Kıçından nefes alan deniz hıyarı

İki peçeteye aldığım notlar: İlkinde “Beethoven-36 sonat; Mozart-12 Sonat” ibaresi var. Diğerinde ise “deniz hıyarı kıçından nefes alıyor”

MEHMET ALTAN

17.10.2018

İkinci Meşrutiyet ilan edilince her şey daha iyi olacak sanırsınız. Heyhat, nerede…
 
Her şey daha felaket oluyor…
 
1908-1920 arasındaki 12 yıl, 32 kısım tekmili birden, ümidin, hayal kırıklığının, zulmün, yoksulluğun ve acının bir arada yaşandığı bir dönemdir.
 
Parlamenter sistem, seçim, siyasi parti, askerî darbe ve diktatörlük her şey vardır, ayrıca bir de Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi iki büyük savaş yaşanmış ve imparatorluğun dağılmasına tanık olunmuştur.
 
Yaşanmayan tek şey kalıcı, ilkeli ve kurallı gerçek bir özgürlük, oksijeni bol bir hürriyet havasıdır.
 
***
 
II. Meşrutiyet döneminin de yalancı bir bahar olduğunu bildiğimden mi nedir, basın tarihi açısından çok daha derin acılar getiren bu dönemi yazmak için hafiften ayak sürüdüğümü fark ediyorum.
 
Bir de ilk gazetenin yayınlanışından Abdülhamid’in tahtan indirilişine kadar olan bu bölümde bir şey atlamamayım telaşı var.
 
Bir başka hususta da “tarih tekerrürden ibarettir” lafını hatırlatan benzerliklerin şaşkınlığı.
 
Belki de bu karmaşık duygular nedeniyle zaman zaman dönüp basın tarihinin güncel parçası olarak kendi Silivri notlarıma bakıyorum.
 
Osmanlı Anayasası’nın, 29 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908’de yeniden ilân edilmesiyle başlayan ve Mebuslar Meclisi’nin Sultan Vahdeddin tarafından 11 Nisan 1920’de tasfiyesi ile sona eren II. Meşrutiyet dönemine geçiş yapmadan da böyle yaptım.
 
Kendi Silivri notlarım içinde kayboldum.
 
***
 
Peçeteler üzerine aldığım iki çok farklı not dikkatimi çekti:
 
Bunlardan ilkinde “Beethoven-36 sonat; Mozart-12 Sonat” ibaresi var… Aslında Beethoven’ın sonat sayısı 32 iken ben peçeteye yanlışlıkla 36 diye not düşmüşüm…
 
İkincisinde ise “deniz hıyarı kıçından nefes alıyor” yazıyor.
 
Peçete üzerindeki bu iki notta da tarih yok.
 
***
 
Geçenlerde bir bilgi yarışmasında soru olduğu için sosyal medyada konuşulan “deniz hıyarının” yeryüzünde kıçından nefes alan tek canlı olduğunu ilk kez hapishanedeki küçük televizyon ekranında bir belgesel içinde hızlı geçen bir cümleden öğrendim.
 
Deniz hıyarı, deniz patlıcanı olarak da biliniyor. Beni “kıçından nefes alması” kadar midesini anüsünden çıkarması da şaşırttı. Bunu ancak çok büyük tehlike hissettiğinde yapıyor. Bu hamleyle birlikte etrafa bir akvaryum dolusu balığı anında öldürecek kadar zehir saçıyor ama kendisi de ölüyor.
 
Bazı deniz hıyarlarının kendilerini futbol topu kadar şişirebildiğini, bazılarının su püskürterek çakıl taşı gibi görünebildiğini de ansiklopedilerden öğrendim.
 
Kendilerini sıvıya dönüştürmeyi becerdiklerini, sıvı hâldeyken küçük çatlaklardan geçebildiklerini, ardından tekrar eski hâllerine döndüklerini de büyük bir hayretle okudum.
 
Deniz hıyarı notunu, bende incelediğim baskıcı dönemlerle ilgili tuhaf çağrışımlar yarattığı için mi bir peçeteye yazdığımı tam olarak anımsamıyorum.
 
Her ne ise…
 
***
 
Peçete üzerindeki “Beethoven-36 sonat; Mozart-12 Sonat” notunu ise çok daha berrak anımsıyorum.
 
Tarihsel süreç içerisinde piyano teknolojisinin büyük bestecilerin yaratıcılıkları üzerinde ne kadar derin etkiler yaptığını özetleyen bir cümleydi. Öylesine laf arasında duymama rağmen çok ilgimi çekti, çünkü daha evvel bu konuda pek düşünmemiştim.
 
Bu gelişmeler kendini 16. yüzyıldan bu yana evrilerek olgunlaşan “sonat” üzerinden ifade ediyordu. Bu, biçimsel bir plan, bir formdu. Besteci, çok daha fazla icra imkânı ve alanı açan o form içinde kendini ifade ediyordu.
 
***
 
Mozart gibi güleç bir besteciyle sanki onun hüzünlü, dertli büyükbabası gibi algıladığım Beethoven’ın piyanodaki gelişim üzerinden buluşması durgun hapishane ortamının ışıklı bir sürprizi olmuştu.
 
İki bestecinin müziğinin bendeki izlenimiyle, Mozart ile Beethoven arasındaki yaş farkı birbirinin zıttıydı. Önce gelip, çok genç yaşta önceden giden Mozart’tı. Mozart 27 Ocak 1756’de Salzburg’da doğmuş, 5 Aralık 1791’de Viyana’da ölmüştü. Beethoven ise Mozart’tan 14 yıl sonra 17 Aralık 1770’de dünyaya gelmiş, 36 yıl sonra 26 Mart 1827’de ölmüştü. Neşeli müziğine rağmen büyükbaba olan Mozart’tı. Üstelik kendisi de müzisyen olan Beethoven’ın babası oğlunun ilk başlarda Mozart’ın yolunu takip etmesini arzulamıştı.
 
Silivri zindanındaki bu ikinci not üzerinde de hapishane sonrası bu nedenle epeyce gezindim.
 
Gezinirken de sonat kavramına, piyano teknolojisinin gelişimine, bunun Beethoven ve Mozart’ın yaratıcı dehalarının üzerindeki etkilerine de amatör bir merakla eğildim.
 
***
 
Beethoven ile birlikte sonat büyük bir gelişme kaydederken, birinci ve ikinci tema arasında karşıtlık öğeleri yer almaya başladı. Böylece sonat dört hareketli klasik biçimine kavuştu.
 
Romantik dönemde sonat türünün en güzel örnekleri ise Chopin, Schumann ve Liszt tarafından verildi.
 
20’nci yüzyılın başlarındaysa sonat genel olarak müzik alanındaki evrime uydu.
 
Perdeleri ve içeriği kendi meşrebine göre şekillendiren bir piyes yazarının yaratıcı çılgınlığı benzeri bir yapı algılıyordum sonattan…
 
Bu sınırlarda durdum…
 
***
 
Piyanonun teknolojik gelişimi ise başlı başına ayrı bir hikâyeydi…
 
Ben kısadan söyleyeyim.
 
Piyanonun atası çembaloda, ses tuşların tellerle olan temasıyla, tuşlara monte edilen çıtalar yardımıyla elde edilmekteydi. Ancak sesin gürlüğünün ve hafifliğinin sağlanması oldukça zordu.
 
1700’lü yıllarda çembalo geliştirilerek ilk piyano yapılmıştı.
 
Barok Dönem’in en önemli bestecisi ve aynı zamanda klavsen ve çembalo tamircisi olan J. Sebastian Bach’ın da bu ilk piyanoyu denediği biliniyor.
 
Zamanla tuşların tellerle olan temasındaki mükemmellik geliştikçe piyanodaki teknolojik olgunluk da arttı…
 
***
 
Mozart ile Beethoven’ın insanlık tarihindeki ayrıcalıklı yerleri dışında, aralarında piyano teknolojisinin gelişiminin verdiği imkân farkı da önem taşıyor.
 
Piyano teknolojisi Mozart döneminde de Beethoven dönemindeki kadar gelişiyor olsaydı, acaba bestelerinde ne tür farklılıklar olurdu?
 
Bunları aklımdan geçirdim.
 
***
 
Neyse bunları Silivri’de amatör bir müzik molası olarak kabul edin…
 
Haftaya büyük umutlarla başlayıp, büyük acılarla devam eden II. Meşrutiyet’i kaçınılmaz olarak adım atarak yürümeye başlayacağız zaten.