El koyarım, satarım, devlet benim, medya benim, kime ne?

Kamu borçları nedeniyle el konulan Digitürk’ün gizli pazarlıklarla satılması devletin medyaya bakışını özetliyor

CEREN SÖZERİ

15.07.2015

Doktora tez konum Türkiye’de medya sektöründe uluslararası şirket birleşmeleri ve satın almalarıydı. Bugün olsa her şeye Erdoğan ve hükümet karar veriyor der geçerdim, öngörüsüzlük işte. Ancak aslında öngörüsüzlüğü baştan yapmış Türkiye’de medya ekonomisi konusunu çalışmaya karar vermiştim.

Yazıya bu özeleştiri ile başlamamın sebebi Digitürk’ün satış süreci ve bu alanda çalışanlar ya da kamu olarak bizim büyük çaresizliğimize vurgu yapmak. Türkiye’nin en büyük dijital medya platformu Süper Lig yayın hakları ihalesinin sahibi Digitürk’ün satışı, aylardır satıldı satılıyor söylentilerinden sonra, dün akşam adeta “sürpriiz” denilerek açıklandı. Medyada satış haberinin kaynağı yalnızca Katarlı beIN Media Group’un yaptığı açıklama.

Satışın ve satış sürecinin yanlışlığını “Nereden baksan skandal” başlığı ile tek dile getiren Cumhuriyet’ten Murat Sabuncu oldu (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/322290/Nereden_baksan_skandal.html).

Biraz başa dönelim, Çukurova Grubu’na ait bir şirket olan Digitürk’e 455 milyon dolarlık borç nedeniyle grubun diğer şirketleri ile birlikte Mayıs 2013’te Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından el kondu. TMSF önce bu şirketlerin yönetim kadrolarını değiştirip istenemeyen gazetecileri uzaklaştırdı, sonra ihaleye çıkmadan satışı Çukurova Grubu’na bıraktı.

Bu arada hükümete yakın işadamlarına da ‘alın’ dendi. O dönem yayınlanan tape’lerde gönülsüz de olsa Erdoğan’a ‘aşkla bağlı’ olanlar ellerini taşın altına koydular, sonradan aldıkları ihalelerle de ödüllendirildiler. Show TV satışı ise daha karmaşıktı, dava açıldı, usulsüzlük tespit edildi seçim öncesi yayın politikasında ‘gerekli düzenlemeler’ yapıldıktan sonra ilk satın alan Ciner Grubu’na iade edildi, bu süreci daha önce yazmıştım.

Grubun medyada en değerli şirketi Digitürk için ise beklendi. Bu süreçte ilk olarak Türk Telekom Temmuz ayında 530 milyon dolarlık bir teklif verdi. Ardından Doğan Grubu Eylül ayında %53’lük hisse için 742 milyon dolar teklif etti, Ocak 2014’te ise teklifini 879 milyon 450 bin dolara yükseltti ve hedefinin şirketin %100 hissesini almak olduğunu belirtti.

Bu arada şirketin %47’lik bölümünü elinde bulunduran ABD’li fon Providence Equity Partners'ın da kalan kısım için 1 milyar dolarlık teklif sunduğu, hatta bir diğer talip Ciner Grubu’nun da teklifi ve pazarlığı o dönem yönetici pozisyonunda olan Fatih Saraç vasıtasıyla yürüttüğü iddia edildi.
Önceki yazılarda belirttiğim gibi bütün bu girişimlerin kendi içinde ciddi sakıncaları vardı. Halen en büyük medya grubu olan ve bir diğer dijital medya platformunun (D Smart) sahibi Doğan Grubu’nun alması pazarda ciddi bir tekel oluşturması anlamına geliyordu. İhaleyi ülkenin tüm internet altyapısının sahibi Türk Telekom’un alması ise ülkede çok yakın zamanda bir kısım hissesi devlete ait tek bir medya grubunun olacağı tehlikesini taşıyordu. Ciner ise muhtemelen en zayıf halkaydı.
Bütün bunlara rağmen satışın içerideki büyük gruplara değil de Katarlı bir gruba satılmış olması sorunları çözüyor mu, elbette hayır.

Öncelikle bütün bu süreç şeffaflıktan çok uzak biçimde yürütüldü. Madem el konma devlete olan borçlar nedeniyle gerçekleşti ve madem ki bu kadar talip var, bu durumda olması gereken açık bir ihalenin yapılmasıydı. Satışın açıklanmasından bu yana beIN Media Group’un ne teklif ettiğine dair hiçbir bilgi verilmedi. Geçmiş tecrübelere bakarak (örneğin Turkuvaz Grubu’nun satışı) açıklanmasını da bekleyemiyoruz.  Yine kamuya olan borcun ödenip ödenmediğini bilemeyeceğiz, sorsak da yine “ticari sır kapsamında” cevabını alacağız, devletin kamudan gizli ticari sırları var.

Konunun kafa karıştırıcı bir de hukuki boyutu var. 2011’de yürürlüğe giren 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 19. Maddesi'nin (f) bendi "Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşta doğrudan toplam yabancı sermaye payı, ödenmiş sermayenin yüzde ellisini geçemez" diyor. Digitürk’ün %47’si Amerikalı Providence Equity Partners'a ait olduğuna göre kalanın Katarlı bir gruba satılması kanunun çiğnenmesi anlamına gelmiyor mu? Satışa onay verenler platformu bu kapsamdan çıkararak bir boşluktan faydalanmayı mı düşündüler? Ancak Twitter’da @ShiriSeyyad adlı kullanıcının haklı uyarısıyla aynı Kanun’un 29. Maddesi birinci fıkrasında yer alan “platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri; yayın hizmetleri yönünden bu Kanun hükümlerine tabidir" hükmünü ne yapacağız? İdari ve mali özerkliği neredeyse tamamen ortadan kalkmış olan Rekabet Kurulu bunlara sessiz mi kalacak?

Sonuç olarak dün akşam alan şirket tarafından açıklanan bu satış hem sürecin yönetimi hem de sonuçları bakımından ciddi sorunlar ve soru işaretleri barındırıyor. Başta Rekabet Kurulu ve RTÜK olmak üzere devletin bu sorulara acilen cevap vermesi ve kamuoyunu bilgilendirmesi gerekiyor.

Aksi takdirde Hasan Cemal’in deyimiyle “adeta bir buzdolabı fabrikası gibi çalışanlarıyla birlikte satılan” medya kuruluşlarının devletin hatta hükümetin malı olduğunu kabul etmiş olacağız.

Son bir not, Katarlı beIN Media Group’un CEO’su Nasser Al-Khelaifi'nin  futbol kulübü Paris Saint-Germain’in CEO’su ve başkanı olması, şirketin satın alma duyurusunda "Türk Pay-TV ve spor piyasasının heyecan verici dinamiklerini daha da geliştirmeyi iple çekiyoruz" demesi, futbol ve medya endüstrileri ilişkilerinin yeni gelişmelere gebe olduğunun da işaretlerini veriyor. Bize de neler planlandığını merakla beklemekten başka bir şey kalmıyor.