BBC terör propagandası mı yapıyor?

AKP “terör propagandası” iddiasıyla basını sansürlemeye çalışıyor. Thatcher’dan öğrendiğimiz bir şey varsa, o da baskının işe yaramayacağı.

EFE KEREM SÖZERİ

31.08.2015

Britanya’nın yayın kuruluşu BBC, 19 Ağustos’ta Kandil’de PKK militanları ile yapılmış söyleşilerden oluşan bir haber yayımladı.*
 
Belgesel yönetmeni ve BBC İran muhabiri Jiyar Gol, çoğunluğu IŞİD’in baskılarından kaçan kadın ve erkeklerle yaptığı röportajlarda, bu kişilerin PKK’ye neden katıldıklarını aktarıyor ve kamptaki hayatlarından bir kesit sunuyor.
 
Haberin girişinde, PKK’nin Türkiye hükümetince “terörist örgüt” olarak görüldüğü belirtilmiş, örgütün Suruç patlamasından Türkiye’yi sorumlu tutarak iki polis memurunu öldürdüğü de hatırlatılmış. Bunun dışında Türkiye ile ilgili iki kısa referans, PKK’ye yönelik Türk hava saldırılarının IŞİD ile mücadeleyi engelliyor olduğu iddiası, ve bir kadın militanın AKP’yle de savaşmaya hazır olduğunu belirtmesi.

 
[Görsel: Jiyar Gol / BBC]

Bu haberden bir gün sonra, Dışişleri Bakanlığı BBC’yi terörizme destek vermekle suçladı:
 
“BBC’nin 20 Ağustos 2015 tarihli yayınında PKK terör örgütünün yazılı ve görsel propagandasına yer verdiği görülmüştür.
 
“Başta AB ülkeleri olmak üzere birçok ülkenin terörist olarak adlandırdığı bir örgüt hakkında bu şekilde yayın yapılması terörizme açık bir destektir.
 
“İngiltere dahil olmak üzere AB ülkeleri tarafından terörist niteliği tespit ve teslim edilmiş olan bu yasadışı örgütü, bir başka terör örgütü ile mücadele eden masum bir örgütmüş gibi göstermeye çalışan ve PKK'ya katılımı teşvik eden bu yayın hiçbir şekilde kabul edilemez. Yayın bu alandaki BM ve Avrupa Konseyi kararlarını da ihlal etmektedir. Terörizmi teşvik etmek ve övmek suçtur.”
 
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması oldukça ciddi iddialar içeriyor; ancak bu iddiaların uluslararası hukukta veya İngiltere hukukunda bir geçerliliği olduğunu iddia etmek zor.
 
Bundan daha vahim olansa, bakanlığın basın özgürlüğüne ve tarafsızlığına müdahalesi.
 
Britanya hukukunda terör suçu ve propagandası
 
Britanya’nın (Birleşik Krallık) 2000 yılında kabul edilen Terörizm Kanunu'na göre, bir eylemin terör eylemi veya tehdidi olarak sayılabilmesi için, insan hayatına veya mala zarar veren, kamu güvenliğini ve sağlığını tehlikeye atan niteliklere sahip olması; ve bunların siyasi, ideolojik, dini, veya ırkçı bir amaçla yapılmış olması gerekli.
 
Kanun, terör eylemlerine bir tanım getirmiş olması açısından olumlu; fakat, polise tanıdığı yeni yetkilerin kötüye kullanılması nedeniyle eleştirilmiş ve 2006 yılında yapılan değişiklik ile terör suçları genişletilmiş, “terörizmi doğrudan veya dolaylı olarak övmek ve yüceltmek” eklenmiş.
 
Fakat, aşağıda açıklayacağım gibi, terör propagandası suçlaması için amaç ve sonuç arasında sağlam bir ilişki kurulması şart. Tüm dünyadaki silahlı örgütler hakkında haber yapan BBC hakkında bu maddeden herhangi bir soruşturma açılmamış olması bu şartın yargıda da gözetildiğini gösteriyor. Ancak elbette hükümetler tarafsız ve objektif olmak zorunda değil.
 
Birleşik Krallık’ın terör örgütleri listesindeki 67 "uluslararası terör örgütü"nden 47 tanesinin "İslamcı" veya "cihatçı" olarak tanımlanmış olması; yerel terör örgütlerininse hepsinin Kuzey İrlanda’da ayrımcılığa karşı mücadele vermiş olması bir tesadüf değil; çünkü terörist örgüt tanımı net kriterlere göre değil, siyasi ihtiyaçlara göre yapılıyor.
 
Uluslararası hukukta terör suçu ve propagandası
 
Terörün tüm ülkelerce kabul edilen ortak bir tanımı yok.
 
Yine de güncel pek çok düzenleme, Birleşmiş Milletler tarafından imzaya açılan 20 kadar sözleşme ve karara atıf yapıyor. Bu metinlerdeki ortak nokta, bir saldırının terör saldırısı olarak nitelenmesi için hedefinin sivil (veya, o anda çatışma halinde olmayan, ‘non-combatant’) olması ve saldırı sonucunda siyasi sonuçların amaçlanış olması.
 
Uluslararası alanda, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin terör listelerine alınmış kişi ve kurumlara karşı ekonomik yaptırımlar uygulanması, seyahat ve silah ticareti kısıtlamaları konulması dışında bir yaptırım yok.
 
Türkiye’nin 2012’de onayladığı Avrupa Terörü Engelleme Sözleşmesi’nin 5. maddesi, "halkı terör saldırısına teşvik" başlığını taşıyor ve “bir terör saldırısının gerçekleştirilmesi amacını taşıyarak bir mesajın duyurulmasını sağlayan, ve terör saldırısını doğrudan savunmasa bile, bu tür saldırıların gerçekleştirilmesi tehlikesini yaratacak olan” fiiller suç olarak tanımlanmış.
 
Birleşik Krallık bu sözleşmeye taraf değil; ancak sözleşmenin 5. maddesinde suçun oluşması için amaca ve sonuca bakılması gerektiğinin belirtilmesi önemli bir ilke.
 
AİHM ise terör propagandasına ilişkin bir kararında, Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu lideriyle yapılacak bir röportajın kamu güvenliğini tehlikeye düşüreceğini ve terör propagandası olacağına hükmetmişti.
 
Fakat Öcalan’ın Nevruz mesajı televizyonlardan canlı yayımlanmışken, PKK hükümetle resmi görüşmeler yapmışken, BBC’nin PKK kamplarını gösteren bir haberinin kamu güvenliğini tehlikeye düşüreceğini iddia etmek zor.
 
Kaldı ki, haberin dili PKK’nin Türkiye’de eylem yapmasını övmüyor, IŞİD ile savaştaki rolünü anlatıyor. Her durumda, bunun denetimi hükümete değil editörlere düşen bir görev, çünkü okuyucuya karşı sorumlu olan onlar.
 
BBC’nin terör konusundaki editoryal ilkeleri
 
Dışişleri kısa açıklamasında 12 kez “terör” demiş olsa da, BBC dahil pek çok yayın kuruluşu haberlerinde bu kelimeyi kullanmaktan kaçınıyor. Bunun sebebi, “terör” kelimesinin bir haberde geçen olayı tarif etmekten ziyade, o eyleme karşı olanların politik görüşünü tarif etmesi.
 
BBC’nin editoryal rehberinde, “terörist” yerine intihar bombacısı, silahlı saldırgan ve militan gibi saldırganı tarif eden kelimeler önerilmiş. Ancak, olayın bir tanığı veya bir siyasetçi ifadesinde “terör saldırısı” veya “terörist” kelimelerini kullanırsa bu aynen aktarılıyor.
 
Associated Press (AP) ve Reuters gibi ajanslar ile Al Jazeera English ve The Guardian gibi haber masalarının bu konudaki yayın politikaları da benzer. Fakat kaçınılan tek ifade terör değil: Al Jazeera ile AP, “İslamcı” ve “cihadist” gibi ifadelerin kullanımını da düzenliyor; hatta Al Jazeera editörleri, Akdeniz’deki mülteci krizini okuyucularına aktarırken “göçmen” kelimesini artık kullanmayacaklarını, bu kelimenin bu olayı anlatmakta yetersiz kaldığını ifade ettiler.
 
Tüm bu kararlar, editörlerin bağımsız iradeleriyle alınıyor. Ne haber yapılan konular, ne de haberde kullanılan dil hükümetlerin baskısıyla belirlenmiyor.
 
Fakat bu her zaman böyle değildi: Thatcher hükümeti BBC’nin bir programında Sinn Féin yöneticisi Martin McGuiness’ın gündelik hayatının anlatılmasını propaganda olarak değerlendirmiş ve yayımlanmasını engellemiş**; 1988-1994 arasında ise altı yıl boyunca Sinn Féin yöneticilerinin demeçlerinde veya mülakatlarında kendi seslerinin kullanmasına yasak koymuş.
 
Bugün HDP eş-başkanı Demirtaş’ın demeçlerinin TRT haberlerinde kendi sesinden verilmemesi de böyle bir zihniyetin ürünü.
 
Bugün sahibinin sesine dönüşen TRT karşısında, kamu yayıncısı BBC sansürlü dönemde de Sinn Féin haberleri yapmaya devam etti; hala da bağımsızlığını kendi içinde dahi koruyor. Dışişleri Bakanlığı’nın terör propagandası olarak değerlendirdiği o haber, BBC Türkçe’de yayımlanmadı. Bunun sebebini sormak için görüştüğüm BBC Türkçe editörü Murat Nişancıoğlu, Bakanlığın açıklamasından bir gün önce (haber İngiltere’de yayımlandığında) haberi kendilerinin yayımlamama kararı aldıklarını belirtti.
 
Doğrusu, Jiyar Gol’un röportajlarında sorulmamış bazı sorular kaldığını düşünüyorum. Örneğin AKP’yle savaşmaya hazır olduğunu belirten kadın PKK üyesine Türkiye hükümetini neyle suçladığı, nasıl algıladığı sorulabilirdi; Türkiye-PKK çatışmasının yeniden başladığı bir dönemde PKK’nin sadece IŞİD cephesini ele almak önemli bir eksik.
 
Fakat, tekrar, bu kararlar editörlere ait. Bunu değerlendirme hakkı ise okuyucunun.
 
AKP hükümetlerinin terör konusundaki ilkesizliği
 
AKP hükümetleri, Türkiye’de terör örgütü saydığı grupların uluslararası alanda sansürlenmesini isterken, başka devletlerin terör örgütü saydığı ÖSO ve Hamas’ı övüyor, BM’nin terör listesinde yer alan Yasin El Kadı’ya koruma sağlıyor, savaş suçlusu Ömer El Beşir’i ağırlıyor. Bu tam anlamıyla bir çifte standart.
 
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Suriye hükümetini silahlı mücadele ile devirmeyi hedefleyen bir örgüt. Suriye hükümeti, ÖSO’yu “silahlı bir terörist grup” olarak tanımlıyor, resmi haber ajansı SANA, üyelerini “terörist” olarak niteliyor.
 
Fakat bir yıl önce, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Özgür Suriye Ordusu’nu açık bir şekilde övmüştü:
“IŞİD’in karşısında direnen yegane güç Özgür Suriye Ordusu’dur. Özgür Suriye Ordusu ki hepsi Suriye ordusundan gelen vatanperver subaylardan oluşmuştur.”
 
Hamas ise sadece İsrail’in değil Avrupa Birliği ve ABD’nin de terör örgütleri listesinde yer alıyor. Fakat dönemin Başbakanı Erdoğan 2012’de Hamas yöneticisi İsmail Haniye’yi TBMM içinde AKP grup toplantısına davet etmiş, Hamas lideri Halid Meşal’i ise resmi makamında ağırlamıştı. Erdoğan’a göre eylemlerinde sivilleri de hedef alan Hamas bir terör örgütü değil, “ülkesini işgalden korumaya çalışan bir direniş örgütü”.
 
Yasin El Kadı, 2001’de Birleşmiş Milletler’nin teröre maddi destek verenler listesine alınmış, Erdoğan 2002’de başbakan olduktan sonra ticari faaliyetlerini Türkiye’ye kaydırmıştı. Erdoğan, 2006’da El Kadı hakkında şunları söylemişti: “Yasin beyi tanıyorum ve kendime inandığım gibi inanıyorum… Hayırsever olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan bir insan.”
 
Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir ise Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediği iddiasıyla hakkında tutuklama kararı bulunan bir kişi. Türkiye hükümeti üyeleri, UCM kararından sonra da Sudan’a resmi ziyaretler yapıp Ömer El Beşir ile görüştüler (bkz. 1 ve 2), Erdoğan ise El Beşir hakkındaki suçlamaları reddederek, “Bir Müslüman soykırım yapamaz” demişti.
 
Hükümetin “terör propagandası” bir araç
 
Terör konusunda açıkça çifte standart uygulayan hükümet, “terör propagandası” iddiasını muhalif basın kuruluşlarını baskı altına almak için kullanıyor.
 
Uluslararası sözleşmelerde terör eylemi olarak tanımlanmış saldırıları gerçekleştiren örgütler bizzat hükümet üyeleri tarafından övülürken, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınması görselini paylaşan Cumhuriyet, Posta, Bugün ve Hürriyet gazetelerine terör propagandasından soruşturma açıldı.
 
Türkiye’de gazetecilik yapan insanlar bugün Fethullah Gülen cemaati üyesi olmaktan, dün Ergenekon üyesi olmaktan, ondan önce de KCK üyesi olmaktan hapse atıldı.
 
Hükümetin kendi terör propagandası geçmişi ve basın özgürlüğü sicili buyken, BBC’yi kınamış olması sadece temelsiz değil, aynı zamanda Türkiye’deki haklar ve özgürlükler ile dünya standartları arasındaki farkı göstermesi açısından da oldukça vahim.
 
Ne yazık ki siyasi irade, dünya standartlarına ulaşmak yerine, dünyanın habercilerine baskı uyguluyor: Canlı yayında gözaltına alınan CNN muhabiri Ivan Watson, KCK üyesi olduğu iddiasıyla sınırdışı edilen Jake Hess, Gezi’yi haber yaparken gözaltına alınan Sasa Petricic ve Derek Stoffel, terör propagandası suçlamasıyla hakkında dava açılan Frederike Geerdink ve Diyarbakır’da dün gözaltına alınan Vice News ekibi Türkiye adına utanç verici bir tablo çiziyor. Bu tabloyu sansür bantlarıyla kapatmak ise artık mümkün değil.

Notlar:
 
* Jiyan.org’da BBC haberinin tam Türkçe çevirisi okunabilir.
** BBC’nin “Speak No Evil: The Story of the Sinn Fein Broadcast Ban” adlı belgeseline dikkatimi çeken Doç. Dr. Gülseren Adaklı’ya teşekkür ederim.