor. Öbür yandan, HTŞ de öteki örgütleri kendine yaklaştırarak, Ankara’ya karşı bir toplu-geniş irade şekillendirmeye uğraşıyor. Bu konferans gibi girişimlerle, silahlı cihatçı örgütler Ankara’dan bağımsızlaşabilir mi?
Bu ihtimal pek zayıf. Karşısındaki en büyük engel, Rusya jetleriyle Suriye topçusu. Çünkü İdlib’teki silahlı muhalefetin Ankara’nın sözünden çıkmaya, HTŞ’nin hizasına geçmeye başladığı sezilirse, herkesin elbirliğiyle önlemeye çalıştığı İdlib harekâtı, binlerce ölü ve on binlerce mültecisiyle, gerçek haline geliverir.
“Elle tutulur” bir engel daha var: Ankara’nın denetimindeki örgütlerin elemanları Türkiye Cumhuriyeti devletinden maaş alıyor. Bununla günlerini geçiriyor, ailelerini geçindiriyorlar.
Doğacak zayiatın muazzam büyüklüğü, muhtemel insanî sonuçların felaket boyutlarında olması, siyasî sonuçların çetrefilliği, şimdiye kadar İdlib imha harekâtını önledi. Yoksa HTŞ’nin her tarafı ele geçirip, öbür örgütleri aşağılanmış konuma sürükleyip, ÖSO’nun ÖSO olduğu zamanlarda kurulmuş “Özgür Suriye Polisi”ni dağıtması, günlük “asayiş” denetimini de eline alması, tamamen kendine göre “vergi”ler toplamaya girişmesi vs., “yöre El-Kaide teröristlerinin eline geçti” gerekçesiyle bir imha harekâtının başlatılmasını sağlamaya çoktan yeterdi. Syria Direct’in buradaki pek çok olguyu öğrendiğim-aktardığım yazısında HTŞ’nin açtığı silah dükkânlarından sözediliyor. Bunlarda tabancadan RPG’ye, uçaksavardan topa her şey alınıp satılıyor, bildirildiğine göre. Artık bu kadarı abartı mı, bilemiyorum haliyle. Ancak hakim manzara, her türlü yerle bir etme operasyonuna geniş bir meşruiyet hattı sunacak nitelikte.
HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin, “canım, biz ele geçirdiğimiz her yerde yönetimi hemen sivil idareye teslim ediyoruz” diyerek ortaya sürdüğü Selamet Hükümeti’nin, sivil idare falan olmayıp HTŞ’nin organı olduğu biliniyor. HTŞ’nin “hükümet”i, Gaziantep merkezli (evet!) Suriye Geçici Hükümeti’ne bağlı yerel konseyleri bünyesine katıyor. Birçok yerleşim birimindeki yerel konseyleri zaten lağvetti, yeniden seçim yaptırmaksızın kendi elemanlarıyla yeniden kurdu. Elektrik ve su şebekeleri, dağıtımın denetimi neredeyse tamamen HTŞ’nin elinde.
Buna rağmen harekât yapılamıyor, bu yüzden Ankara, İdlib denkleminde aslî oyunculardan oldu.
İdlib ahalisi
HTŞ egemenliğinin bir şekilde bertaraf edilmesi umudunu besleyenlerin bel bağladığı ikinci etken, başından beri HTŞ’ye karşı kararlı tutum takınan İdlib ahalisi. Suriye ordusu ufukta yokken, HTŞ’nin astığı astık kestiği kestikken hafta sekiz gün dokuz bu örgüte karşı sokak gösterileri yapan, hattâ bir defasında örgütün makineli tüfekli militanlarını karargâh haline getirdikleri okula sığınmak zorunda bırakan Maaret el-Numan halkı, kezâ Han Şeyhunlular… Bu ahali hâlihazırda, kendini yakın hissettiği örgütler HTŞ tarafından bozguna uğratıldığı için mecburen sinmiş dursa da, uygun koşullarda HTŞ egemenliğinin yöreden süpürülmesinde belirleyici rol oynayabileceği varsayılıyor.
Ancak bu da o kadar kolay değil. Kaç yıldır bin türlü eziyet ve acı içerisinde yaşayan sivil ahalinin, güçlü bir merkezî örgüte bağlı, savaşta bilenmiş cihatçı militanlarla baş etmesi mümkün olabilecek mi? HTŞ ele geçirdikten sonra yörede sivillerin günlük hayatı çok daha büyük baskı altına girdi. Üniversiteler kapatıldı. Bizzat Maaret el-Numan’da, yerel konsey dağıtılmış durumda, HTŞ yeni seçim yapacağını söylüyor, ama seçim yapılsa da örgüt hiçbir şeyin denetiminden çıkmasına meydan vermeyecek, belli.
HTŞ’nin Selamet Hükümeti, elektrik, su, ulaşım, sağlık ve iletişim alanında altyapıyı çalıştırabilmek ve hizmet sağlayabilmek için kendine bağlı alt-birimler vs. oluşturuyor. Ancak elinde, sadakatinden şüphe etmeyeceği, bu işleri doğru dürüst yürütebilecek kadar kadro yok. Dolayısıyla İdlib halkı için HTŞ denetimi sadece baskı-korku değil, temel günlük insanî sıkıntılar, yokluklar anlamına geliyor.
İdlib’in başka yörelerden farkı, bu noktada işleri zorlaştırıyor. Birçok yerde, günlük yaşamını sürdürmekte zorlanan halk sonunda bezmiş, ordunun gelmesini, Esad’ın egemenliğini, yaşadığı feci hayata tercih etmişti. Böyle yerlerin yerel silahlı militanları ateşkese, teslim olmaya çok daha kolay razı geldiler. Zaten Suriye ordusu da tam böyle bir beklentiyle, taktiğini silahlı muhaliflerin elindeki yerleri yaşanmaz hale getirmek üzerine kurdu. İdlib’te bu işi onlar adına en azılı düşmanları yapacak bu gidişle. Yine de, İdlib ahalisi, Suriye’nin başka yerlerinden, ordu ile silahlı muhaliflerin anlaşmaları sonucunda meşhur yeşil otobüslerle gelenlerle de pekiştirilmiş bir kesin kararlı muhalif potansiyel meydana getiriyor, dolayısıyla, ezâ cefâ yüzünden Esad’ın otoritesini kabullenmeleri mümkün görünmüyor.
Ayrıca ahaliyi bunaltma ihtimalinden sözettiğimiz, rejimin azılı düşmanı olan güç de, kendisini saf dışı bırakmak isteyen bir başka güçten büyük anlayış görüyor. İşte yine geldik Ankara’ya!
HTŞ’nin, onca silahlı militanı aileleriyle birlikte besleyecek, yeni silahlar ve cephane edinecek parayı temin ettiği iki ana gelir kaynağı var. Biri “vergi” adı altında topladığı ezcümle para: Yol kontrol noktalarından geçişlerde kesilen haraçlar, yerel konseylere halkın çeşitli hizmetler karşılığı ödemek zorunda kaldığı vergiler, vs.. İkinci ana gelir kaynağı ise, tamamen Ankara’nın inisiyatifine bağlı: Bâb el-Heva sınır kapısı gelirleri! Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, çekirdeği El-Kaide uzantısından meydana gelen silahlı cihatçı örgütün onca gelir sağladığı sınır kapısını neden açık tutuyor? Cevap muhtemelen “insanî kaygılarla”dır. Fakat bu insanî kaygılar, biliyoruz ki, sınıra YPG-YPJ yaklaştığında hiçbir zaman gözetilmiyor. Sınır kapısı Kürt silahlı örgütünün elindeyse kapatılıyor, eski El-Kaide’cilerin elindeyse açılıyor; DAİŞ’in elindeyken de açıktı. Konuyu saptırmamak için bunu burada bırakalım.
Ama şunu eklemeden olmaz: “Vergi”ler yoluyla gelir elde etmek, karşılığında hizmet örgütlemeyi-sunmayı gerektiriyor ve HTŞ’nin topladığı çöp vergilerine karşılık sokakları pislik götürmesi, su parası diye alınan vergiye karşılık suyun haftada iki saat akması vs. yöre halkının HTŞ’ye tepkisini artırıyor. Hele bu arada HTŞ’nin din polisi resim astın diye dükkân sahiplerine ceza kesiyor ve tepkileri büyütüyorken!.. Yani sınır kapısı gelirleri olmasa HTŞ zor idare edecek. Ve o kapı açık. Hakikaten burada bırakalım.
Şunu bir yere bırakmayıp hep yanımızda taşıyalım: İdlib dendiğinde yalnız Ankara ile Moskova arasında oynanan bir oyunu anlayamayız; Ankara’nın Heyet Tahrir el-Şam’la nasıl bir oyun oynadığını soruşturmayı ihmal edemeyiz. Haydi, maaşa bağladığı silahlı muhaliflerin bir süre Ankara’nın sözünden çıkmayacağına dayanarak onları inisiyatif sahibi unsurlar makamında hesaba katmayalım; HTŞ böyle değil ki.