“Haysiyet” üzerine

Haysiyet’i okudum. Gayet başarılı bir format, tartışmasız ciddî biçimde zihin tetikliyor

OSMAN KAVALA

29.07.2019

NOT: Aşağıdaki metin, Osman’ın bana yazdığı mektuptan. Başında, ilk duruşma izlenimlerimi topladığım “Kıymetlendirme destanı” yazı dizimle (ilk bölümü [ https://tinyurl.com/yxg6k645 ] şurada) ilgili -neyse ki güzel:)- sözler ediyor. Bunlardan sonra, Gaye (Boralıoğlu) ile birlikte hazırladığımız Haysiyet kitabına dair düşündüklerini aktarıyor. Kitap -kitabı oluşturan söyleşi- esasen başkalarının da haysiyet üzerine tartışmaya katılmasını tetikleme amacı güdüyordu. Silivri Cezaevi’ndeki arkadaşımızdan gelen böyle bir katkı tabiî özellikle sevindirici. Osman’a mektubun bu kısmını yazı olarak yayımlamak istediğimi bildirdim, o da mektubu geri istedi, özellikle arada yaptığı alıntıları kontrol etmek için! Bilen bilir: aksi mümkün müydü zaten? :)) Hemen düzeltmiş, geri gönderdi. Sunuyorum. – Ümit Kıvanç

 

9 Temmuz 2019, Silivri

(…)

Haysiyet’i okudum. Gayet başarılı bir format, tartışmanız ciddî biçimde zihin tetikliyor (‘zihni tetikliyor’ daha mı doğru?) Çoğu zaman sana, bazen Gaye’ye hak verdim, iyi bir ikili oluşturmuşsunuz.

Haysiyet’ten önce Alfa’dan çıkan Shakespeare’in En Sevdiği Montaigne Denemeleri’ni okumuştum. (Tuhaf bir kitap, Fransızca’dan çeviri, ancak Shakespeare-Montaigne ilişkisine, bölümlerin nasıl seçildiklerine dair hiçbir bilgi yok. Tasarruf olsun diye editörün yazdığı bölümleri dahil etmemişler mi diye düşündüm!)

Montaigne’in erdem tanımı senin haysiyetle ilgili düşündüklerine benziyor. Şöyle yazmış: “Erdemin amacı sadece ve sadece erdem olmalıdır”, “Öyle sanıyorum ki erdem, içimizde doğan basit iyilik eğilimlerinden daha soylu ve başka türlü bir şey”; “Tehlike söz konusu olmadığında iyilik yapmak o kadar önemli bir şey değil”; “Erdem kolaylık istemez… dik yokuşlu ve dikenlerle dolu bir yol ister”. Haysiyeti de tehlike karşısında, zorluklara rağmen, düşüncelerden, davranışlardan taviz vermeme iradesi olarak anlıyoruz, değil mi? Ancak, senin de belirttiğin gibi haysiyet bir takım erdemlerle birlikte ‘var oluyor’, ‘haysiyetli davranış’ ise illa erdemlere sahip olmayı gerektirmiyor. Bir hırsız, bir mafya elemanı da haysiyetli davranış gösterebilir, ama onlar için haysiyetli insan demeyiz. İngilizce’de ‘dignity’ ve ‘dignified’ arasında böyle bir fark var, dignity itibara yakın bir söz. Karar gazetesinde kendisini çok takdir ettiğim Mustafa Öztürk’ü okurken yazdıkları haysiyetsizlik tanımı gibi geldi. “Kimi insanlar vardır… ‘dürüst ahlaksız’ olarak anılmayı hak ederler ve bunlar… çok hiddetlenilecek tipler değildirler… bir de son derece mert, yiğit, yüce gönüllü bir kişilik sahibiymiş görüntüsü veren ve fakat özünde son derece ezik, kıskanç, fesatçı bir kişiliği gizleyen tipler var ki işte bunlar ‘ahlakçı ahlaksız’ tipolojisinin kusursuz temsilini sergileyen tiplerdir.” Tabii, sanırım, “özünde” derken saklı ruh hallerini değil, davranışlarını, eylemlerini kastediyor.

‘Başkalarının haysiyetine saygı göstermek’, ‘herkesin haysiyetli bir şekilde yaşaması için mücadele etmek’ dediğimizde söz konusu insanların haysiyet sahibi kişiler olduklarını iddia etmiyoruz, haysiyet kırıcı etkenlere, şartlara maruz kalmamalarını savunuyoruz. Bunu da haysiyet sahibi olduğunuz için, sadece bundan dolayı, yapmıyoruz, adalete ve eşitliğe değer verdiğimizden böyle bir tavır alıyoruz.

Tartışmanız beni ‘haysiyet kırıcı’ lafı üzerine de düşündürdü. Bu deyim, ‘umut kırıcı’, ‘şevk kırıcı’dan farklı. Haysiyet böyle kırılmıyor, yok olmuyor. Haysiyet kırıcı davranış, şartlar, haysiyet sahibi insanların acı, öfke duymalarına neden oluyor. Aşağılandıklarını, hakarete uğradıklarını düşünüyorlar, haklı olarak…

Daha karmaşık olan durum, haysiyet kırıcı davranışa, şartlara maruz kalan insanların bunlara uyum göstermesi, tepki gösterememesi. Üzerlerine çay paketleri atılanların bunları almak için çaba göstermeleri, meselâ. Böyle davranışta bulunmalarından ötürü onları haysiyetsizlikle suçlayabilir miyiz?

Anlaşılan bu Dostoyevski’yi de çok yakından ilgilendirmiş bir mesele. Romanlarında yoksulluk çeken, sevdiklerine yardım edebilmek için paraya ihtiyacı olan insanların haysiyet kırıcı para tekliflerini, ucunda para olan teklifleri önce reddedip sonra kabul etmeleriyle ilgili çeşitli episodlar var. Puşkin’in bir öyküsünde de böyle bir olay cereyan ediyor.

Bence böyle davrananlar haysiyetsizlikle suçlanamaz. Haysiyetsiz olmaları için ya daha kötü bir şey yapmaları, birine zarar vermeleri ya da daha güvenli bir hayat yaşıyor olmaları gerekir.

Senin çöp toplayan adamla karşılaşmanın haysiyet götürücü olduğuna, herkesten farklı olmaya çalışırken herkesle aynı hale gelenlerin (yani modayı izleyenlerin) haysiyetlerinin azaldığına dair söylediklerine de katılamıyorum. Haysiyeti önemli, ortak bir değer olarak savunmak istiyorsak haysiyetsizliği sıradanlaştırmamak gerekir diye düşünüyorum. Vermiş olduğun örnekler bana daha ziyade vicdan sızlaması, adalet duygusunun rencide olması ile ilgili gözüküyor.

“Haysiyetli yaşa, haysiyetli öl! Allah hepimize haysiyetli ölüm nasip etsin” sözlerini çok beğendim! Montaigne de yaşlılık ve ölüm ile ilgili bunlara benzer şeyler söylüyor. Horatius’un dizelerini aktarmış: “Sağlığım ve zihinsel yeteneklerim yerinde olsun, yalvarırım sana / Yaşlılığımda onurum zedelenmesin”

Umarım çok uzak olmayan bir tarihte bunları yüz yüze konuşuruz.

Selamlar, çok sevgiler,

Osman