Narin için gerçekten içimiz acıdıysa eğer…
Yine maalesef demek gerekir, “gelişmiş” saydığımız ülkelerde de çöküntü ve çürüme haberleri eksik değil. Demek oluyor ki meselenin çok boyutlu bir duyarlılıkla irdelenmesi gereği var. Eğer gerçeği anlamak ve anlamlandırmak gibi bir sorunumuz, sorumluluğumuz varsa…
20.09.2024
Korkunç Narin Güran cinayetiyle ilgili yürütülen soruşturmayı bir korku, gerilim filmi izler gibi seyrediyoruz yaklaşık bir aydır. Önce kaybolmasıyla ilgili, cesedinin bulunmasının ardından da “Katil Kim ya da kimler?” soruşturması, olasılıklar ve senaryo ile ilgili… Herkes detektif, suçbilimci kesildi başımıza… Zaten günlük, hatta “son dakika” gelişmeleriyle anlık olarak hepimiz izlemedeyiz. O yüzden neler olup bittiğini bir de ben tekrarlamayacağım. Ben konu her ne olursa olsun “uzman” edalarında fikir beyan eden, senaryolar yazan tipler kadar “cesur”, ruhsuz, duygusuz ve utanma duygusunu yitirmiş arsızlardan değilim; şükür…
Dolayısıyla bu yazıda ne bir senaryo ne de “kaynaklarımdan edindiğim bilgilere göre” cümlesiyle başlayan olasılıklar var.
Ama olayın korkunçluğu nedeniyle yapabildiğimce soğukkanlı olmaya gayret ederek bu olay vesilesiyle bir kez daha olanca kabalığıyla arz-ı endam eden bazı düşündürücü hallerimizle ilgili söyleyeceklerim olacak.
***
Fark etmiş olmalısınız, daha nedir, ne oluyor anlamaya fırsat bulamadan bazıları “suçluyu” hemen teşhis etti! Bu tür olaylar hep “o tarafta” oluyor. Neden? “Bölgedeki feodal, dinci, aşiretçi yapı eğitime, ilerlemeye, aydınlanmaya karşı olduğu için…” Meali şu: “Bölge halkı” yani Kürtler cahil, cühela, ilkel bir halk. O yüzden de bu tür olaylar hep orada oluyor…
Bu yaklaşımın sahipleri oldukça “çeşitli.” Başka konularda birbirlerinden farklı düşünceleri olabiliyor. Ama söz konusu olan Kürtler olunca hemen damarlarındaki ırkçılık depreşiyor ve safları sıklaştırıyorlar…
Başı çekenler, genellikle değişik tonlarıyla Kemalist çevreler. “Bölge” ile ilgili ciddi ve sahici denilebilecek hiçbir bilgileri, fikirleri yok büyük çoğunluğunun. Yerli yersiz “çağdaşlık”, “aydınlanma” gibi sözcüklerle beraber dillendirdikleri o kavramların ardına gizlenmeleri bu gerçeği ortadan kaldırmaya yetmiyor: Aslında cahil olan kendileri…
Bu “çeşitler” içinde en dikkat çekici olanı, solcu, ulusolcu ve hatta “komünist” kisvesi takınmış olanlar. Aynı kavramlarla gayet “sosyolojik” görünümlü analizler (!) döktürüyor ve neticede ruhlarına sinmiş Kemalizmi konuşturuyorlar. Cehaletleri bir yana, bazıları düpedüz halk düşmanı, Kürt düşmanı denilecek kadar akut düzeyde ideolojik ve biraz da psikolojik bir hastalığın pençesinde. Bölgeye ilişkin ne denli “bilgili” olduklarını kanıtlamak istercesine ukalalık, bilgiçlik taslamayı ihmal etmeyenler de oluyor. Mesela, “Bakın Tunceli’de oluyor mu böyle şeyler” gibi mukayeseli tespitler yapıyor, insanların dini inançlarını, hassasiyetlerini ayrıştırıyorlar. (Safça bir iyiniyetle, “Yalnız Tunceli değil de Dersim” dediğinizi zaman da fırçayı yiyorsunuz. Mesela benim tamamen düzeltme amaçlı uyarıma bir “ulusolcu komünist”, “Sen sus yetmez ama evetçi!” dedi. Ne alakası varsa.)
Bu hem komünist hem ulusolcu tipler, ne hikmetse, “Dersim” deyince acayip celalleniyorlar. Bir tür turnusol kağıdı işlevi görüyor galiba. “Dersim” deyince kızıp bağırıp çağırmazsanız “komünistliğiniz” elden gidiyor hissiyatıyla harekete ediyorlar çünkü. Köprülerin altından çok sular aktı ama bunlar hala 1937’de Rasim Davas kod adlı bir davarın Komintern’e Dersim’le ilgili verdiği rapordaki fikriyatın militanlığını yapıyorlar; “Kemalist devrimci hükümet bölgedeki feodal ağaları ezmekte olup…”
Tabii günümüzde “devrimci” bir Kemalist hükümet yok, AKP var. Dolayısıyla her türlü kötülüğü AKP ile ilişkilendirmek lazım. Söz konusu olan siyasetler üstü bir konu da olsa, 8 yaşındaki bir çocuğun alçakça katledilmesi de olsa… AKP’nin de canına minnet! Onlar da bol bol aile, din, dini hassasiyetler demagojileri yapıyorlar beceriksizliklerini, sorumsuzluklarını örtbas etmek için…
Bazı sanatçılar, “Mezarını ben yapayım, beş Para da istemem yani” diye ortaya atıldılar… Bazı gazeteciler kariyerlerini parlatmak, reytingleri patlatmak gayretkeşliğiyle yalanı, yanlışı, doğruyu birbirine karıştırmakta beis görmediler… Zenginliği karanlık bazı tipler bile Narin Üzerinden “hayırsever, yardımsever” rolüyle çıktılar ortaya…
Siyasilerin tutumlarına ise, hiç girmeyeyim. Ama Garip Ensarioğlu’nun tutumu görmezden gelinecek gibi değil.
Garip Ensarioğlu’nun, Yaşar Büyükanıt’ın JİTEM bombacıları için, “Tanırım iyi çocuktur” demesi gibi bir çıkış yapması, nedense soruşturmayı yürüten savcıların dikkatini çekmedi. Oysa Ensarioğlu sonradan düzeltmeye çalışmasıyla daha çok merak uyandıran o açıklamasında, aileyi tanıdıklarını, “dost” olduklarını ve dahası, “bilip de söylemedikleri şeyler” olduğunu söylemişti. Hepsi de soruşturmayla ve tepeden tırnağa “şüpheli” aile ile, 20 hanelik köyün durumuyla doğrudan ilgili şeyler… Şu ana değin Ensarioğlu’nun ifadesine başvurulmadı, “Ne biliyorsun da söyleyemiyorsun, anlat bakalım” diyen bir savcı çıkmadı…
***
Ne dediğini bilerek ve objektif olmak, Narin’i yitirmiş olmanın acısını içtenlikle yaşıyor olmak kaydıyla, tabii ki olayın ve sorunun bölgedeki feodalite ile ilişkisi, köyün ve adı geçen köyün yörede “devletçi” olarak tanınmasıyla ilgisi, ilişkisi tartışılabilir. Feodalizm, aşiretçilik güzellemesi yapmanın alemi yok. Ama bunu yukarıda örneklendirdiğim türden ideolojik saiklerle yaparsanız ve gerçekte olayın anlaşılması ve aydınlatılması çok da umurunuzda değilse, işin rengi değişiyor.
Kaldı ki bu tür vahşetler maalesef memleketin “bu tarafında” da yaşanıyor. Biliyorsunuz, Tekirdağ’da 2 yaşında bir bebek… Bunun son örneği idi ve dilerim gerçekten de son olur. Yine maalesef demek gerekir, “gelişmiş” saydığımız ülkelerde de çöküntü ve çürüme haberleri eksik değil. Demek oluyor ki meselenin çok boyutlu bir duyarlılıkla irdelenmesi gereği var. Eğer gerçeği anlamak ve anlamlandırmak gibi bir sorunumuz, sorumluluğumuz varsa…
Konuyla ilgili son notum da “Güran ailesi” imzasıyla yapılan ve “dış güçlerin” suçlandığı 12 Eylül tarihli açıklamasıyla ilgili. O açıklamada Güran ailesinin “devletçi” olduğu vurgulanıyor, Tavşantepe köyünün “stratejik” önemi hatırlatılıyor (ne demekse!!!) ve “dış güçler ve yerli uzantıları” tarafından haksız yere “karalandıkları” söyleniyor…
Bu açıklamayı kim ya da kimler kaleme aldı? “Aile”den kast edilen kişiler kimlerdir? Olayı ve soruşturmayı bulandırmaktan başkaca bir meramı olmayan bu açıklama, savcılara akıl vermek gibi olmasın ama “delil” niteliğindedir ve soruşturulması gerekir…
Narin için gerçekten içimiz acıdıysa eğer… Derdimiz, davamız, çabamız, mücadelemiz, uğraşımız, çocukların sağlıklı, güvenli bir ortamda büyümesi için olsun. Bundan daha kıymetli ve anlamlı bir “dava” yok…