Padişah Efendilerimiz ve tercihleri

Osmanlı aydınlarının epeycesinde görülen “gazetecilik, muhaliflik ve devlet görevlisi” karışımı Agâh Efendi’nin hayatında da ortaya çıkar

MEHMET ALTAN

30.08.2016

Bu toprakların geçmişinde ve bugününde, “zamanın ruhu, tarihin temposu” olarak ifade edeceğimiz değişim dinamiklerine uyumu bir türlü refleks hâline getirememe vardır.
 
Hep geç kalır ve bunu yarım  yamalak, ağır aksak  reformlarla telafi etmeye çalışır.
 
1622’deki Genç Osman’dan beri “ıslahat hareketleri” sürer gider. Bunlar ıslahat hareketi değil, çağın değişim dinamiklerini ıskalama itirafıdır aslında.
 
Çağdan koptukça reform hareketleri gündeme gelir, reform hareketleri önemlidir ama topyekûn köklü bir değişim başarılamadığı için de bu atılımları baskılar izler.
 
Bu coğrafyanın kısa tarihi biraz da bu kısır döngünün kendisidir.
 
Basın tarihinin özeti de budur.
 
***
 
İlk Türkçe gazetenin çıktığı 1831 yılı ile 1876’daki  Birinci Meşrutiyet ve ardından gelen İstibdat Dönemi arasında 45 yıllık bir zaman vardır.
 
2. Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz ve Abdülhamit dönemleri…
 
Bir anlamda basın tarihinin başlangıcı, “Padişah Efendilerimiz ve tercihleri” hikâyesidir.
 
***
 
Osmanlı’da ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayı, sanayileşme çalkantıları içinde ve burjuva sınıfının önderliğinde yol alan Batı’dan neredeyse iki yüz yıl sonra çıktı. Üstelik de toplumsal bir ihtiyaca cevap olarak değil, çare arayan Islahat Meclisi’nin önerisi olarak.
 
Takvim-i Vekayı yayınlandığında reformcu bir padişah olan 2. Mahmut tahttaydı.
 
“Dağılma  dönemine” girilmişti, modernleşme hareketleriyle bu dağılmaya çare aranıyordu. Batı, sanayileşmede, yenileşmede çok önde koşmaya başlamış, Osmanlı teknolojik bir değişimi başaramadığı için savaşları ve toprakları kaybetmeye koyulmuştu.
Reform yaparak, reformun  yaya kaldığı süreçlerde de  durumu dünya dengelerine göre idare etmeye çalışarak varlığını sürdürme gayretine düşmüştü.
 
***
 
İlk  yayınlanan gazete olan Takvim-i Vekayi devlet desteğiyle yayınlandığı için basın tarihi içinde sayılmaz.
 
Bu nedenle Agâh Efendi tarafından 1860 yılında çıkarılan Tercüman-ı Ahval  “milat” olarak kabul edilir.
 
İlk özel gazeteyi Şinasi ile birlikte çıkaran Agâh Efendi de bizim basın tarihimiz açısından çok önemlidir.
 
Onun hayatı, aslında bize basının yapısı ve özellikleriyle ilgili çok şey anlatır.
 
***
 
1832 yılında Yozgat’ta doğan,  birkaç dil bilen, çok da uzun olmayan hayatına birçok “ilk”i sığdıran Agâh  Efendi'nin yaşamında  en önemli olaylardan biri hiç şüphesiz Büyükelçi Rıfat Paşa ile birlikte elçi katibi olarak Paris’e  gitmesidir.
 
Henüz  20 yaşındayken Üçüncü Napoleon'a ve Kraliçe Eugenie'ye tanıtılır, törenlere katılır, Paris yaşamını görür,  gazeteleri  izler.
 
Geçici gazetecilik hevesine de bu sırada kapıldığına inanılır.
 
***
 
Gazetecilikle ilgisi sadece 1860 ile 1867 yılları arasında yedi yıl sürmüştür.
 
1860 yılında Tercüman-ı Ahval Gazetesi’ni çıkarmadan önce basın ile hiçbir ilişkisi yoktur.
 
Zaten gazeteyi çıkardığında 28 yaşındadır.
 
Bu yedi yıllık gazetecilik döneminde Agâh Efendi devletteki görevinden de ayrılmamış, gazeteciliği devlet memurluğu ile birarada  yürütmüştür.
 
Bu toplumda basınla devlet arasındaki tuhaf ve çarpık ilişki ta en başından başlar ve ne yazık ki bu çarpılma düzeltilemeden devam eder.
 
***
Agâh Efendi gazeteyi yayınlamaya başladıktan bir yıl sonra 1861’de Posta Nazırlığına getirilmiştir.
 
1862 yılında Fevaid-î Osmaniye vapurları idaresi direktörlüğü görevi de kendisine verilmiştir.
 
1862 yılı sonunda ise ilk Türk posta pullarını çıkarmıştır. Daha önceleri yapıldığı gibi mesafeye göre posta ücretlerinin hesaplanmasına son vererek 13 Ocak 1863 tarihinde Sirkeci, Beşiktaş, Üsküdar, ve Fatih postanelerinde satışı başlayan bu pullar ile posta gönderi ücretlerinin ödenmesi uygulamasını da başlatmıştır.
 
Agâh Efendi bununla da kalmayarak halkın postanelere gelmeden mektup yollayabilmesi için ilk defa posta kutuları uygulamasını da gerçekleştirmiştir.
14 Şubat 1865 tarihinde ise ülke sınırları içinde her türlü posta taşınması haklarının devlete ait olduğunu açıklamıştır.
 
Bir devlet görevlisi olarak bu reformları yaparken aynı zamanda gazetesini de çıkarmaktadır.
 
 
***
 
Genç yaşında hem “nâzır” hem “gazete sahibi” olan Agâh Efendi, gazeteciliği döneminde tanıştığı aydınların izini takip ederek Genç Osmanlılar Cemiyeti’ne katılmış ve 1867'de Paris'e kaçarak muhaliflere katılmıştır.
 
Avrupa'ya kaçan Agâh Efendi'nin yaşamında dört yıllık yeni bir dönem başlar. Bu dört yıl da tümü ile gazeteciliğe ayrılmış değildir.
 
Agâh Efendi önce Paris'e gitmiş, sonra Brüksel'e yerleşmiş, oradan Londra'ya geçmiş ve orada yayınlanan Hürriyet'te yazılar yazmıştır.
 
Kasım 1871'de yeniden İstanbul'a döner.
 
Tercüman-ı Ahval'i 28 yaşında çıkarmış, 29 yaşında nâzır olmuş, 35 yaşında Avrupa'ya kaçmış, 39 yaşında da gene yurda dönmüştür.
 
***
 
Agâh Efendi hasımları olan Âli ve Fuat Paşaların ölümü üzerine 1871'de yurda döndükten sonra da devlette çalışmaya devam etmiştir.
 
Osmanlı aydınlarının epeycesinin hayatında görülen bu “gazetecilik, muhaliflik ve devlet görevlisi” karışımı onun hayatında da ortaya çıkar.
 
Sürgünden dönünce mutasarrıflık ve Şurayı Devlet üyeliği yapar.
 
Ama gazetecilik yapmaz… Gazetecilik, hayatın doğal gelişiminin yarattığı bir iş değil, kişisel bir hevestir. Bunu doğal hale getirecek  toplumsal şartlar da zaten yoktur.
 
Basın gelir getiren bir sektör değildir.
 
İlan geliri yoktur.
 
Genellikle gazetecilerin bir de devlet memurluğu vardır, gazetecinin bir göreve atanıp devletten maaş  alması bir gelenek olmuştur adeta.
 
Gazetecileri Saray beslemiştir.
 
Şimdilerdeki ilişkilerin kökenleri eskidir yani.
 
***
 
Ancak Agâh Efendi  fikirlerinden dolayı 1877'de yeniden Bursa'ya ve Ankara'ya sürgün edilmiştir.
 
Daha sonra Rodos ve Midilli mutasarrıflıklarına getirilmiştir.
 
Ondan sonra Atina’ya elçi atanmış ve 1887'de Atina elçisi iken vefat etmiştir.
 
Cenazesi  II. Mahmut Türbesi haziresine defnedilmiştir.
 
***
 
Basın tarihine baktıkça, bugünkü akıl almaz  durumları, ilkelerin inkârını, zigzagları, devletle ilişkileri, gizli ve açık sansürü çok  daha iyi anlıyorsunuz.
 
Kısacası tarihsel olarak “doğum” sakatlı ise gelişim pek sağlıklı olmuyor.
 
Basının gelişmesi için toplumun ve zihniyetin değişmesi gerekiyor.