Hafızamızı, vicdanımızı, adalet arayışımızı hedef aldılar

Biliyorduk, öngörüyorduk ölümlerini. Tahir Elçi’yi koruyamadık. Hrant’ı da koruyamamıştık. Üzgünüz, öfkeliyiz, mesulüz.

VEYSEL OK

06.12.2015

Bu topraklarda birçok kez denenmiş, başarılı olmuş kadim bir gelenektir; linç, yargı, suikast üçlüsü. Yazan, düşünen, konuşan, hakikatin peşinde koşan kim varsa önce medyasıyla, sokağıyla, ‘’paramiliter’’ örgütleri ile linç edilir, hedef gösterilir. Sonrasında ise ‘’ihanet’’ davaları açılır.

Yargı, verilen görevi ‘’emret komutanım’’ edasıyla yapar. Kararlarıyla kişiyi ‘’Türk düşmanı, terörist’’ olarak tanımlar, fişler, lekeler. Kişinin etrafı sarılır, iyice nefessiz bırakılır, böylece yok edilmesine toplum ikna edilir.  Hedef seçilen kişinin yok edilmesi konusunda, toplumsal mutabakat sağlandığı anda da tetiğe basılır.

Bir sabah uyandığımızda o kişinin öldürüldüğünü duyarız. Hazırlıklıyızdır bu ölüme. Hepimiz biliyoruz, öngörüyoruz ölümü. Allah var, bu işi iyi yapar Türk devleti. Usulca değil, bağıra çağıra yapar. Faili meçhul bırakmaz, failli hemen belli eder. Şaşırmamızı, kuşkulanmamızı istemez. Olasılıklara imkân tanımaz. Zekice polisiye planlar da yapmaz. Doğrudan öldürür. Göstere göstere yapar.

Görelim ki korkalım, haddimizi bilelim, yaşadığımıza şükredelim…

Hrant’da durum buydu. Tahir Elçi’de de böyle oldu. Yazıları, fikirleri gerekçe gösterilerek linç edildiler, yargısal şovlara meze yapıldılar, hedef gösterildiler ve hazır olduğumuz zaman da öldürüldüler.

Dört Ayaklı Minare’de, Diyarbakır’ın Halepleştirilmesine, bölgenin de Suriyelileştirilmesine itiraz ederken, hepimizin gözleri önünde, tek kurşunla, ensesinden vurularak öldürüldü Tahir Elçi.

Muhteşem bir hukukçuydu, barışçıldı, emekçiydi ve en önemlisi hakikat arayışçısı aydın bir Kürt’tü. Politik Kürt figürlerinin aksine Kürt diline hâkimdi.
Kürtçeyi kamusal alana taşımaya önem verirdi ki; Dört Ayaklı Minare’nin uğradığı zulmü Kürtçe de anlatmıştı bizlere.

Hedef; hepimizin kalbiydi. Vicdanıydı. Hafızasıydı.

1915’i hafızamızdan iyice silmek için nasıl Hrant’ı hedef almışlarsa, Tahir Elçi’yi de aynı amaçla, hafızamızı silmek için hedef aldılar. Tahir Elçi; 90’lı yılların adalet arayışçısıydı, hafızasıydı, tanığıydı, mağduruydu…

Hikâye, bir televizyon programında, milyonlarca kişinin önünde Tahir Elçi’nin düşüncelerini ifade etmesiyle başlamıştı. İfade özgürlüğünün değerini çok iyi bilenlerdendi.  İfadeye özgürlük için emek verenlerdendi. Bedel ödeyenlerdendi.  Birçok politik figürün aksine, cesurca, doğrudan, bilimsel/objektif gerekçelerini de açıklayarak söylemişti fikirlerini.

“Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile PKK, silahlı siyasal bir harekettir. Siyasal talepleri olan, çok ciddi bir desteği olan bir siyasal harekettir” demişti Tahir Elçi.

Akademilerin, hukukçuların, gazetecilerin, siyasetçilerin ‘’terörizm’’ tanımında tıkandığı, objektif değerlendirme yapamadığı, genellikle de iktidara biat ettiği bir dönemde, Hızır gibi yetişmişti. Popüler bir programda cesurca bilimsel tespitini yapmıştı. Fikirlerini söylemişti. İfadeye özgürlüğün önünü açmıştı.

Saygın, başarılı ve etkin bir hukukçunun devletin bariyerlerini, milyonlarca kişinin önünde yerle yeksan etmesiydi öldürülmesinin sebeplerinden biri.
Hrant gözlerimizin içine bakarak ‘’Soykırım vardır, Sabiha Gökçen Ermenidir’’ demişti.

Tahir Elçi ‘’Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile PKK, silahlı siyasal bir harekettir’’ dedi.

Varlığını soykırım ve Kürt inkârına adamış bir devlettin yüzüne çarpılan sözler bunlar.

Devleti rahatsız eden ifadeler bunlar.

Resmî ideolojiyle beslenmiş milyonlarda nasıl bir deprem yarattıklarının farkında mısınız?

Milyonları hakikatle yüzleştirip nasıl sarstıklarının farkında mısınız?

Bu ülkede hakikati ifade etmenin ağır bedeli var.

Tahir de, Hrant da bunun farkındaydı.

Biz de farkındaydık.

Senaryo gözlerimizin önünde yazılmış, oyun başlamıştı, oyuncuları da tanıyorduk.

Medya, yargı, devlet.

Gazete manşetlerini gördüğümüz andan itibaren farkındaydık.

Biliyorduk, öngörüyorduk ölümlerini.

Tahir Elçi’yi koruyamadık. Hrant’ı da koruyamamıştık.

Üzgünüz, öfkeliyiz, mesulüz.  

Bu yüzden de onların hakikatine daha çok sarılmalıyız. İfade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması için sabırla mücadele etmeye devam etmeliyiz, adalet arayışımızı sürdürmeli, hafızamızı hep canlı hep güçlü tutmalıyız.