Bugünün bağrında büyüyen adalet arayışı
“Yapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor” bugünün görünen realitesidir; ancak hakikat, bugünün bağrında büyüyen adalet arayışıdır ve elbet karşılığını bulacaktır…
17.05.2024
Son zamanlarda “Ankara’da hareketli saatler” gibi başlıklarla duyurulan haberlere sıkça rastlar olduk. Bazı üst düzey emniyet görevlileri gözaltına alınıyor, evlerinde arama yapılıyor. Bu kişilerin mafyacı Ayhan Bora Kaplan’ı derdest edip hapse yollayan polisler olması haliyle “manidar” bulunuyor. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’la gecenin bir vakti Saray’da görüşüyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın bu görüşmeye çağrılmaması dikkat çekiyor ve spekülasyonlara neden oluyor. Erdoğan’ın Süleyman Soylu ile de görüştüğü söyleniyor ve Soylu’nun yeniden İçişleri Bakanı olarak atanacağı rivayet ediliyor. Önce MHP lideri Devlet Bahçeli “durduk yere” Cumhur İttifakına yönelik bir operasyondan bahsediyor. Ardından Erdoğan da, “yumuşama, MHP’den kopmakla sonuçlanabilir” türü yorumlara cevap verircesine Cumhur İttifakının “güçlenerek” yoluna devam edeceği mesajı veriyor. Sinan Ateş cinayetiyle ilgili cevaplarını arayan soru işaretleri de gündemdeki yerini koruyor…
“Kurt puslu havayı sever” misali Doğu Perinçek de oturduğu yerden ayaklanıyor ve Sinan Ateş cinayetiyle ilgili soruşturmanın gerektiği şekilde yürütülmesi gerektiğini söyleyenlerin AKP ile MHP’nin arasını bozmak istediklerini iddia ediyor.
Bu arada nereden, kime karşı, kim tarafından olduğu meçhul bir “darbe” girişimi olduğundan bahsedenler bile oldu. Nitekim Erdoğan’ın, partisinin il başkanlarına hitaben yaptığı konuşmada, “Bürokratik vesayetin yeniden nüksetmesine fırsat vermeyeceğiz” şeklindeki sözleri de, “Acaba ne demek istedi?” yorumlarına konu oluyor…
“Ankara’da neler oluyor” sorusunun kısa özeti böyle. Aslında daha da uzatılabilir ama o zaman da özet olmaz tabii.
Saray çevrelerinden “kaynaklarınız” yoksa mecbur Ankaralı gazetecilerin paylaşımlarını izleyerek neler olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Benim anladığım bu: Ankara’da hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oluyor…
Yapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor
Bir iktidar gücünün otoriterleşmesinin kırılma noktası, en genel anlamıyla keyfi bir uygulamaya giriştiği veya yürürlükteki yasaların dışına çıktığı halde, “yaptım, oldu ve bir şey de olmadı” durumu olmalıdır. Yapıyorsun, oluyor ve bir şey de olmuyor; bir iktidar gücü için eşsiz bir imkan… Hele ki herkesten önce kendisini bağlayan, uymak, uygulamak, korumak, gözetmek ve temsil etmekle yükümlü olduğu hukuku, anayasayı, hak ve özgürlükleri “ayak bağı” gören bir anlayışa sahipse…
2015 yılında kaleme aldığım bir yazımın başlığıydı bu; “Meselemiz budur. Yapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor.” Roboski katliamı dosyasını “Parası neyse verelim, uzatmayın!” diyerek kapatmışlardı… 17-25 olayı patlak verdiğinde istifa eden beş bakanın Yüce Divan’a yollanmasını engellemişlerdi. (Aradan nice zaman geçse de, adil ve bağımsız yargı önünde aklanmadıkları için adamlar yaşamlarını hala gözlerden ırak “şüpheli” olarak sürdürüyorlar.) Vatandaşlık verdikleri ve dönemin içişleri bakanının “Gerekirse halı olur önüne yatarım Rıza” dediği Rıza Sarraf’ı önce Türk bayrağı önünde kamuoyuna “hayırsever işadamı” suretinde lanse etmişler, adam Amerika’ya kaçıp itirafçı olunca da “vatan haini” ilan etmişlerdi… Gezi protestolarında polisin “orantısız” şiddeti ve ölümlerle ilgili eleştirileri, “Polisimiz destan yazdı. Emri ben verdim, ne olmuş?” diyerek bastırmışlardı… Gezi protestolarına karşı “diğer yüzde 50’yi” galeyana getirmek için “Camiye ayakkabıyla girdiler, camide bira içtiler, başörtülü bacıma neler yaptılar” diye bağırmışlardı. Bunların yalan olduğu ortaya çıktığı halde o gün bugündür dilinin ucuyla dahi olsa bir özür dilemeye gerek görmemişlerdi… Yapmışlardı, olmuştu ve bir şey de olmamıştı…
Aslında çok şey olmuştu tabii ki; iktidar uğruna hukuk yerle bir edilmiş, yasalar ve anayasa, işlerine gelmediğinde rahatlıkla “yok” sayılmıştı. AİHM kararları da işlerine gelmediğinde “yok” hükmündeydi artık. Seçimlerden de galip çıkıyorlardı nasıl olsa…
Yaptık, oluyor ve bir şey de olmuyor anlayışının gündemdeki en bariz icraatlarından biri Osman Kavala ve Gezi mahpusları ile Kobanê davası…
Kavala 2017 yılında tutuklandı ve hiçbir mesnedi, dayanağı olmayan birbirinden ciddi suçlamalarla (“Askeri ve siyasi casusluk” ve “hükümeti devrimeye kalkışmak”) göstermelik bir yargılama sonucunda ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Diğer Gezi mahpusları da muhtelif hapis cezalarına çarptırıldılar. İnanılır gibi değil… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kavala ile ilgili çok net ve bağlayıcı kararları da “yok” sayılıyor üstelik…
Ortada çok net bir hukuksuzluk durumu olduğu için, yerel seçimlerdeki ağır yenilginin ardından, “Osman Kavala ve Gezi mahpuslarını bırakmak lazım aslında” türü görüşler yüksek sesle dillendirilmeye başladı. İlgili mahkeme heyeti değişince, doğrusu, “Bu kez hayırlı bir şeyler olacak herhalde” umudu doğdu. Ne var ki avukatların yeniden yargılama başvurusu “yeni” mahkeme heyeti tarafından da oy birliğiyle reddedildi…
Benzer bir hukuk faciası da Kobanê davası. Malum, aralarında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder’in de bulunduğu 108 kişi, “devletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü bozmak” ile suçlanıyor. Diğer suçlamalar arasında, “Adam öldürme”, “yağma”, “kamu görevlisini silahla yaralama”, “bayrak yakma” gibi fiiller var. Bu suçlamalardan sorumlu tutulan 36 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenirken, Selahattin Demirtaş ile beraber toplam 26 siyasetçi için de yedi kez ağırlaştırılmış hapis cezası isteniyordu.
Bu satırları yazdığım esnada Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde Kobanê davasının karar duruşması vardı. Duruşmaya hiçbir tutuklu katılmazken, SEGBİS ekranlarında da görünen kimse yoktu. Avukatlar da duruşmayı terk edince 130 sayfalık karar boş salona okundu. Eski HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil yargılanan HDP’lilere, klişe tabirle, ceza yağdırıldı…
“Reis yumuşamaya karar verdi herhalde” yorumları bir kez daha yerle yeknesak oldu. Kürt sorununda yeni bir “süreç” beklentisi içinde olanlar, “Reis MHP ile köprüleri atmaya hazırlanıyor” diyenler de öyle.
Yok, bu satırlara yansıyanın aksine karamsar filan değilim. Aksine, her zamankinden daha çok umutlu olmak gereği var. Umut dediğim, bir “hayat devam ediyor” diyalektiğidir ve yaşadığı zorlukları güzel ve özgür gelecekler için göğüslenmeye değer birer bedel gören insana dairdir.
“Yapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor” bugünün görünen realitesidir; ancak hakikat, bugünün bağrında büyüyen adalet arayışıdır ve elbet karşılığını bulacaktır…