Ali Kemal’in fikirleri değerini koruyor
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 100 yıl sonra dahi özgürlükler açısından Ali Kemal’in arzuladığı toplum olmaktan uzak.
25.04.2023
Ali Kemal'in (1867 – 1922) Osmanlı – Türk siyasi tarihinin belki de ilk gerçek anlamda liberal düşünürü olduğunu biliyordum. Osmanlı devletinin (örneğin Britanya gibi) meşrutileşerek, anayasal bir rejime kavuşarak, farklı etnik ve dinsel kimliklerden yurttaşlarının hak ve özgürlüklerine saygı göstererek bütünlüğünü koruyabileceğini savunan, gününün etkili bir yorum yazarı olduğunu biliyordum.
Şunları da biliyordum: Ali Kemal, İttihat ve Terakki (İTC) diktatörlüğüne, Türkiye'yi Birinci Dünya Savaşı'na sokmasına, savaş sırasında ülkenin Ermeni yurttaşlarını Suriye çölüne tehcire, zorunlu göçe tabi tutarak en az yarısının açlık ve hastalıktan kırılarak, yollarda katledilerek telef olmasına kararlılıkla karşı çıkmıştı. Savaş sonunda işgal kuvvetlerine karşı bağımsızlık mücadelesi veren TBMM hükümetini İTC'nin bir devamı olarak görmüştü. Ankara'nın emriyle İstanbul'dan kaçırılarak Ankara'ya götürülürken İzmit'teki yerel komutan, "Sakallı" lakabıyla maruf Nurettin Paşa'nın hazırladığı bir tezgahla linç edilerek öldürülmüştü. Kurtuluş savaşını kazanarak, Batılı devletlerle barış görüşmeleri yapmaya hazırlanan TBMM yönetimi bu cinayetten büyük rahatsızlık duymuştu.
Ali Kemal'in ikinci eşi Sabiha hanımdan doğma oğlu Zeki Kuneralp (1914 – 98) hukuk eğitimi gördüğü İsviçre'den 1939'da yurda dönüp, İsmet İnönü'nün onayıyla Dışişleri Bakanlığı'nda çalışmaya başlamış, 1979'da emekli olana kadar Bern, Londra, Madrid büyükelçilikleri ve Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği görevlerinde bulunmuştu. Madrid Büyükelçiliği sırasında Ermeni teröristler tarafından düzenlenen suikastten arabada bulunmadığı için kendisi kurtulmuş, fakat eşi, bacanağı ve makam şoförü hayatlarını kaybetmişti.
2019 – 2022 arasında Britanya başbakanlığı yapan Boris Johnson'ın, Ali Kemal'in İngiltere'deyken evlendiği ilk eşi Winifred Brun'dan olma torununun çocuğu olduğunu biliyordum. Mayıs 1971'de Nurhak dağlarında jandarma tarafından vurularak ölen, derin bir acıyla andığım arkadaşım Sinan Cemgil'in Ali Kemal'in efradından olduğunu ise yeni öğrendim. Ali Kemal'in Türk eşinden olma torunu emekli Büyükelçi Selim Kuneralp ile Brüksel'de, AB nezdinde Daimi Temsilci yardımcısı olarak bulunduğu 1995'ten beri tanışıyorum. Öteki torunu, İsis yayınlarının sahibi Sayın Sinan Kuneralp ile ise ancak yakınlarda tanışma fırsatı bulabildim.
Yukarıda yazdıklarıma rağmen, çok yakın zamana kadar Ali Kemal'in zengin külliyatından ne yazık ki tek bir satır okumamıştım; onun hakkında yazılan kitaplardan da öyle… Dostum Ayhan Aktar'ın K24'te yayımlanan, "Türkiye'de siyasi partiler 'Yeniçeri Ocağı' gibi çalışırsa?" başlıklı yazısını okuyunca koşarak Ali Kemal'in yeni çıkan Sabah Yazıları: 17 Ekim 1918 – 4 Mart 1919 (İsis yayınları, İstanbul 2023) başlıklı kitabını aldım ve yayına hazırlayan Muharrem Varol'un büyük bir ehliyetle yazılmış kapsamlı sunuş yazısından başlayarak okudum. (Kitabın üç bölümü var. İlk 230 sayfalık bölüm, Varol'un "Giriş" ve "Bir muhalifin gözünden İttihatçılar" başlığını taşıyan yazılarından oluşuyor. Yaklaşık 500 sayfalık ana bölüm Ali Kemal'in Sabah gazetesi başyazılarını; yaklaşık 120 sayfalık son bölüm ise çoğunlukla Ali Kemal'e karşı yazılanları kapsamakta.)
Bu kitapla yetinmedim, bugüne kadar İsis tarafından yayımlanan Ali Kemal'in gazete yazılarını kapsayan bütün kitapları edindim. Bu kitaplar şunlar: Toplu Yazıları: 1908 – 1909, Cilt I ve II, (Yayına hazırlayan: Safiye Kıranlar) 2010. / – İkdam Yazıları:1912 – 1913, Cilt I ve II, (Yayına hazırlayan: Cabir Duysak) 2020. / – Peyam Yazıları: 1913 – 1914, Cilt I ve II, (Yayına hazırlayan: Cabir Duysak) 2021. / – Peyam-ı Edebî Yazıları: 1913 – 1914, (Yayına hazırlayan: Cabir Duysak) 2023. Ayrıca Ali Kemal'in Ömrüm başlıklı otobiyografisini içeren kitabını ve Faruk Gezgin'in onun hayatı ve eserleriyle tanınması bakımından değer arz eden Ali Kemal: Bir Muhalifin Hikayesi (İsis, 2010) başlıklı kitabını da aldım. Anlaşılan bir süre bunları okumakla meşgul olacağım.
Ali Kemal'in Ömrüm başlıklı (İsis, 1985) otobiyografisine yazdığı önsözde oğlu rahmetli Büyükelçi Zeki Kuneralp şöyle diyor: "Ali Kemal bundan 60 küsur sene önce ölmüştür. Öldükten sonra bir müddet yok farz edilmiştir. O zamanki şartların icabı idi. Basında bahsi geçmezdi, edebiyatta ismi silinmişti. Sonra hakkında yine yazılar çıkmaya başlamıştır. Bunlar, tabii, Ali Kemal'in karakterini, hareketlerini kendi açılarından anlatmışlardır. Fiiliyata da her zaman hürmet etmemişlerdir. Mesela Ali Kemal'in doğum tarihini yanlış bildirmişlerdir, ölüm tarzını da. Sonra gelen yazar kuşakları bu bilgiyi, genellikle, aynen aktarmışlardır, doğruluğunu tahkik etmeyerek, kaynaklara bakmayarak, Ali Kemal'in kendi yazdıklarını okumayarak. Ömrüm'ü yayımlamaktan maksadımız bu dengesizliğin giderilmesine, hiç olmazsa bir dereceye kadar, yardım etmektir."
Kendimi yukarıda andığım zengin literatürü okumaya verdiğim bu günlerde dikkatime gelen başka bir yayın da Serbestiyet dergisinden Ferda Balancar'ın Muharrem Varol ile yaptığı söyleşi oldu. Bu mülakatta Varol, Ali Kemal'in bugün dahi değerinden kaybetmemiş olan şu görüşlerinin altını çiziyor:
"Siyasi içtihatları birbirinin tam tersi olan partilerin serbestçe mevcut olması, basına özgürlük tanınması ve fertlerin düşüncelerini özgürce ve güven içerisinde dile getirmesi gerektiği hususlarının altını çizer, çağdaş Avrupa siyasetinden örnekler getirir ve 'Şark'ın sosyo-kültürel ve siyasi geleneğinde aşılamayan bazı handikapları vurgular. Zümre çıkarlarının çok üstünde tüm tebaasını ve unsurlarını emniyet altına almaya çalışan, refah ve huzur sunmaya gayret eden bir devlet nizamının kurulması gerektiğini söyler. Bu bağlamda dile getirdiği eleştirilerin, yapmış olduğu yorumların dikkate alınması gerekir. Ne yazık ki hayatının son on yılı ve ölümünden sonraki on yıllarda Ali Kemal hakkında oluşmuş ya da oluşturulmuş kötü şöhretli imaj, yazıların kıymetini ve kendisinin entelektüel yönünü gölgelemişe benziyor….
Ali Kemal’e göre, İttihatçı 'çete' savaş sırasında kantarın topuzunu kaçırmış ve sınır boylarındaki Ermenileri daha gerilere çekebilecekken bunun çok daha fazlasını, ötesini yapmış ve açık bir zulüm işlemiştir. Burada özellikle Türk halkını masum bulur ve İttihatçı yönetimle arasına kalın bir çizgi çizer. İttihatçı idare sadece Ermenilere değil bu anlamda Rumlara, Araplara, Arnavutlara da aynı şekilde baskı ve cebir kullanarak büyük yanlışlar yapmıştır. Mütareke sürecinde bu yanlıştan geri dönülmeli, asırlardan beri birlikte yaşayan bu halklara hakları iade edilmeli ve yeniden Osmanlı yönetimi altında güven ve emniyet içinde yaşamaları sağlanmalıdır. Bu unsurlar da yönetimde söz hakkı olmalı. Siyasetten ticarete kadar bir Osmanlı vatandaşı sıfatıyla temel haklarını hiçbir ayrıma tabi tutulmadan kullanabilmeliler…"
Bildiklerim ve okuduklarım temelinde, ölümünden bir asır sonra Ali Kemal hakkında şunları söylemek ihtiyacını hissediyorum: Evet, o Osmanlı – Türk siyasi tarihinin belki de ilk gerçek anlamda liberal düşünürüdür. Osmanlı devletinin liberalleşerek, özgürleşerek ayakta kalmasını savunmuştur. Fikirleriyle çağına, zamanına hayli ters düşmüş, bunu da hayatıyla ödemiştir.
Yaşadığı çağ, çok-uluslu imparatorlukların milliyetçi akımlar tarafından yıkılması çağıydı. İttihatçılar, çok-uluslu Osmanlı devletini dünya savaşına sokarak yıkılmaya götürdüler; Kemalistler ise imparatorluğun yıkıntıları üzerinde ilk Türk devletini kurdular. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 100 yıl, çok-partili düzene geçmesinden yaklaşık 75 yıl sonra bugün dahi bir yandan bireylerin fikirlerini ve kimliklerini özgürce ifade etmeleri ihtiyacını, öte yandan toplumun çok-etnili, çok-dinli yapısını tanıma gereğini karşılayamadığı içindir ki, bir türlü gerçek anlamda istikrara kavuşamıyor, Ali Kemal'in arzuladığı toplum olmaktan uzak.