Cenevre’deki BM toplantısından notlar
Arınç, ”Türkiye insan hakları karnesini pekiyi ile sonuçlandırdı” dedi. Acaba aynı toplantıyı mı izledik yoksa farklı ülkede mi yaşıyoruz?
01.02.2015
Birleşmiş Milletlerin, Türkiye'de pek tanımadığımız bir 'temel insan hakları' denetim mekanizması var. Dört yılda bir, her bir BM üyesinin insan hakları sicili masaya yatırılıyor, tüm ülkeler, tek tek söz alarak olumlu/olumsuz kendi görüşlerini dile getiriyorlar, ve denetledikleri ülkeye bir sonraki dört yıl için düzeltilmesini istedikleri konularda tavsiyelerde bulunuyorlar. Cenevre'deki Birleşmiş Milletler Merkezinde yapılan bu sürece, Evrensel Periyodik Değerlendirme adı verilmiş (Universal Periodic Review).
UPR'da geçtiğimiz Salı günü sıra Türkiye'deydi. Hem bu toplantıyı izlemek, hem de P24 adına bir grup uluslararası sivil toplum örgütünün düzenlediği bir yan etkinliğe katılmak için oradaydım.[i]
Toplantının tam beklediğim gibi geçtiğini söyleyebilirim; Azerbaycan gibi sadece övgü yağdırmak ve Kıbrıs gibi sadece kötülemek amacıyla kürsüye gelen 'malum şüphelileri' bir yana bırakırsak, insan hakları sicili düzgün ülkelerden, son derece gerçekçi sert eleştiriler ve tavsiyeler geldi. Bu ülkelerin, kendilerine verilen bir dakika içine sıkıştırdıkları değerlendirmeler, Türkiye'yi uzun zamandır ne kadar yakından izlediklerini ve ne söyleyeceklerini çok iyi bildiklerini yansıtıyordu. Kürsüye gelen ilk ülke Amerika Birleşik Devletleriydi; başkan Obama yönetimi adına konuşan diplomat, diplomasi dilinde gayet kuvvetli bir sözcüğü, 'concern' yani 'endişe' sözcüğünü, hem de birkaç kez kullanmakta tereddüt etmedi; ''haber medyası ve internetin sansür edilmesi de dahil olmak üzere, ifade özgürlüğüne getirilen artan kısıtlamalardan ve barışçıl toplanmayı gereksiz ölçüde sınırlandıran yasa hükümlerinden endişe duymaktayız. Hükümetin, yargı ve kolluk kuvvetlerine müdahale etmesinin (mahkemeleri yeniden şekillendirmeye yönelik son girişimler), hukukun üstünlüğünü zedeleyeceğinden endişe etmekteyiz'' diye konuştu. Bunlar, kulak ardı edilecek sözler değildi; demokrasinin en temel dayanakları olarak görülen, ifade özgürlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerinin Türkiye'de geçerli olmadığını söylüyordu. Amerikan yönetiminin bu endişelerini, Türkiye'nin Avrupa Birliğindeki ortakları da, hem de başka temel hakları da kapsayacak şekilde tekrarladılar.
Bu eleştirileri Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç yanıtlamaya çalıştı, ama sonradan konuştuğum kişiler, Arınç'ın 'yarı doğrulardan' ya da 'kendi doğrularından' bahsettiğini, temel eleştirileri yanıtlamaktan uzak düştüğünü söylüyorlardı. Arınç'ı pek ikna edici bulamadılar, çünkü Arınç, ifade özgürlüğü sorunu olmadığını dile getiriyordu ama toplantıya katılanlar bir gün önce Türkiye'de Twitter'ın yeniden kapatılmasına yol açabilecek bir mahkeme kararı çıkmış olduğunu biliyorlardı. Diğer konularda da hep bir inandırıcılık sorunu yaşadı Türk heyeti.
UPR Türkiye toplantısından sonra, P24 adına, yargı ile ilgili konularla ilgilenen uluslararası sivil toplum kuruluşlarının (Lawyers for Lawyers, The Law Society of England and Wales, Privacy International, Civicus, Media Legal Defence Initiative, Lawyers' Rights Watch Canada, Fair Trial Watch) düzenlediği bir yan etkinliğe katıldım, ifade özgürlüğü üzerine bir konuşma yaptım. Saatler süren UPR toplantısına katılmış bazı diplomatların sıkılmadan bu yan etkinliğe gelmelerine şaşırmadım değil. Türkiye'yi öğrenme ve anlama sürecini devam ettirmeye kararlıydılar. Bana, sabah UPR'da dile getirilen sorunların nasıl halledilebileceğini sordular. Ben de eleştiri konularının insan hakları ve yargı konularında olduğunu, bu konuların en ince ayrıntısına kadar aslında Avrupa Birliği ile görüşmeler sürecinin 23 ve 24 Numaralı Fasıllarına tekabül ettiğini ve ama bunların bloke edilmiş olduğunu, oysa bu fasıllar açılırsa temel insan hakları ile ilgili durumda iyileşme olabileceğini söyledim. Türkiye'nin de fasılların kapalı kalmasına tepki gösterdiğini, temel insan haklarıyla ilgili konularda uyması gereken standartların (benchmarks) belirlenmemiş olmasından yakındığını söyledim. Bütün bunları biraz da, panele Hollanda'dan Skype ile katılan, liberal D66 partisinin Avrupa Parlamentosu milletvekili Marietje Schaake'nin ne söyleyeceğini ve Avrupa Birliği içinde Türkiye'ye ne gözle bakılmakta olduğunu merak ettiğim için söyledim.
Schaake'nin verdiği yanıttan, Avrupa Birliğinde Türkiye'deki temel insan haklarıyla ilgili endişelerin, bu iki faslın açılıp açılmamasını aşıp geçmiş olduğunu, AB ile Türkiye arasındaki ilişkinin tamamının sorgulanmasına yol açacak kadar derin bir sorun haline gelmiş olduğunu anladım. Schaake, Avrupa'da kamuoyunun Türkiye'nin insan haklarını ihlal ettiği görüşünde olduğunu, böyle bir ülkeyi Avrupa'da görmek istemediğini; dolayısiyle 23 ve 24 numaralı fasılların açılmasının Türkiye'nin ödüllendirilmesi anlamına geleceği için, kamuoyunda kabul görmeyeceğini anlattı. Schaake, Avrupa kamuoyunun Türkiye'nin Avrupa Birliğine gerçekten üye olmak isteyip istemediğinden de artık hiç emin olmadığını; çünkü Erdoğan'ın Putin-vari siyasetler izlediğini ve daha çok Arap ülkelerine yakın olmak istediği izlenimi verdiğini vurguladı. Schaake, insan haklarında iyileşme sağlayacak olan adımların Türkiye tarafından atılmasını beklediklerini ve bunun zamanının gelmiş olduğunu, artık Topluluk ile Türkiye arasındaki ilişkilerin pamuk ipliğine bağlı olduğunu söyledi.
Türkiye'yi yönetenlerin, temel insan haklarını nasıl anladığı, Birleşmiş Milletler'den, Avrupa Birliği'ne işte böyle yankılandı geçen hafta. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın toplantı sonrasında yaptığı değerlendirmede, ''Türkiye, insan hakları karnesini pekiyi ile sonuçlandırdı'' deyince, acaba aynı toplantıyı mı izledik, yoksa iki farklı ülkede mi yaşıyoruz diye sormaktan alamadım kendimi. Türkiye'yi yönetenler, bu ülkede ciddi insan hakları sorunu olmadığını düşünüyorlarsa, o zaman ülkeye ne kadar zarar vermekte olduklarının da herhalde farkında değiller. Çünkü, insan haklarına değer veren topluluklar ve ülkeler artık Türkiye'yi pek aralarında görmek istemiyorlar gibi geldi bana.
*****