DEM Parti İstanbul Milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve yerine kayyım atanan eski Mardin Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Türk'ten oluşan DEM Parti heyeti, Meclis'te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüşmüştü.

Adı olmayan “süreç” ne alemde?

Bu “süreç” PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi ve dahası örgütsel varlığını feshetmesi süreci. Eğer siyasi gündem ve gelişmeleri bir parça görme, anlama, anlamlandırma ve değerlendirme yeteneğim varsa, “yeni paradigma” dedikleri bundan ibaret

CAFER SOLGUN

21.02.2025

“Tamam gayet şiirsel yazılar yazıyorsun son zamanlarda ve tamam, güzel de yazıyorsun. Ama yani ‘süreç’le ilgili olup bitenlerle ilgili ne diyorsun? Siyasi gündemle ilgili analizlerini okumaya alışmıştık. Senin gibi kaç tane bağımsız, hakkaniyetli yazar kaldı ki?” diyen okur ve arkadaşlarım oldu son haftalarda. Sağ olsunlar. Bazen siyaset yazmak gelmiyor içimden; doğru. Ama işte Norveç’te veya Avustralya’da değil de Türkiye’de yaşıyoruz; yapacak bir şey yok… Neyse. Sadede gelelim.

Geçtiğimiz ekim ayından bu yana MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve adı, “açılım”, “çözüm”, “barış” olmayan, illa bir isim verecekseniz “terörsüz Türkiye deyin” denilen süreçle ilgili görünürde “beklenen” gelişme halen olmuş değil. Beklenen gelişme, malum, İmralı’dan yapılacak açıklama. Görüntülü olacak, Öcalan yanında bir devlet yetkilisinin de olmasını istiyormuş, açıklama 15 Şubat’ta olacak, DEM Parti ve Avrupa örgütü Öcalan’a tam destek veriyor, Kandil’de kafalar karışık, Mazlum Abdi bekliyoruz dedi, Newroz’a kalmayacak (vb) gibi oldukça “detaylı” kulis bilgileri verildi ama o “açıklama” yapılmadı bir türlü.

Bu anlamda o “beklenen” gelişme olmadı ama ekim ayından bu yana “bir şey olmadı” da denemez. Şöyle ki…

— Bahçeli’nin “Gelsin mecliste DEM Grubunda konuşsun” çıkışı şaşkınlık yaratmıştı; o şaşkınlığın yerini en milliyetçi çevrelerde bile, “Devletin bir bildiği vardır tabii” beklentisi aldı…

— Bu çıkışın (“süreç” de diyemiyoruz, “çıkış” diyelim bari) ardından bir süre “Erdoğan’ın haberi var mıydı yok muydu” gibi anlamsız, cahilce spekülasyonlar yapıldı. Sonra anlaşıldı ki Erdoğan’ın bu tür bir mühim “devlet işinden” habersiz olması düşünülemez, bir “rol dağılımı” söz konusu ve konuyla ilgili Bahçeli ile MHP yetkililerinin daha çok konuşması, kamuoyunda yol açtığı etki bakımından daha faydalı bulunuyor…

— Tesadüf olduğunu sanmıyorum: Ortada Erdoğan, parti sözcüleri, ilgili bakan ve bürokratlar bir yana Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum bir yana gibi bir durum var. Konuyla ilgili her açıklamasının başında, sonunda, ortasında “devletimiz” vurgusu var. Sözleri tartışmalara neden oluyor ve AKP içinden de tepkiler alıyor. (Misal, en son Cumhur İttifakının “Kürt” bileşeni HüdaPar’ın Diyarbakır’da düzenlediği çalıştayın sonuç bildirgesinde savunulan görüşleri “ihanet projesi!” olmakla suçladı. Çalıştaya katılan AKP’lileri de adeta “sözde AKP’li” olmakla itham etti.) Uçum’un konuyla ilgili deklare ettiği görüşlerinde bir zamanlar savunduğu “yenilik”, “reform”, “açılım”, “barış” (vb) adına hiçbir şey yok; ama Kürtlere atfedilen yükümlülükler var: Devlete daha çok sarılın, yoksa sizin için fena olur!

Uçum neticede maaşlı bir eleman; görevlendirilmeden bu tür keskin, köşeli ve iddialı çıkışlar yapamaz. Bu anlamda iktidar partisi veya Saray’ın “süreçle” ilgili tutum ve görüşlerini Uçum üzerinden takip etmek gereği olduğu anlaşılıyor…

— İmralı’dan yapılması beklenen açıklamanın gecikmesinin akla gelen ilk anlamı, adada görüşmelerin devam ediyor olması olmalıdır. Kanımca, Öcalan ve beraberindeki diğer PKK’li mahpusların hazırladıkları “açıklama”, bu görüşmeleri yürüten devlet memurların “olmamış” veya “şöyle olsun böyle olsun” gibi müdahaleleri nedeniyle gecikiyor. Malum, sızdırılan haberlerden biri, devletin Öcalan’dan “açık, net, kesin ve herhangi bir şarta bağlanmaksızın örgütü feshetme” çağrısı yapmasını istediği şeklindeydi. Öcalan’ın lafı dolandırmasını istemiyor, satır aralarında başka türlü anlaşılması ihtimali bulunan ifadeler kullanmasını önlemeye çalışıyorlar. Fakat mevzunun özü itibarıyla tarafların gayet mutabık olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden bir “kriz” olduğunu sanmıyorum. Dahası, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un geçenlerde gazetecilere alışılmadık biçimde “DEM heyeti başvursun İmralı için, değerlendirelim” demesi, söz konusu açıklamanın hazır olduğunu düşündürdü bana…

— Bu adı konulmamış çıkışın devlet nezdinde belki de PKK’nin örgütsel varlığını feshetmesinden daha fazla önemsenen boyutunun Rojava eksenli olasılıklar olduğunu herkes görüyor olmalıdır. Suriye’de rejim yeniden yapılandırılırken Rojava’da özerk bir Kürdistan, defaatle söylendiği üzere, devletin “kırmızı çizgi” anlamı yüklediği bir olay. Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm’ın (HTŞ) Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) askeri olarak tasfiye etme gücü yok. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) da bu gücü yok. (Türkiye bu paralı askerler güruhunu Tişrin Barajını ele geçirmeye yönelik harekete geçirdi; başarılı olamadılar.) Kuşkusuz Türkiye’nin bu gücü var; ancak bölgede ABD askeri varlığı mevcudiyetini sürdürdüğü müddetçe kapsamlı bir askeri harekata girişmesi olacak şey değil. Suriye yeniden yapılandırılırken özerk, federatif veya eyalet sistemi biçiminde fiilen var olan özerkliğin resmiyet kazanmasının önünü kesmek için Öcalan faktörünü devreye sokmak akıl edildi… Enteresan olan bu hamleyi, “anti emperyalizm” söylemleriyle soslandırmaları. Bunu sadece Mehmet Uçum yapmıyor; İmralı heyeti başta olmak üzere DEM Partisinden de benzer açıklamalar geliyor: “Meseleyi kimseyi karıştırmadan kendi içimizde çözelim, Sayın Öcalan bunun için bulunmaz bir fırsat sunuyor” vs. (Bu “anti emperyalizm” mevzuunda ayrıca yazacağım, sözüm olsun.)

— İmralı heyeti en son Irak Federal Kürdistan Bölgesi yöneticilerini ziyaret etti. Yakın zamana kadar “hain, ihanetçi, işbirlikçi” gibi ağır sözlerle suçladıkları Barzani ve Talabani ile görüştüler, Kürdistan yöneticilerinin içeriğini resmen hâlâ bilmediğimiz “paradigma” ile ilgili desteğini sağladılar. Anladığım kadarıyla bu “süreçte” Güney Kürdistan yönetiminden de bir sorumluluk üstlenmeleri bekleniyor. Tahminlerim var elbette ama yüksek sesle dile getirmek için erken…

16 Şubat’ta, İmralı Heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in yanı sıra Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, Asrın Hukuk Bürosu’ndan Özgür Erol ve İbrahim Bilmez, DEM Parti Dış İlişkiler Komisyonu Eşsözcüsü Berdan Öztürk, milletvekilleri Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ve Mehmet Kamaç, Mesud Barzani ile görüşmüştü.

— İmralı heyeti ikinci İmralı görüşmesinin ardından herkesi, “sürece, yeni paradigmaya destek vermeye” davet etmişti. Bu “paradigmanın” mahiyeti ve ne şekilde destek istediklerine açıklık getirmediler hâlâ. Devlet ve siyasi partiler biliyor, Güney Kürdistanlı yöneticiler de artık öğrendi, içeriğini bilmediğimiz “mektuplar” aracılığıyla sanırım Kandil ve Rojava da öğrendi ama “destek” istenen Kürtler hâlâ bilmiyor… Bunu dediğin zaman da hemen birileri atılıyor: “Böyle süreçler gizli yürütülür, bilmiyor musun yoksa?”

Benzer bir safi iyimserlik tepkisine, kayyum atamaları, yaygın gözaltılar, tırmanan baskılar söz konusu olduğunda da rastlıyoruz; “Olur böyle şeyler, önemli olan süreç.” Geçenlerde DEM Parti sözcülerinin Recep Tayyip Erdoğan’ı Devlet Bahçeli’ye şikâyet eden açıklamalarına da tanık olduk ya, ne diyeyim…

— Bu “süreç” PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi ve dahası örgütsel varlığını feshetmesi süreci. Eğer siyasi gündem ve gelişmeleri bir parça görme, anlama, anlamlandırma ve değerlendirme yeteneğim varsa, “yeni paradigma” dedikleri bundan ibaret. Bunun bir parçası olarak SDG ve YPG’nin de yeniden yapılandırma toplantılarına çağrılmadığı Şam’daki rejime mümkünse herhangi bir kayıt, şart öne sürmeden tabi olmayı kabul etmesinin sağlanması… Hazırlıklarına katılamadıkları Suriye Arap Cumhuriyeti’nin yeni anayasasında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından ilhamla vatandaşlık için, “Suriye Arap devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Araptır” şeklinde bir madde yer alırsa, buna da boyun eğsinler… Türkiye’de Türk, Suriye’de Arap olsunlar, sorana “Kürt kökenli Arabız” derler, az şey mi?! (Bu arada aynı şey MHP’nin hamilik yaptığı Suriyeli Türkmenler için de geçerli; onlar da “Türkmen kökenli Arap” olurlar artık…)

— Bu “paradigmadan” bağımsız olarak, her yeri geldiğinde söylüyorum, Kürt sorununda silahlı mücadele ve şiddet yoluyla sonuç alma devri çoktan bitmiştir. “Devrimci halk savaşı” türü söylemlerle miadı dolmuş, ideolojik-siyasi bağlamda anlamını kaybetmiş zorlamalarda ısrar edenlerin yatacak yerleri yok; o kadarını söyleyeyim… Selahattin Demirtaş başta olmak üzere legal, demokratik zeminde gayet etkin ve başarılı siyaset yapanlara karşı tutumları için de öyle… Kürt hareketinde bütün zamanların “Nomenklaturası” olanların bu halka ve tarihe karşı çok ağır bir özeleştiri borçları var; öderler mi, bilmiyorum…

Değişik boyutları olan, dallı budaklı ve geleceğimizle ilgili bir konu bu. Devam edeceğim, madem talep var…

***

21 Şubat, UNESCO tarafından 17 Kasım 1999’da “Uluslararası Anadili Günü” ilan edilmişti. Anadili, her halkın varlığının gururla taşıdığı nişanesidir. Kürtçe dillerine “bilinmeyen dil”, “üç dilin karmaşası bir diyalekt” (vb) diye hakaret edenler 100 yılda bunu anlayamadıklarına göre öylelerine ırkçı umutsuz vakalar diye ne kadar acısak azdır: Zavallılar…

21ê Sibatê Roja Zimanê Dayikê ya Cîhanê pîroz be. 21yê Şubate, Roja Zonê Dayikana fîraz bo. Kutlu olsun.