Basın tarihi: Hayata Dönüş Davası ne oldu?
Ne yaparsa yapsın hiç kimsenin böyle bilinçli bir şekilde öldürülemeyeceği, suçların ancak mahkeme kararlarıyla cezalandırılacağı tümüyle unutuluyor
26.06.2024
Siyasal iktidar epeydir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı müthiş bir aldırmazlıkla çiğneyip geçiyor.
AYM ve AİHM kararlarına anayasanın açık hükmüne rağmen uymuyor.
Bu hukuksuzluk dehşeti de her düzeyde tırmanıyor… Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir mütalaasında Yargıtay’ın kendi içtihadının yok sayıldığını gördüm geçenlerde.
Hayırlı bir gidişat değil.
***
2008 yılı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayınlanışının 60. Yılıydı.
Basın tarihi üzerinden Türkiye’nin insan hakları karnesine daha da derinlemesine baktım.
Türkiye, 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yayınladığı rakamlara göre yurttaşları tarafından en fazla şikayet edilen üye ülkeler arasında Rusya Federasyonu’ndan sonra ikinci sıradaydı.
Bugün Rusya evrensel hukuk ile bağını tamamen kopardığı için AİHM’den de koptu.
O nedenle Türkiye 2024 yılında vatandaşları AİHM’e en çok baş vuran ülke konumuna “yükselmeyi” başardı.
***
2008 yılının anayasadaki hakların ihlali açısından farklı bir özelliği de var.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi “işkence yasağını” düzenliyor.
3. Madde’nin ihlal edildiğine dair kararların alınabilmesi için soruşturma aşamalarında usulüne uygun olarak hazırlanmış belgelere ve geçerli kanıt olabilecek adlî tıp raporlarına gerek var.
Geçmiş yıllarda yapılan 34 başvuru 2008’de karara bağlanmış ve 2008 yılında Türkiye 3. Madde’nin ihlalinde ilk sıraya yerleşmiş.
***
2008 yılı içinde AİHM, Türkiye’nin işkence yasağını 3 kez; insanlık dışı ve onur kırıcı muamele yasağını 30 kez ihlal ettiğine karar vermiş ve yine 3. Madde’yle ilgili olarak 24 davada Türkiye’nin “etkili soruşturma” gerçekleştirmediğine hükmetmiş.
İzleri devlet içinde kaybolan ihlaller nedense “etkin” soruşturulmuyor bizim ülkemizde.
Bugün de değişen bir şey yok…
Sedat Peker’in ifşaatına rağmen ne Kutlu Adalı’nın katilleri bulundu, ne de Sinan Ateş cinayeti etkin şekilde araştırılıyor.
***
“Cezasızlık” Türkiye’deki yönetim zihniyetinin alameti farikası.
Bugün iyice azmanlaşan bu durum 2008 yılında da revaçtaymış.
Nitekim Türkiye İnsan Hakları Vakfı Raporu, “Türkiye’de kural haline gelmiş olan cezasızlığa” 2008 yılından çarpıcı bir örnek veriyor:
“19 Aralık 2000’de gerçekleştirilen ve adına Hayata Dönüş denen cezaevlerine yönelik operasyonlarda ikisi güvenlik görevlisi olmak üzere 34 kişi yaşamını yitirmişti. Bu nedenle açılmış davalar 2008 yılında süre aşımına uğradı ve dosyalar kapatıldı.”
***
2022 yılının son haftasında yazdığım “Hayata Dönüş Katliamı ve medya rezaleti” başlıklı Basın tarihi yazısını şöyle bitirmiştim:
“Vahşet sonrasındaki yargı süreci de bir felaket… Onca insan diri diri yakılarak öldürülüyor ama ceza alan olmuyor. Öldürülenler suçlu ilan ediliyor.
Ne yaparsa yapsın hiç kimsenin böyle bilinçli bir şekilde öldürülemeyeceği, suçların ancak mahkeme kararlarıyla cezalandırılacağı tümüyle unutuluyor.
Hukuk bütünüyle bir kenara itiliyor.
Binlerce askerin cezaevlerini basması, insanları yakması, parçalaması, vurması bu ülkenin yargısı tarafından ‘doğal’ karşılanıyor.
Hukuk, devlet görevlileri tarafından işlenen suçları yargılayamazmış gibi davranılıyor… ‘Devlet görevlisiysen her türlü suçu işleyebilirsin’ inancı bir kez daha vurgulanıyor.
Türkiye’deki düzeni sağlıklı bir şekilde yeniden inşa etmek istiyorsanız muhakkak basın tarihine bakın.
Çürümenin tüm boyutları orada var.
Nelerin düzeltilmesi gerektiği de açıkça orada görülüyor.”
***
TİHV, 2008 yılında gözaltında ya da cezaevinde, şüpheli olarak nitelenen ölüm vakaları sayısının 47’ye ulaştığını vurguluyor.
Ve şu hatırlatmayı yapıyor:
“Engin Çeber adlı yurttaşın cezaevinde öldürülmesi üzerine, medyanın ve kamuoyunun duyarlılık göstermesiyle güvenlik güçlerinin yaşam hakkına yönelik şiddeti konuşulmaya başlandı.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Çeber’in ailesinden bir ilk oluşturarak özür diledi.”
***
2008 yılları medyasını tarayınca olumlu ve olumsuz birçok gelişmenin içine geçtiğini görüyorsunuz.
Örneğin TRT Kurdî, 25 Aralık 2008’de test yayınına başlıyor.
Kanal, 1 Ocak 2009’da Türkiye Radyo Televizyon Kurumuna bağlı olarak normal yayına giriyor.
Önemli bir adım olmasına rağmen ne yazık ki köklü bir demokratikleşmeye yol açmıyor.
***
2007 yılında gündeme getirilen yeni bir anayasa hazırlanması ya da mevcut 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi 2008 yılında da siyasal gündemdeydi.
Ancak kapsamlı ve köklü yaklaşım yerine, parçalı ve sınırlı bir adım ile yetinildi.
Rejim baki kaldı.
***
Nitekim 2008 yılında İstanbul’da 1 Mayıs gene yasaktı.
Halk gün boyunca ilan edilmemiş bir sıkıyönetim yaşadı. İşçiler, memurlar, avukatlar dövüldü, basın mensuplarının kolu kırıldı, olayların yakınından geçen yurttaşlar da bu şiddetten nasibini aldı.
74 kişi yaralandı, 2851 kişi stadyumda 1 gün boyunca resmi işlemleri yapılmaksızın gözaltında tutuldu, 4 kişi tutuklandı.
***
2008 yılına hukuksal gelişmeler üzerinden bakılınca teşhis net:
Demokratikleşme samba yapar gibi olmuyor, top yekün, baştan aşağı ve derinlemesine bir icraat istiyor.
Bu yapılmazsa hukuksuzluk devam ediyor.
Hukuksuzluğu yapanlar değişiyor ama hukuksuzluk her zaman varlığını koruyor.