Kaşıkçı’nın kaybedilmesi / 4: Akıllı saat?
Nişanlısı nedense, içeride Kaşıkçı’nın dövülerek öldürülüşüne dair kayıtları merak etmemiş, açmamış, veya bunlardan haberdar olmamıştı
19.10.2018
Her gün azar azar sızdırılan bilgilerin dayandığı kayıtlar, sızdırılan bilgilerin hazmı epeyce zor hale gelmesiyle, özel konu başlığı oldu. ABD Başkanı Donald Trump, 17 Ekim’de Fox Business kanalında konuşurken Türkiye’den bu kayıtları istedi; “eğer sahiden varsa” kaydını koyarak. Cansu Çamlıbel, Washington’dan, Trump’ın dediklerini şöyle aktardı: “Eğer varsa onları istedik. Olup olmadığından emin değilim. Muhtemelen var. [ Türkiye’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı] Pompeo döndüğünde kendisinden tam bir rapor alacağım. İlk soracağım soru da bu olacak.”
O güne kadar bu kayıtlardan edinilen bilgileri güvenle aktaran ABD basını da yavaş yavaş, “kayıtlar ortaya çıkmalı” talebini dile getirmeye başlamıştı.
Hattâ CNN International, fail Suudi Arabistan ve hâmisi ABD’nin yanısıra Türkiye’yi de “gerçeğe karşı tuhaf bir saygısızlık” yapmakla suçladı: “Böylesine tuhaf ve ölümle ilgili bir olayda gerçeği öğrenme ihtiyacı hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Fakat [olayla] en ilgili [ülkeler] olan üç taraf da bu gerçeği sunmakla ilgilenmiyor gibi görünüyor. Aslında, üzerinden 15 gün geçmişken, üç taraf da bir şekilde bir tür örtbas etme halinde.”
• “Kayıtlar” neden sorun?
Öncelikle dünya kamuoyu bu kayıtlara dayanılarak bilgilendirildiği için. Cemal Kaşıkçı’yı kim nasıl öldürdü, bunu bize bu kayıtlardan elde ettikleri bilgileri aktaran “yetkili”lerden öğreniyoruz. Gazeteciler, siyasetçiler ve olayla ilgilenen herkesin duygusu ve tavrı bunlara göre şekilleniyor.
İkinci olarak, bu kayıtların nasıl elde edildiği başlıbaşına sorun.
1961 ve 1963 tarihli iki uluslararası anlaşma, Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi ile Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi uyarınca Türkiye, topraklarındaki herhangi bir diplomatik temsilcilik binasını böcekler veya başka yöntemlerle dinleyemez, gözetleyemez, hele burada olup biteni görsel-işitsel kayıt altına alamaz.
Öyleyse nasıl oluyor da mütemadiyen kayıtlardan sözediyoruz? Bunlar nasıl elde edildi?
İlk akla gelen, elbette CIA ya da genel olarak “Amerikalılar”. Fakat normal zamanda her müşkil kapıyı açan bu anahtar bu sefer iş görmüyor, çünkü “Amerikalılar”a “kayıtlar var” diyen, ABD basınına bunlara dayanarak bilgi aktaran, Türk yetkililer. CIA’in, MbS’nin ülke dışındaki muhalifleri derdest etmeye yönelik planlar yaptığına dair, cinayetten önceye ait “kayıtlar”ı var gerçi; ancak bu defakiler onun değil.
Ses (ve belki görüntü) kayıtlarına ilişkin haberlerin verilişindeki dolambaç, ilk günlerde başlıbaşına bir teknik mertebesine yükseldi. “Kayıtlar”a dayalı, Ankara kaynaklı bilgiler “Türk yetkili”lerce ABD’li muhataplarına ve gazetecilere aktarılıyor, ABD basınında yayımlanıyor, bilahare oradan Türkiye’ye yeniden ithal ediliyordu. 12 Ekim’de Hürriyet’in haberi şu başlığı taşıyordu: “Önce Washington Post şimdi CNN… Şok edici ses ve görüntü kayıtları…” Konu hunharca işlenmiş cinayet olmasa eğlenceli bile denebilirdi buna.
Daha sonra, öyle görünüyor ki, zaman zaman kartvizitlerine “üst düzey” sıfatı da eklenen “Türk yetkili”ler, günler ilerledikçe doğrudan ABD basınını muhatap alır oldular. Nihayet, işte, cinayetten iki hafta kadar sonra, bu kayıtların ortaya çıkarılması yönünde talepler yükselmeye başladı.
Kayıtlarla ilgili ana sorun şu ki, bunların Viyana Sözleşmesi’ni çiğnemeden elde edilmiş olması gerekiyor. Yoksa Türkiye’nin başı derde girecek ve şu ana kadar Suudi Arabistan karşısında sağlanmış ahlâkî üstünlüğe gölge düşecek.
– “Akıllı saat teorisi” nereden çıktı?
İşte buradan. Cinayete ilişkin kesin kanıt oluşturan ses kayıtlarının Cemal Kaşıkçı’nın kolundaki “Apple Watch” ile yapıldığı iddiası, muhtemelen, Ankara’nın elinde bulunduğunu ileri sürdüğü ses(-görüntü??) kayıtlarının nasıl elde edildiği problemini çözmek üzere ortaya atıldı.
– “Akıllı saat teorisi” haberi sağlam mı?
13 Ekim günü iktidar propaganda aygıtının hızlı treni Sabah gazetesi, “akıllı saat” teorisi veya isterseniz “formülü” ile sahneye çıktı: Kaşıkçı, “içeride başına gelebilecekleri önceden sezip” kolundaki “akıllı saat Apple Watch’ın ses kayıt özelliğini” açmıştı. “Cep telefonlarını nişanlısına bıraktıktan sonra” Kaşıkçı, akıllı saatini “iPhone’uyla eşleştirmiş”, böylece “Suudi Arabistan’dan iki jetle gelen suikast timi tarafından [Kaşıkçı’ya] müdahale edildiği anlar, akıllı saat ile anbean kayıt altına alınmış (…), Kaşıkçı’nın sorgulandığı, işkence edildiği ve öldürüldüğü anlar Apple Watch’ın hafızasına ses kaydı olarak girmiş”ti.
Devamı da var: “Cep telefonu ile senkronize olan saate kaydedilen dosya aynı zamanda telefona ve iCloud (Apple Bulut Server) depolama alanına da kaydedildi. Cemal Kaşıkçı’yı öldüren Suudi infaz timinin bütün konuşmaları bu dosyaya kaydedildi. Kaşıkçı öldükten sonra saatin kayıt yaptığını anlayan Suudi infaz timindeki istihbaratçılar önce şifre denemeleri yaparak Apple Watch’ı açmaya çalıştı. Bunu başaramayınca Kaşıkçı’nın parmak izini kullanarak saate giriş yapıp bazı dosyaları silmeye çalıştılar. Edindiğimiz bilgilere göre Suudi istihbaratçılar bazı dosyaları silmeyi de başardı. Ancak dosyaların tamamını silemedi. Kaşıkçı’nın telefonuna kaydedilen ses dosyası soruşturmayı yürüten güvenlik birimleri tarafından nişanlısındaki telefonda bulundu.”
“Haber” şöyle sürmeliydi: Nişanlısı nedense bu telefona kaydedilen dosyaları, yani içeride nişanlısının dövülerek öldürülüşüne dair kayıtları merak etmemiş, açmamış, bakmamış veya bunlardan hiç haberdar olmamıştı…
Gerçekten, nasıl olmuştu bunlar? Ya da: olabilir mi?
Önce Sabah’ın haberinde dikkat çeken minik bir-iki ayrıntıya göz atalım. Bu yüksek teknoloji öyküsünün anlatıldığı yerde şöyle bir arabaşlıkla karşılaşıyoruz: “Tercümanla deşifre edildi”. Acaba okurlar olarak, Türk polis ve istihbaratçıların Arapça konuşmaları nasıl anladığına takılır da öyküden şüphe mi ederdik? ‘Arapça konuşmaları nasıl anlamışlar?’ demek, kimin aklına takılır, kurduğu öyküden bizzat şüphelenen anlatıcıdan başka? Yoksa bu basit bir “gazeteci” kusuru da ben mi büyütüyorum? Mümkün tabiî.
Oldu olacak gerisini de aktarayım; paragrafın bütünü, “tüm”leriyle, “tek tek”leriyle göz dolduruyor: “Dosya dinlenildiğinde Kaşıkçı’nın nasıl sorguya çekildiği, işkence edildiği ve sonra nasıl öldürüldüğüne ilişkin kayda rastlandı. Bu kayıt Suudi gazetecinin öldürüldüğüne dair en önemli kanıt oldu. Güvenlik birimleri tercüman vasıtasıyla o an neler yaşandığını, tüm konuşmaları tek tek analiz etti.”
Nasıl? Tatmin edici mi?
“Akıllı saat teorisi”nin ortaya sürüldüğü, “Sabah, (…) Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın infaz edildiği anların ses kayıtlarının bulunduğu bilgisine ulaştı” sözleriyle başlayan, “Sabah Özel İstihbarat Bölümü’nün güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye” dayandırılan haberin sonunda şu sözlerin yeralması da insanın aklına neler getiriyor: “İngiliz Daily Mail ve Amerikan Washington Post gazeteleri Kaşıkçı’nın dövüldüğüne ilişkin Arapça konuşmaları içeren ses kayıtlarının bulunduğunu yazdı.” Bunlara “ulaşan” siz değil miydiniz?
• “Akıllı saat teorisi” mâkûl mü?
Teoriyle ilgilenen CNN, “böyle bir şey olabilir mi?”den işe başladı ve kimi deneyler de yaparak “zayıf ihtimal” sonucuna vardı: “Kaşıkçı’nın Apple Watch’unun cinayeti kaydetmiş olması ihtimali neden zayıf” diye başlık attı, [ ] özel haberine.
“Akıllı saat teorisi” evvelâ sosyal medyada büyük gürültü kopardı. Daily Sabah’ın Washington muhabiri Ragıp Soylu teoriyi özetleyen bir tweet atınca müthiş bir tartışma başladı. Soylu şöyle yazmıştı: “Sabah’ın Kaşıkçı konusundaki dev haberi: • Kaşıkçı kendi sorgusunu Apple Watch ile kaydetti • Kayıtlar iCloud’a yüklendi • Suudiler sorguladılar, işkence yaptılar ve onu öldürdüler • İnfaz timi Kaşıkçı’nın saatine onun parmak izlerini kullanarak ulaştı, bazı dosyaları sildi • Telefonda dosyaların kopyaları vardı.”
Üzerinde tartışılan noktaların ilki, Apple Watch’un Türkiye’de herhangi bir telefon şebekesine kendi başına bağlanıp bağlanamayacağıydı. Bağlanmıyor. Dolayısıyla “saatle kaydetti, dosyaları iCloud’a yükledi” diye bir ihtimal yok. Saat bütün bunları ancak telefonla -Bluetooth veya bir kablosuz ağ aracılığıyla- ilişkide olabilirse yapabiliyor. Zaten haberde de Kaşıkçı’nın içeri girmeden önce bu bağlantıyı kurduğu ve telefonunu bundan sonra nişanlısına bıraktığı ileri sürülüyor. Ses kaydı yapabilmesi için saate bir “üçüncü parti” programı önceden indirip yüklemiş olduğunu da varsaymamız gerekiyor ki, bu elbette mümkün. (Sadece, sözünün edilmeyişi, muhtemelen, haberi imal edenlerin, zihinlerinde Apple Watch’a bir nevi iPhone muamelesi yaptıklarını gösteriyor.)
Apple Watch ile ses kaydetmede popüler olan Just Press Record uygulaması, saat iPhone’la bağlantıda olmasa bile kaydı yapıp, bağlantı yeniden kurulana kadar dosyayı saatte saklıyor. Bu, “akıllı saat teorisi”ne geçerlilik kazandırabilecek bir ayrıntı olabilirdi, ancak olayımızda, maktûlün akıllı saatiyle telefonunun bir daha yanyana gelmediğini -maalesef- biliyoruz.
Dolayısıyla buradan gidildiğinde teorinin çıkmaza girdiğini görüyoruz. Çünkü saatle telefonun aradaki Bluetooth bağlantısını koruyabilmesi için mümkün en uzak mesafe yaklaşık 10 metre. Konsolosluk gibi, kalın duvarlar, belki gizlenmiş metal plakalar ve muhtemelen koruyucu elektronik teçhizatla donatılmış bir yerde, bahçe duvarının dışında bekleyen birinin elindeki telefonla Kaşıkçı’nın saatinin bağlantıda kalması mümkün görünmüyor. Bu bağlantıyı Kaşıkçı’nın o şartlarda konsolosluğun WiFi’sine, kablosuz ağına girerek yapmış olabileceğini düşünmek, daha da imkânsızına yönelmek olacak. Bu yüzden, CNN’in istihbarat ve güvenlik uzmanı, eğer konsolosluğun içinden birtakım sesler dışarıdaki bir kayıt cihazına aktarılabildiyse, bunun ancak içeri bu amaçla yerleştirilmiş ekipmanla yapılabileceğine işaret ediyor. CNN’in görüştüğü bir “eski Türk diplomatı” da “akıllı saat teorisi”ni “aptalca saptırma” diye niteledi.
“Akıllı saat teorisi”nin önümüze sürüldüğü haberde Suudi infaz timinin Kaşıkçı’nın saati tarafından kaydedilen dosyalara maktûlün parmak izlerini kullanarak ulaştığının iddia edilmesi ise bütün teoriye gölge düşüren, önemli bir zaaf olarak görünüyor. Çünkü Kaşıkçı’nın kullandığı daha önceki bir fotoğraftan tesbit edilen Apple Watch modelinde aygıtın parmak iziyle açılmasını sağlayacak bir düzenek yok. Parmak iziyle ancak telefonu açmış olabilirlerdi, o da ellerinde değildi. Nişanlısındaydı, polise verdi.
Tabiî bu durumda timin iCloud’a nasıl ulaşıp birtakım dosyaları sildiği de, yalnız habere renk ve heyecan katmak için araya sokulmuş gerilim unsuru oluyor.
Apple Watch’un bazı başka özellikleri de anlatılanın gerçekleşmesi ihtimalini zora sokuyor. Bu saat, bilekten ayrıldığında kilitleniyor. Nabız algılamadığında. Saatin şifresine sahip olmayan biri aygıtı yeniden çalıştırabiliyor; ancak reset’leyerek. Bu durumda saatin barındırdığı kayıtlar siliniyor. Başka yere alınmış kopyalarsa silinmiyor. Aygıtın nabız algılamadığında kilitlenmesi, bu olayda başka bir anlama daha geliyor: Ölmüş birinin kolundaki saat çalışmıyor artık! Oysa daha sonra gördük ki, kayıtlara dayanılarak verilen bilgiler, Kaşıkçı öldürüldükten sonraya uzanıyor.
Adlî tıpçılar, akıllı saatlerin cinayetlerin aydınlatılmasında giderek daha çok işe yaradığını kabul ediyorlar. Ancak, ceset ile saatin ya da katil zanlısı ile saatin birarada ele geçirilebilmesi halinde bu yararın çok yüksek olduğunu belirtiyorlar. Ceset kayıpsa veya saatin ne zaman nerede, ne halde olduğu bilinmiyorsa, saatten edinilecek bilginin yanlış yorumlanması ihtimali büyüyor. Kalbin durduğunu gösteren bir saat, onu takanın ölmüş olduğunu ortaya koyabileceği gibi, sırf pili bittiği için araştırmacıyı yanlış yola da saptırabilir. Ya da, bir aşamada saati başkasının alıp takmadığını nasıl bileceğiz? Sahibi koşmadığı, idman yapmadığı zamanlarda kalp atışına dair veriyi anca beş dakikada bir kaydeden akıllı saatten kayda değer bilgi elde etmek her durumda kolay değil, adlî tıpçılara göre.
Bu teorinin geçersizliğini teyit.org'un yaptığı çalışma da ortaya koydu. Keşke ben şu yukarıdaki bilgileri toplamakla boğuşmadan önce bu çalışma yapılabilseymiş 🙂
“Akıllı saat teorisi”nin yolaçtığı bir değişiklik, pek üzerinde durulmaksızın gerçekleşiverdi. Başlangıçta Ankara’nın elinde cinayeti kanıtlayan ses ve görüntü kayıtlarının bulunduğu söylenirken, yalnız ses kayıtlarından sözedilmeye başlandı. Kamerası olmayan bir saat üzerine bina edilen teori için isabetli. Çünkü kayıtların akıllı saat aracılığıyla elde edildiği yollu teoriye baştan saldıranların önemli kısmı, “saatte kamera yok ki!”yi öne sürdüler; haklı olarak.
“Görüntüler var”dan “ses kayıtları var”a geçiş patırtısız oldu. Bu viraja mecbur kalınmasından, bilgileri veren yetkililerin mi, işleyen gazetecilerin mi daha çok sorumlu olduğunu biz sıradan fâniler bilemiyoruz. Belki hakikaten sadece yanlış anlamadır.
Ancak eldekiler görüntü değil ses kaydı da olsa “bunlar nasıl edildi?” sorusu geçerliliğini koruyor. Saatle olamıyor, gördüğümüz üzre.