“Ne zaman geleceksin?”

Bir gece konuğu oldum, çok sevdiği orman yürüyüşünü birlikte yaptık; geride kalan yılları, hayal kırıklıklarımızı konuştuk.

ŞAHİN ALPAY

10.10.2023

Metin Münir 23 Eylül'de anayurdu Kıbrıs'ta, son yıllarını geçirdiği Ozanköy'de hayatını kaybetti ve 26 Eylül'de orada toprağa verildi. Hem haberciliği, hem de yorum yazarlığıyla Türkiye'de "gazeteci ve yazar" sıfatını hakeden ender kişilerden biriydi. Benim açımdan çok daha önemlisi yakın arkadaşım ve fikirdaşım olmasıydı. Onunla 1960'ların ikinci yarısında, yani yaklaşık 60 yıl önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Diplomasi ve Dış Münasebetler Şubesi'ndeki öğrenciliğimiz sırasında tanıştık. O öğrenime ara verip anayurdu Kıbrıs'ta Rum tedhişçilere karşı halkını savunmak için silaha sarıldığı için, ben de yabancı okulda hazırlık okuduğumdan akranlarımıza nazaran iki yıl gecikmiş olarak aynı sınıfta buluşmuştuk. Ders aralarında birlikte volta atarak siyasi konularda derin sohbetler yaptığımızı hatırlıyorum. Diplomasi ve Dış Münasebetler Şubesi'nde okuyorduk, ama ne onun ne de benim diplomat olma hevesimiz vardı. 

İkimiz de Fikir Kulübü sempatizanları, solcu gençlerdik. Metin, kulübün başkanı rahmetli Mahir Çayan'ın önerisini kabul edip Cemiyet başkanlığına aday olmamı ve seçilmemi hararetle destekledi. 1967'de mezun olmamızdan sonra o gazeteciliğe başladı, ben ise tam-zaman devrimciliğe. 1980'lerin başında, siyasi mülteci olarak gidip doktora yaptığım İsveç'ten yurda dönüşüme kadar uzun süre Metin'le hiç görüşemedik. Döndüğümde Hasan Cemal'in (çok pişman olacağı) delâletiyle Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başlayınca Metin'le meslektaş olduk; dostluğumuz tazelendi.

Uzun yıllar önde gelen İngiliz gazetelerinin ve BBC'nin Türkiye muhabirliğini yaptıktan sonra, Şubat 1989'da yurttaşı Asil Nadir'in satın aldığı Güneş gazetesinin genel yayın müdürlüğüne getirilen Metin beni de Güneş'e transfer etmek istemişti. Ne var ki, birlikte çalıştığı bazı arkadaşlar (çok da haksız olmaksızın) "gazeteci olmadığım" gerekçesiyle buna itiraz etmişler; Hasan Cemal de "gitme, burada daha yapacak işimiz var" deyince, bir defa olsun Metin'le aynı çatı altında çalışmak nasip olmamıştı. Metin de zaten çok geçmeden, Ekim 1990'da görevinden istifa etmek durumunda kaldı. Metin'in ancak iki yıla yakın bir süre başında kaldığı Güneş gazetesi Türkiye'de, Batılıların "quality / reference paper" dedikleri türden gazeteye benzeyen belki ilk ve son gazete oldu. Onunla aynı çatı altında çalışma fırsatımız hiç olmadı, ama gerek olgunluk çağında ulaştığımız özgürlükçü siyasi görüşlerimiz, gerekse gazete anlayışlarımız bakımından birbirimize hayli yakın olduk. Belki bu nedenle ikimiz de sık sık istifa ederek ya da işimize son verilmesi suretiyle yazdığımız gazeteleri değiştirmek zorunda kaldık.

Metin'le Mülkiye'den sonra en sık görüşme fırsatını bulduğumuz ortam, bir Alman araştırma vakfının Kıbrıs sorunun dört tarafından çözüm taraftarı gazetecileri fikir alışverişinde bulunmak üzere Avrupa'nın çeşitli kentlerinde bir araya getirdiği toplantılar oldu. Metin Kıbrıs Türküydü. Sadece 'Karpaz'ın eşeklerinin gerçek Kıbrıslı' olduğunu düşünen rahmetli Rauf Denktaş'tan farklı olarak, Kıbrıslı Türklerin kendilerine özgü bir kimlikleri olduğuna inanıyordu. Son yazılarından birinde de "KKTC, TC değildir ve Kıbrıslı Türkler de TC'deki Türklerden farklıdırlar," diye yazıyordu. ("KKTC'de yandaş medya yaratma operasyonu," Diyalog, 19 Ocak 2023.) Kıbrıs'ta Türklerle Rumların bir arada yaşamasının güçlüklerini iyi biliyordu. Bunun için ikimiz de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın 2004'te sunduğu, adanın Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla, iki toplumlu, iki kesimli federal bir devlet olarak birleşerek AB'ye katılmasını öngören planı destekliyorduk.

Planın adayı birleştirebileceğine, sorunun bu şekilde çözümünün de Türkiye'ye AB yolunu açacağına inanmıştık. Bu nedenle yorumlarımızla buna yönelik çabalara destek verdik. Ne yazık ki, 2004'te yapılan halkoylamalarında adadaki Türk toplumu çözüm planına % 65 oranında destek verirken, Rum tarafı % 76 oranıyla planı reddetti. Kıbrıs'ta çözüm, dolayısıyla Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi için beslenen umutlar son buldu; Türkiye'de ve dolayısıyla KKTC'de rejimin giderek otoriterleşmesine giden yol açıldı. Metin, Annan Planı'nın reddinden iki yıl kadar sonra yazdığı bir köşe yazısında şöyle diyordu: 

"Sınır kapıları açıldığında umut Türklerle Rumların kaynaşacağı yönündeydi. Tersi oldu. Türklerle Rumlar birlikte yaşamak istemediklerini anladılar. Rumların büyük çoğunluğu Türkleri hakir görüyor. Türklerden nefret ediyor. Onlarla bir arada yaşamak istemiyor. Türklerle Rumlar içiçe yaşayamazlar. Yan yana yaşayabilirler ama iç içe mümkün değil. Kapıların açılması sadece adalılara değil Birleşmiş Milletler'e de bu gerçeği gösterdi. Avrupa Birliği de bu gerçeğe gözlerini açmalıdır. Çünkü bu Avrupa'nın bir gerçeğidir. Yugoslavya'nın parçalanıp etnik devletlere bölünmesini kabul hatta teşvik eden AB'nin Kıbrıs'ta iki toplumun içiçe yaşamasını istemesi çelişkili bir ukalalık ve salaklıktır…" ("Kıbrıs: Yan yana tamam, iç içe ı-ıh!", Milliyet, 10 Aralık 2006) Bilindiği üzere AB 2004'te, Kıbrıs Rum Yönetimi'ni adanın tek temsilcisi olarak üyeliğe kabul etti ve adada çözüm umudu kalmadı.

Özgürlükçü görüşlerimizden dolayı Türkiye basınında istikrarlı birer köşe edinmemiz mümkün olmamıştı. Ben 1994 – 2001 arasında yazdığım Milliyet gazetesinden çıkarıldıktan sonra bir yandan bir vakıf üniversitesinde tam- zamanlı öğretim üyesi olarak  ders verirken, öte yandan köşe yazarlığını haftada üç gün Zaman gazetesinde sürdürdüm ve malum (yazarlık hayatım boyunca her türlü askeri müdahalenin karşısında tavır almış olduğum halde, 15 Temmuz darbe girişimini desteklemiş olduğum iddiasıyla) iki yıla yakın bir süre Silivri'ye konuk edildim; dava hala sürüyor. 

Metin de son olarak 2006-2012 arasında Milliyet'te yazdıktan sonra Türkiye'den ayrılıp çok sevdiği anayurduna, Girne / Ozanköy'deki evine yerleşti; son yıllarında hepten ve tamamen Kıbrıslı oldu. Köşe yazılarını 2015 – 2020 arasında İstanbul'da yayımlanan T24'te, daha sonra KKTC'de yayımlanan Diyalog gazetesinde yazdı. İngiliz gazetelerine yazdığı ilk gazetecilik döneminde esas olarak haberciydi. Türkiye gazetelerine siyasi ve iktisadi yorumlarla katkıda bulundu. Kıbrıs'tan yazdığı, belki de en çok tutulan yazılarında ise özgürlükçü ve çevreci hayat felsefesini paylaştı.

En eski arkadaşlarımdan ve belki en yakın fikirdaşlarımdan biri olmasına rağmen Metin'le ne yazık ki ender olarak bir araya gelebildik. Son buluşmamız, Silivri'de ikamete zorlanmamdan bir iki yıl önce, bir anlamda inzivaya çekildiği Ozanköy'de oldu. Bir gece konuğu oldum, çok sevdiği orman yürüyüşünü birlikte yaptık; geride kalan yılları, hayal kırıklıklarımızı konuştuk. 2018'de Silivri'den tahliye olmamdan sonra telefonla hayli sık haberleştiysek de bir araya gelmemiz mümkün olmadı. O Kıbrıs'ından ayrılamadı, ben ise seyahat özgürlüğünü (yani pasaportumu) ancak geçen yılın sonunda edinebildim. O tarihten beri de Kıbrıs'a ne zaman gidebileceğimi konuşur olmuştuk. Havaların serinlemesini, sonra da duçar olduğum Zona'dan kurtulmayı bekliyordum. 

Ölümünden birkaç gün önceki son görüşmemizde bir kez daha "Ne zaman geleceksin?" diye sordu. Ne yazık ki son bir kez görüşmek nasip değilmiş. Nur içinde yatsın.

—–

Fotoğraf: Metin Münir (depo photos)