Medya, ‘adı konmamış darbe’ ile yüzyüze
Milliyet yazarı Kadri Gürsel’in bir tweet nedeniyle işinden atılması, iktidarın arzusu yönünde alınan cezai tedbirlerin son örneğini oluşturmuştur

29.07.2015
7 Haziran seçim sonuçlarının medya üzerinde yarattığı göreceli rahatlama hali hiç de uzun ömürlü olmadı. Oluşan parlamento tablosuyla zorbalık ve despotluğa doğru gidişin frenlenmesinde üç muhalefet partisine giden yüzde 60 dolayında oyla medyada yaşanan ‘boğulma’ halinden yavaş da olsa çıkış umanlar bir kez daha hayalkırıklığı yaşıyor.
Kısa bir şok ardından ipleri yeniden ele geçiren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın IŞİD'le mücadeleye katılma kararının içine PKK'ya karşı savaşı da eklemesi ve buna ek olarak HDP'nin muazzam bir şeytanlaştırma taarruzuna maruz bırakılmasıyla toplum sert bir odak kayması yaşarken, haber ve bilgi akışının önüne yeni setler çekilmekte.
İşten çıkarmalar devam ederken, sansür ve tehditler de yeniden hız kazanıyor. Kanaatini ifade ettiği için Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel'in – tek bir tweet nedeniyle – işinden atılması, 'kovma'nın iktidarın arzusu doğrultusunda nasıl etkili bir 'cezai tedbir' olduğunun son örneğini oluşturmuştur. İşinden edilen meslektaşımızın Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) Türkiye Komitesi Başkanı olması, iktidarın ve onunla 'kirli işbirliği' içindeki patronların medya bağımsızlığı ve özgürlüğüne karşı nasıl pervasızca savaşmakta olduğunu göstermektedir.
Medya üzerinde biraz dağılır gibi olan kâbus, 23 Temmuz'dan bu yana yeniden olanca ağırlığıyla sektörün üzerine çökmüştür. Bu çöküşün tam da 'sansürün kaldırılışının yıldönümü' olan 24 Temmuz'dan itibaren etkisini göstermesinde, Türkiye'nin değişme belirtileri göstermeyen acı gerçekliği açısından anlamı büyüktür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, IŞİD ve PKK hedeflerine yönelik operasyonların başladığı sıralarda yaptığı açıklamada, 'güvenlik' gerekçelerine dayandırarak, 'bundan böyle basının bu konularda daha az bilgilendirileceğini' söyledi. Tam tersine, toplumun neler olup bittiği konusunda çok daha net bilgi sahibi olmasının daha fazla önem kazandığı bu kritik dönemde öncekilere eklenen bu yeni kısıtlama bir kez daha Anayasa'nın halkın haber alma ve medyanın haber verme özgürlüklerine dair maddelerinin hiçe sayılmakta olduğunu gösteriyor.
Son gelişmelerin bazı köşe yazarları tarafından 'adı konmamış bir darbe' olarak nitelendirilmesi, durumun vahametini yeterindce ortaya koymaktadır.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, son olarak, Güneydoğu'da habercilik yapan 100'e yakın internet sitesine erişimi 'terör örgütü propagandası' gerekçesiyle engelledi. Bu düpediz sansürdür. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) son açıklamasında açıkça altı çizildiği üzere, 'TİB’in görevi halkın gerçekleri öğrenmesinin engellenmesi olmamalıdır'.
TGC ' Kamuoyuna yansıyan olay ne kadar vahim olursa olsun halkın haber alma hakkı zedelenmemelidir. Aksi halde basın, kamuoyunun gözü kulağı olma şeklindeki hayati rolünü oynayamaz. Gerçekleri öğrenmek, bilmek herkesin hakkıdır. Bu hak zedelendiğinde gerek yargı hakkında gerek olay hakkında gerçek olmayan, spekülasyona dayanan bilgiler ortalıkta dolaşmaya büyümeye başlayacaktır ki asıl tehlike de bu olacaktır' tespitinde yerden göğe kadar haklıdır.
Oysa, Suruç'taki terör saldırısı gibi gelişmelere getirilen yayın yasağı uygulamalarının yanı sıra, internette yoğunlaşan baskı dalgası, işten çıkarmaların yanı sıra – en son HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın basın toplantısına sözde 'ana akım' TV kanalları tarafından uygulanan oto-sansür, Başbakan Davutoğlu'nun Cumhuriyet ve Zaman başta olmak üzere eleştirel gazetelere akreditasyon yasağı uygulaması, Doğan Grubu'na tehditlerin yoğunlaşması, Erdoğan ve AKP yanlısı medyadan yayılan manipülasyon ve nefret söylemiyle birlikte ele alındığında görünen manzara, Türkiye'de zaten öteden beri tökezleyen medyanın iyice felç edilmesi; daha da vahimi, habercilik ve yorumculuğun 'kriminalize' edilmesi, 'suç faaliyetine' eşitlenmesinden başka bir şey değildir.
Sansür ve otosansürün daha da artacağı, cezai tedbirlerin daha da yoğunlaşacağı bir döneme giriliyor. Hal böyle ise öncelikle yapılması gereken, haberciliğe yoğunlaşmak ve meslek içi dayanışmayı canlandırmaktır.