Almanya’da iklim “Jamaika” oldu

Merkel’in tam da “emekliliğine” beş kala “Jamaika” macerasına atılmak zorunda kalması hayatın büyük bir cilvesi

SEZİN ÖNEY

30.09.2017

 

Almanya'nın 24 Eylül'deki federal seçimlerinin ülkedeki siyasi güç dengelerini fazla değiştirmeden gelip geçeceği varsayılıyordu. Şansölye Angela Merkel'in de siyasi mirasını, dördüncü dönemiyle taçlandıracağı ve politik kariyerinin "büyük finalini" rahatça gerçekleştireceği…

P24Blog’da Almanya'da seçimler gerçekleşmeden önce yazdığım yazıda, ülkede merkez siyasi hareketlerin oy kaybetmekte olduğuna dikkat çekmiş ve şöyle demiştim:

"Akdeniz ülkelerinde (başta Yunanistanve Fransa olmak üzere, İspanya, İtalya'da) yaşanan "merkezin çöküşü/düşüşü" durumu Almanya'ya sirayet ediyor; aynen, Almanya'da da bu siyasi dönüşüm gerçekleşiyor. Almanya'nın Yunanistan başta, Akdeniz ülkelerine siyasi tavrı ve bakışı düşünüldüğünde çok da ironik tabii."

Almanya seçimleri sonuçlarına göre, merkezi temsil eden sağ kanattaki Hıristiyan Demokrat Birliği (Christlich Demokratische Union Deutschlands-CDU) Partisi ile Bavyeralı "kardeş partisi" Hıristiyan Sosyal Birliği'nin (Christlich-Soziale Union in Bayern-CSU)  ve sol kanattaki Sosyal Demokrat Parti (SPD)  "çökmedi" ama beklenenden zayıf sandık performanslarıyla ciddi bir sarsıntı yaşadılar.  Ve sonuçta da seçimler sonucunda, siyasi iklim tam da "Akdeniz" olmadı: merkez siyasi partilerin yerlerini, politika sahnesinin yeni yüzleri ve hareketlerinin gibi bir durum gerçekleşmedi. Ancak, "iklim Akdeniz" olmadıysa da, "Jamaika" oldu ve gerçekleşmesine çok az ihtimal verilen "Siyah-Sarı-Yeşil" koalisyon "en mümkün hükümet"; hattâ "mümkün olan tek hükümet" şekline dönüştü.

"Jamaika" koalisyonu, CDU-CSU'nun (Siyah renk ile temsil edilen onlar),  Yeşiller (Die Grünen) ve Özgür Demokrat  Parti (Freie Demokratische Partei-FDP) ile ortak hükümet kurması anlamına geliyor.

Şöyle bir denklem söz konusu yani:

Muhafazakâr Sağ+Daha Muhafazakâr Sağ+Liberal Sağ+Ekolojik/Çevreci Sol

Bu koalisyon formulü, Almanya'da bazı siyasi analistler tarafından, "Berlin'deki şık entellektüellerin latte'lerini yudumlarken, halkın gerçeklerinden kopuk biçimde kurdukları fantazi" olarak yorumlanıyordu.  Zaten, gerçekleşmesine çok da fazla ihtimal verilmediği için, Jamaika koalisyonunun "fantazi olmaktan çıksa", ne tür politikalar uygulayabileceğine dair de fazla fikir üretilmedi. Sadece, bazı yorumcular, "Jamaika"nın adı gibi "an itibariyle uzak gözüken" ama uygulamaya konduğunda, geleneksel ve liberal sağ ile "ilerici/progressive" özelliklere sahip bir solun ortak hükümetinin, tüm Avrupa'ya ilham kaynağı olabilecek "yepyeni bir siyasi tarz ve akım yaratabileceğini" de öne sürdüler.

Jamaika koalisyonuna yönelik, seçimler öncesi hâkim olan "aşırı kötümser" ve "aşırı iyimser" bu iki zıt bakış açısı ötesinde, Alman siyaseti şimdi bir somut gerçeklikle karşı karşıya. Anımsatmak gerekirse, Almanya'da kontratlara çok önem verilir ve kontratlarda hiçbir detay atlanmaz.

Kamu kaynaklarının yönetimi başta olmak üzere, tüm ülkenin kaderini kontrol eden, yasama ve yürütme süreçlerini yönlendirme gücünü büyük ölçüde elinde bulunduran hükümetin de nasıl bir protokolle yönetileceğine büyük önem verilir. "Koalisyon kontratları" da, bunun için öngörülebilecek tüm açıkları, arızaları, gerçekleşebilecek tüm yol kazalarını hesap ederek hazırlanır. "Jamaika" gibi ismiyle mâruf derecede "macera vadeden" bir koalisyonun kurulması süreci de; tüm müzakereler, koalisyon protokollerine yönelik anlaşmaya varılması ve protokollerin hazırlanması gibi bir süreci uzun uzadıya içereceğinden, Almanya'da yeni kabinenin kurulup da işbaşı yapmasını, ancak yeni yıla doğru beklemek gerekir.

Şuna da dikkat çekelim: Jamaika'nın "müstakbel ortaklarından" FDP'nin başkan yardımcısı Wolfang Kubicki, "Ne pahasına olursa olsun koalisyona razı gelmemiz söz konusu değil" şeklinde bir açıklama yaptı. FDP'nin lideri Christian Lindner de, Almanya'nın enerji politikası ve ekonomisinde "köklü değişikliklere gitmesi gerektiğini" söyleyerek, koalisyon ortaklığından başlıca beklentilerini ortaya koydu.

Bilindiği gibi Liberaller, 2013 seçimlerinde yüzde 3'lerde oy almış ve barajı aşamamıştı. Ve şimdi, 1979 doğumlu, "karizmatik" lider Lindner, deyim yerindeyse partiyi "uçurdu". FDP bu seçimlerde, yaklaşık yüzde 10'a çıkmış durumda. Ve tabii, Lindner bu gencecik yaşında, böyle bir başarı kazanmışken "Jamaika koalisyonunu", kendi kariyerini de şimdiden perçinleyecek "yeni siyaset yaratılması" ve başarının anahtarı olarak görüyor.    

Ve bu koalisyonun gerçekten kurulabilmesi ve işlemesi halinde "Jamaika", FDP'nin "alâmet-i farikasına"dönüşecek. Zira, partinin son dönemde, federal seçimler öncesi ilk ciddi başarısı, Schleswig-Holstein'ın 7 Mayıs 2017 eyalet seçimlerinin sonucunda kurulan, yerel çaplı "Jamaika koalisyonu" oldu. Eyaleti şu an, bölgesel CDU lideri Daniel Günther "Başbakan" olarak yönetiyor; FDP'nin "iki numarası olan" Wolfgang Kubicki ve Yeşiller'den Monika Heingold da hükümetin diğer ortakları.

Neticede,  Schleswig-Holstein ülkenin en kuzeyinde yer alan, Danimarka ile Almanya sınırında bulunan ve Almanya'nın adeta İskandinavya'ya uzanan parçası olan eyalet. Hem "Danimarka" azınlığı, hem de İskandinav ülkelerine coğrafi-toplumsal yakınlığı sebepleriyle, özellikle Danimarka'da hâkim olan "ekonomide liberal-sağ ve vatandaşlık haklarında sol-ilerici, çevreci" siyasi yaklaşım,  Schleswig-Holstein'da tuttu.  Ekonomik liberal, sosyal olarak yeşil-özgürlükçü "Jamaika", Schleswig-Holstein'in "ruhuna" bu sebeple uyuyor; ama Almanya'nın tümüne uyacak mı bakalım…

Tabii, bu arada Yeşiller daha koalisyona yönelik pozisyonlarını fazla açık etmedi. Ve CDU-CSU'da muhafazakârların da,"Almanya için Alternatif (Alternative für Deutschland-AfD)"nin yükselişi sonrası defansa geçerek iyice muhafazakârlaşması bekleniyor. Yani, "Jamaika" yolunun açılması için epey bir müzakere gerekecek.

"Jamaika" tek seçenek mi?

Jamaika elbette "kâğıt üzerindeki" tek seçenek değil; eğer ki, Angela Merkel, birden Britanya Başbakanı Theresa May gibi "aşırı hırslı" ve siyasi destek kaybına rağmen "iktidara yapışan ve müzakereye kapalı" olma yolunu seçerse, bir "azınlık hükümeti" de kurabilir. Bu durumda da, Merkel'in SPD'yi kendi tarafına çekmesi ve SPD lideri Martin Schulz'un desteği üzerinden "örtük bir koalisyona" gitmesi söz konusu olabilir.

Ancak, Schulz, sandık çıkış anketlerinin belli olmasının hemen ertesi oldukça ateşli bir konuşma yapmış ve hem Merkel'e karşı (yorumcuların ifadesiyle), "seçimlerde dahi olmadığı kadar sert bir muhalefet" ortaya koymuştu. Schulz ayrıca,  SPD'nin CDU-CSU ile, ülkenin başlıca siyasi hareketleri olarak "Gro-Ko" yani "Große Koalition"; "Büyük Koalisyon" yapması ihtimalini bu konuşmasında reddetti. Zaten SPD'nin büyük çoğunluğu bu koalisyona karşıydı. Partinin beklentisi, gücünün tazelenmesi, partinin yenilenmesi ve desteğinin artması idi.  Bu hedef Avrupa Parlamentosu Başkanlığı'ndan istifa edip SPD'nin başına geçen Martin Schulz'un çabalarına rağmen gerçekleşemedi. Parti hedeflediği çıkışı yapamadığı gibi, kamuoyu araştırmalarında öngörülen yüzde 23'lük oy potansiyeline bile ulaşamadı. Bu başarısızlık tablosuna rağmen Schulz'un,"Gro-Ko"ya "tenezzül etmesi" demek, Almanya politikasında ve SPD'deki kariyerini, en hafif deyimle, baltalaması demek.

Gerçi, Almanya'da seçmenlerin (anket zamanlamasına göre değişen oranlarla) yaklaşık yüzde 60-70’ten fazlasının desteklediği koalisyon seçeneği, Gro-Ko idi. Bu tercihe de çok şaşırmamak lazım zira, Almanya'da Merkel'li yıllar hep Gro-Ko ile geçti. Bu "sağlı-sollu" koalisyon da, işsizliğin düştüğü, kişisel gelirin arttığı son derece istikrarlı bir ekonomik tablo yarattı.

Ne var ki, "hayaller Gro-Ko, gerçekler Jamaika"…İşin en ironik yönü de, Merkel'in kendisinin, kişisel hayatında hep aynı şeyleri yapmaktan hoşlanan, boş zamanlarında hep Alplerdeki aynı köye, aynı mekâna, aynı zamanda tatile giden, hep mahallesindeki aynı lokantaya gidip hep de aynı masaya oturan biri olması. Özel ve profesyonel yaşamını, "istikrar", "güven" ve "öngörülebilirlik" üzerine kurmuş biri olan Merkel'in, tam da "emekliliğine" beş kala "Jamaika" macerasına atılmak zorunda kalması siyaset mi dersiniz, kader mi; hayatın büyük bir cilvesi tabii.

Bu yazıda, asıl "yakıcı" konu "Almanya için Alternatif (Alternative für Deutschland-AfD)"nin, yani popülist aşırı sağın yükselişi konusuna hiç girmedim. O konu, başlı başına bir yazıyı fazlasıyla hak ediyor zira…